İSLÂM’A DAVETTE DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR
Allah Rasûlü (s.a.v.)’nün tebliğ ve beyan görevinin yanında bir başka görevi de insanları getirdiği dine hikmetle ve güzel öğütle çağırmaktır: “(Rasûlüm!) Sen, Rabb’inin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!..”1 Bu âyet aynı zamanda Allah Rasûlü’nün şahsında bütün Müslümanlara hitap etmektedir. Bu âyet-i kerimeye göre üç türlü davet şeklinden bahsedilebilir. Veya davete muhatap olan insanlar üç sınıfa ayrılabilir:
Birincisi: Aklıselim sahibi ve araştırıcı âlimler. Davette “hikmet” ile davranma bunlar içindir. Zira hikmet, kesin olan delillerdir.
İkincisi: Halkın çoğunluğunu teşkil eden ve henüz sağlam fıtratını koruyan orta sınıftır. Güzel öğüt bunlar içindir. “Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir.”2
Üçüncüsü: Mücadeleci, inatçı ve düşman kimseler. Mücadele yolunun en güzeliyle davet edilmesi istenenler de bunlardır. Bunlarla mücâdele bazen ekonomik, siyasî ve askerî ilişkiler kurarak olur. Bundan maksat onlar belki bu yollardan birisiyle hidayete ulaşırlar. Bu anlamda Müslüman her zaman nezaket kurallarını bilen, nazik insandır. Tatlı dillidir. Bunun için tebliğde yumuşak söz söylemek önemlidir. Rabb’imiz Musa ve Harun Peygamberlerden Firavun’a karşı yumuşak davranmalarını istemektedir: “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o, aklını başına alır veya korkar.”3 Hz. Musa ve Hz. Harun “Rabb’imiz! Doğrusu biz, onun bize aşırı derecede kötü davranmasından yahut iyice azmasından endişe ediyoruz.”4 deyince Allahu Teâlâ şöyle buyurdu: “Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim; işitir ve görürüm.”5 Rabb’imiz, normal zamanlarda kafirlere karşı çetin6 olunmasını isterken; tebliğ anında yumuşak, tatlı bir dil kullanmamızı istemektedir. Verilen âyetlerde aynı zamanda hak davasında olanların yardımcısının Allah olduğu da bildirilmektedir.
Hicret Sırasında Allah Rasûlü (s.a.v.)’nün Uslûbundan Etkilenen Sahabi
Hicret sırasında Büreyde b. el-Husayb’ın Allah Rasûlü’nün nazik üslûbundan etkilenerek Müslüman oluşunu oğlu Abdullah babasından şöyle aktarmaktadır: Kureyş, Allah’ın elçisini Medine’ye giderken yakalayıp getiren kimseye yüz deve vaad etmişti. Büreyde b. el-Husayb, Eslem Kabilesi’nin reisiydi. Sehmoğullarından yetmiş süvari ile birlikte Medine’ye yakın mesafedeki Eslem Kabilesi’nin topraklarından geçmekte Allah Rasûlü ve beraberindekilere belki rastlarım diye çıkmıştı. Büreyde b. el-Husayb geceleyin Allah Rasûlü ile karşılaşırlar fakat kendisini tanıyamaz. Rasûl-i Ekrem “Sana kim derler?” diye sorar. O, “Büreyde.” deyince, Rasûl-i Ekrem Ebû Bekir’e dönerek, “İşimiz oldu/kolaylaştı ey Ebû Bekir!” dedikten sonra, “Kimlerdensin?” diye sorar. O, “Eslem’denim.” deyince, Peygamber (s.a.v.), “Selameti bulduk.” der. Sonra Peygamber (s.a.v.), “Eslem’in hangi kolundan?” diye sorar. Büreyde “Sehmoğullarından.” diye cevap verir. Peygamber (s.a.v.), “Sen zafere ulaştın; umduğunu buldun ve isabet ettin.” der. Büreyde (artık dayanamayarak) Peygamber (s.a.v.)’e, “Peki sen kimsin?” diye sorar. Peygamber (s.a.v.), “Ben Abdullah oğlu Muhammedim, Allah’ın elçisiyim.” buyurur. (Büreyde’nin verdiği cevaplardan Allah Rasûlü tatlı diliyle güzel anlamlar çıkararak yorumlamasından Büreyde etkilenir) adamlarıyla birlikte Müslüman olur.
7
Bunlarla mücadele bazen de güçlü olarak, güçlü görünerek olur. Çünkü her toplumda kalabalığın ve güçlünün yanında olan insanlar olmuştur ve bunlar olmaya devam edecektir. Mekke’nin fethiyle, Arabistan Yarımadası’nda Müslümanların zaferi perçinlenince insanların kalabalık gruplar halinde Allah’ın dinine girdiği görülmektedir. Bu durumu Rabb’imiz şöyle haber vermektedir:
“Allah’ın yardımı ve zaferi geldiği ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit, Rabb’ine hamdederek O’nu tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.”8
“Hazır ol cenge istiyorsan sulh-u salah.” sözünde de belirtildiği gibi Müslüman her yönden güçlü olmak zorundadır.
“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz…”9 Âyette düşmana karşı kuvvet hazırlanması tavsiye edilmektedir. Burada bahsedilen kuvvet çağın savaş imkânları kara, hava ve deniz kuvvetlerine ait bütün vasıta ve silahlar, kara ve demir yolları, hava alanları, siyasi, askerî ve ekonomik güç gibi şeylerdir.
Fakat Müslüman güçlü olmayı istemeyi birilerine zulmetmek, birilerini yerlerinden yurtlarından etmek için değil; daha yaşanabilir bir dünya oluşturmak için ister. Müslüman hem dünyada iyilik, hem de âhirette iyilik ister. Yani Müslüman âhiretteki cennete talip olmakla birlikte dünyada da bir cennet kurmak için uğraşır.
“Ey Rabb’imiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver.”10
Davetçi Muhatabın İhtiyaçlarını Bilmelidir
Davetçilerin belki de en önemli dikkat edeceği konu muhatapların ihtiyaçlarını iyi tespittir. Muhatapları hangi konuda ihtiyaçları varsa onu öncelemektir. İbn-i Abbas’tan rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a.v.) Muaz b. Cebel’i Yemen’e (vali-kadı) olarak göndermiş ve giderken O’na demiştir ki:
“(Ey Muaz!) Muhakkak ki sen ehli kitap olan bir kavme gidiyorsun. Onları ilk davet edeceğin esas Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik olsun. (Bir başka rivayette ise
‘Allah’ı birlemek olsun.’ şeklinde geçer).
Eğer onlar sana bu konuda itaat ederlerse onlara, Allah’ın kendilerine her gün beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Eğer bu noktada da sana itaat ederlerse, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilmek üzere Allahu Teâlâ’nın kendilerine zekâtı farz kıldığını bildir. Eğer bu noktada da sana itaat ederlerse, onların mallarının en iyisini almaktan ve mazlumun bedduasından sakın. Zira mazlum ile Allah arasında hiçbir perde yoktur.”11
Davette Örnek Olmak Çok Önemlidir
Davette, duruma göre söz ve nasihatlerle birlikte yaşantı yönünden örnek olmak gerekir. Rasûlullah (s.a.v.) Necd tarafına süvâri gönderdi. Bunlar Benî Hanîfe Kabilesi’nden Sümâme b. Üsâl denilen bir adamı getirdiler. Bu zât Yemâmeliler’in reisi idi. Onu mescidin direklerinden bir direğe bağladılar. Derken Rasûlullah (s.a.v.) onun yanına çıkarak: “Nasılsın yâ Sümâme?” dedi. Sümâme şunları söyledi: “Yâ Muhammed, iyiyim. Şayet öldürürsen kan sahibi birini öldürmüş olursun. İhsan edersen şükreden birine ihsan etmiş olursun! Eğer mal istiyorsan hemen dile! Sana dilediğin kadar mal verilir!” Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)yanından ayrıldı. Ertesi gün gelince yine “Nasılsın yâ Sümâme?” diye sordu. O da “Sana söylediğimdir! Eğer ihsan edersen şükreden birine ihsan etmiş olursun! Öldürürsen kan sahibi birini öldürmüş olursun! Mal istiyorsan hemen dile! Sana dilediğin kadar mal verilir!” dedi. Rasûlullah (s.a.v.) yanından ayrıldı. Ertesi gün gelince (tekrar) “Nasılsın yâ Sümâme?” diye sordu. Sümâme “Bende sana söylediklerim var! Eğer ihsan edersen, şükreden birine ihsan etmiş olursun! Öldürürsen kan sahibi birini öldürmüş olursun! Mal istiyorsan hemen dile! Sana dilediğin kadar mal verilecektir!” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) “Sümâme’yı serbest bırakın!” buyurdu. O da mescide yakın bir hurmalığa giderek yıkandı. Sonra mescide girdi. Ve “Allah’tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim! Muhammed’in onun kulu ve Rasûlü olduğuna da şehâdet ederim! Yâ Muhammed, vallahi yeryüzünde (şimdiye kadar) bana senin yüzünden daha sevimsiz bir yüz yoktu! Şimdi senin yüzün bana bütün yüzlerden daha sevimli oldu. Vallahi benim için senin dininden daha sevimsiz bir din yoktu! Dinin de benim için bütün dinlerden daha sevimli oldu! Vallahi, benim için senin beldenden daha sevimsiz bir belde yoktu. Şimdi belden de benim için bütün beldelerden sevimli oldu!..”
12 Burada Peygamberimiz’in yaptığı Sümâme’yi Mescid-i Nebevî’de tutarak Müslümanların tutum ve davranışlarından etkilenmesini sağlamaktır. Başta kendisi olmak üzere sahabiler, Sümâme’ye Müslüman olması için bir telkinde bulunmamışlardır.
Sonuç olarak, davetçi, küçük hesap peşinde koşmamalı ve mükâfatını Allah’tan beklemelidir. Çünkü peygamberler böyle yapmışlardır:
“Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabb’idir.”13
Selam ve dua ile…
Dipnot
Yard. Doç. Dr. Mustafa KARABACAK
1. 16/Nahl, 125.
2. 51/Zâriyât, 55.
3. 20/Taha, 44.
4. 20/Taha, 45.
5. 20/Taha, 46.
6. 48/Fetih, 29.
7. Hâkim et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, Dâru’l-Cîl, Beyrut, 1992, I, 306.
8. 110/Nasr, 1-3.
9. 8/Enfâl, 60.
10. 2/Bakara, 201.
11. Buhârî, Zekât, 1, 63, Meğâzî, 60; Müslim, İman, 29-31.
12. ”Buhârî, Meğâzî, 70; Müslim, Cihad ve Siyer, 59,60.
13. 11/Hûd, 51;26/Şuarâ, 127, 180; 34/Sebe’, 47.