İslâm, Yeniden Doğuş ve Ruh Göçü İnancını Reddeder
“Kendilerinden önce nice nesilleri helâk ettiğimizi; onların artık kendilerine dönmeyeceklerini görmediler mi?”[1] Bu âyet, ölüm ötesi hayatı inkâr edip, “Ruhlar bedenlerden çıktıktan sonra bir başka bedene girerek yaşamaya devam eder.” diyen tenâsüh ehlinin görüşlerini çürütmek için inmiştir.[2] İslâm düşünce tarihinde tenâsüh akîdesine, “yeniden doğuş” mânâsına gelen reenkarnasyon da denir. Tenâsüh, ruh göçü demektir. Hint felsefesinde önemli bir yere sahip olan tenâsüh inancının özünde, çeşitli sosyal topluluklardan meydana gelen kast sistemi vardır. Bu sistemde, insan öldüğü zaman iyi ise, rûhunun bir başka insana, kötü ise, hayvan ve yırtıcı canlıların bedenine geçeceğine inanılır. Bir başka ifade ile ruh göçü, en basit tarifiyle, yapılan kötülük veya iyiliğin karşılığı olarak rûhun bir hayvan veya insan bedenine girerek alçalması veya yükselmesidir. Bu inanca göre; insan rûhu, cesedini terk ettikten sonra, karada, havada veya denizde yaşayan herhangi bir hayvanın bedenine girerek varlığını devam ettirmesi söz konusudur. Bu düşüncede olan insanlar, dünyayı bir imtihan dünyası olarak değil de bir azap dünyası olarak görürler. Temelinde ölüm ötesi hayatı reddeden bu felsefî inanç, bir başka bedende yaşama iddiası üzerine kurulmuştur. Tenâsüh inancında; rûhun bir insan bedeninden diğer bir insan bedenine geçmesine nesh, hayvan bedenine geçişine mesh ve cansız varlıklara intikaline de fesh adı verilmiştir. Ruhların, hak ettikleri cezânın derecesine göre insan bedenine intikâl edinceye kadar diğer varlıkların bedenlerindeki dolaşımı sürer. İlim ve ahlâk olarak kemâle erince de, bütün cismânî bağlardan kurtulur. Bu yeniden doğuşun, çoğunlukla aynı cinsiyette ve yeryüzünde olduğu iddia edilmektedir.[3] Bununla birlikte reenkarnasyonla tenâsüh arasında bazı farklar vardır. Reenkarnasyon inancına göre insan dünyaya gelişmek için, tenâsühte ise, cezâ ve ödül için gelir. Her ikisinde de ortak nokta, rûhun yeniden doğuşunun kabul edilmesi ve ölüm ötesi hayatın reddedilmesidir. Her iki görüşe göre, yeniden doğuş döngüsünün varlığının devam ettirilmesidir İslâm, Ruh Göçü İnancını Reddeder İslâm inancına göre; reenkarnasyon, tenâsüh ve ruh göçü yoktur. Türkiye gibi bazı Müslüman ülkelerde bu inancı savunan çevreler, bâtıl görüşlerini yaymak için Kur’an’dan deliller getirmekte, dinî bilgisi zayıf olan kimseleri etkilemektedirler. Gerek Kur’an’da ve gerekse Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadislerinde güçlü bir âhiret vurgusu vardır. İnsanoğlu dünya hayatını ruh ve bedenle birlikte yaşayacaktır. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah (c.c.), insanın öldükten sonra ruh ve bedenle birlikte bir daha dünyaya dönmeyeceğini ve kıyâmete kadar dönmesinin önünde bir engelin olduğunu bildirmektedir: “Nihâyet onlardan birine ölüm gelince; ‘Rabb’im! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada sâlih bir amel yapayım.’ der. Hayır! Bu, sadece söylediği (boş) bir sözden ibârettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah) vardır.”[4] Şâyet rûhun birden fazla bedene girme imkânı olsaydı, elbette bu geri dönüş için bir fırsat olacaktı. Oysa Kur’an bunun imkânsız olduğunu ifade ediyor, insana hayat olarak tek bir imkânın verildiğini vurguluyor: “İnsan ilk ölümden başka bir ölüm tatmaz.”[5] Şu âyette de aynı vurgu tekrarlanır: “Helak ettiğimiz bir memleket halkının bize dönmemeleri imkânsızdır.”[6] Bu âyetlerden de anlaşıldığı gibi, insanın ölümden sonra tekrar dünyaya gelmesi ya da bir başka bedende yaşaması muhaldir. İslâm inancına göre, Melek İsrafil (a.s.)’ın ikinci sûra üflemesiyle birlikte herkes yeniden kabirlerinden ruh ve bedenle bütünleşmiş vaziyette diriltileceklerdir.[7] Bu ve benzeri âyetler reenkarnasyon iddiasının temelden yoksun olduğunu göstermektedir. Reenkarnasyon inancını savunan çevreler şu âyetin kendi tezlerini desteklediğini savunurlar: “Siz cansız (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya getiren) Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz? Sonra sizleri öldürecek, sonra yine diriltecektir. En sonunda ona döndürüleceksiniz.”[8] İslâm inancına göre, insan öldükten sonar tekrar dirilecek, dünyada yapıp ettiklerinin hesâbını verecek, hesâbın sonuncuna göre ya cennetle ödüllendirilecek ya da cehennemle cezâlandırılacaktır. Bu haberi kabul edip inanmaya fıtrî (tabii, bozulmamış, şartlanmamış) akıl engel değildir. Tam aksine akıl, yok iken yaratıp hayat verenin öldürdükten sonra yeniden hayat vermesinin daha kolay olacağını kıyas metodu ile kolayca çıkarır ve kabullenir. Burada insanlara “cansız nesneler” iken (lafzî anlamıyla “ölüler” iken) hayat verildiği, sonra yine öldürülüp tekrar diriltilecekleri bildirilmiştir. Baştaki “ölüler iken diriltilme” ifadesi bazı kimselerin aklına, ilk ölü olma halinden önce de bir hayatın bulunması gerektiği düşüncesini getirmiştir; buradan da insanların defalarca ölüp başka bir bedende yeniden dünyaya geldikleri (reenkarnasyon, tenâsüh) inancı ortaya çıkarmışlardır. Kur’ân-ı Kerim ve hadislerden bu inancı çıkarmak ve delillendirmek mümkün değildir. Çünkü bir başka âyette inkârcıların, “Ey Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Şimdi günahımızı itiraf etmiş bulunuyoruz, bir çıkış yolu yok mu?”[9] diyecekleri bildirilmiştir “Kur’an âyetleri birbirini açıklar.” kâidesinden hareket ederek Bakara Suresi’nin 28. âyetini ele alırsak bunu, “peşpeşe defalarca ölüp her defasında bir başka bedende dünyaya gelme, dirilme” şeklinde anlamak tutarlı olmaz. Mü’min Suresi’ndeki meâli verilen âyete göre, “Ölmek de iki keredir, dirilmek de iki keredir.” Bu âyetle konumuz olan âyeti aynı olayın iki ayrı yönden açıklanması olarak aldığımızda şu mânâ ortaya çıkar: İnsanlar yaratılmadan, doğmadan önce yokturlar ve bu bakımdan ölü gibidirler; önce bu ölülere, yani yok olanlara varlık ve hayat verilmiştir. Bu “birinci diriltme”dir. Sonra dünya hayatını tamamlayanlar birinci ölümü tadacaklar, bütün dünya insanlarının ve dünyanın ömürleri sona erecek ve kıyâmet kopunca yeryüzünde canlı kalmamış olacaktır. Arkadan sûra üflenecek ve bütün insanlar yeniden diriltilecekler, âhiret hayatına başlamış olacaklardır. Bu da “ikinci diriltme”dir. Özetleyecek olursak insanlar yok iken var edilmişler, sonra dünyada bir kere ölmüşler, kıyâmetten sonra da ikinci defa hayata gelecehlerdir; iki ölüm ve iki dirilme bundan ibarettir. Bu âyetin lafzından, “Yaşayan insan iki kere ölmekte ve her iki ölümden sonra da birer kere diriltilmektedir.” şeklinde de bir anlam çıkarılabilir. Buna göre yaşayan insan eceli gelince ölür, sonra kabirde diriltilir; ilk sorgudan sonra tekrar ölür ve kıyâmetten sonra tekrar diriltilir.[10] Yok iken yaratılma ve can vermeye “ölü iken diriltme” demek mecâzî olduğu için gerçek mânâda iki kere ölme ve dirilme olayı da Mü’min Suresi’ndeki âyette açıklanmış olmaktadır. Ölmek ve dirilmekle ilgili âyetler nasıl yorumlanırsa yorumlansın, ölmenin iki ve dirilmenin de iki kereden ibaret olması sonucu değişmez. Bu vâkıa da reenkarnasyon/yeniden bedenlenme inancına ters düşer, onun aslı olmadığını ortaya koyar.[11] Ruh Göçü İnancının Aklî Bir Temeli de Yoktur Yeniden bedenlenmenin aklî ve ilmî bakımdan da hiçbir delili yoktur. Dünyada yaşayan 6 milyar insanın, daha önce gelip bir başka bedende yaşadıklarına dair bilgileri ve şuurları mevcut değildir. Bu gerçekler karşısında bazı insanların hipnoz veya telkin altında, geçmişlerine aitmiş gibi bazı bilgiler vermelerinin başka açıklamaları olmalıdır. Nitekim kolektif şuur, rüya benzeri görüntüler, cinlerle temas, hâfızanın oyunları gibi nazariyelerle bu tür açıklamalar yapılmaktadır. Kaldı ki reenkarnasyon düşüncesi, suç ve cezânın şahsîliği ilkesine de aykırıdır. Kur’an’a göre herkes kendi yaptığından sorumludur. Bu sebeple, bir başkasının günah yükünü çekemez.[12] Yeniden bedenlenmeye inanan bir insana göre, âhiret diye bir hayattan söz edilemez. Dolayısıyla böyle bir inanç, gerçek anlamda imanla ve özellikle âhiret inancı ile bağdaşmaz. Çünkü reenkarnasyon inancına göre bir insan rûhunun yüzlerce belki de binlerce bedeni olmuş olur. Bu bedenleşme süreci nereye kadar devam edecektir? Ayrıca hiç bir kimse, içinde yaşadığı anda, önceki hayatında misafir olduğu bedeni kesinlikle hatırlamamaktadır. Aksine insan, kendisinde diğer varlıklardan ayrı bir kişiliğe sahip olduğunu gösteren bir benlik şuuru bulunduğunu hissetmektedir. Geçmişi hatırlayamıyorsa reenkarnasyon inancının insana pratik ne faydası vardır? Öte yandan dünya nüfusu hızla artmaktadır. Gitgide çoğalan nüfusa sahip bir dünyada yaşıyoruz. Daha ne kadar artışın olacağı da kesin olarak bilinmemektedir. Eğer gerçekten reenkarnasyon diye bir şey varsa, nüfus sayısının statik olması veya azalması gerekir. Hâlbuki realite bunun aksini göstermektedir. Reenkarnasyon konusunda bir başka çelişki de şurada yatmaktadır: Ölümle birlikte başka bir bedene intikâl eden rûhun kendi karakterine uygun bir bedeni nasıl seçtiği veya buna kim ya da neyin karar verdiği de açıklanamamaktadır. Sonuç olarak, yeniden bedenlenme ya da ruh göçü iddiası, peygamberlerin gönderilmeleri ve semâvî kitapların indirilmeleri hakikati ile de bağdaşamaz. Eğer ruhlar, dünyada başıboş ve hareketlerinde özgür olsalardı, peygamberlerin ve kitapların gönderilmesine ihtiyaç olmazdı. Peygamberlerin Allah'ın varlığı ve birliğinden sonra en büyük dâvâları ebedî hayattır, âhiret hayatıdır. Her insanda ölümsüzlük düşüncesi vardır. Ölümsüzlük, bu dünyada devr-i daim var olmak değil, amel defterimizi kapatmayacak değer üretmektir. Reenkarnasyon ya da tenâsüh inancını savunmak, insanın kendisini inkâr ve hayal kurmasından ibarettir. Reenkarnasyon fikrini hem naslar ve hem de selim akıl reddetmektedir. [1] 36/Yâsîn, 31. [2] Mâtürîdî, Ebû Mansûr Muhammed, Te’vîlâtü’l-Kur’an, Çev. S. Kemal Sandıkçı, .İstanbul, 2018,XII, 92. [3] Bkz. Tahânevî, Muhammed Ali, Keşşâfu Istılahâti’l-Funûn ve’l-Ulûm, Lübnan 1996, I, 512; Yeşilyurt, Çağdaş İnanç Problemleri, Ankara: DİB Yayınları, 2014, s. 142) [4] 23/Mü’minûn, 99-100. [5] 44/Duhân, 56. [6] 21/Enbiyâ, 95. [7] Bkz. 39/Zümer, 68; 52/Tur, 45. [8] 2/Bakara, 28. [9] 40/Mü’min, 11. [10] Bkz. Nesefî, Nesefî, Ebu’l-Muin, Tabsıratü’l-Edille, tah. Hüseyin Atay-Ş.Ali Düzgün, D.İ.B.Y, Ankara, Ankara, 2003, II, 764. [11] Komisyon, Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsiri, Ankara: DİB Yayınları, 2006, I, 96. [12] 17/İsrâ, 15.
Ramazan ALTINTAŞ
YazarŞiâr, sözlükte, “bir şeyin kendisine özgü niteliklerine kılavuzluk eden alâmet, nişan, sembol, parola” anlamlarına gelir. Çoğulu, şeâir olup, bir şeye alem kılınan, bir şeyle alâmetlendirilen he...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Sultan III. Selim Han, dindar, milletini seven, yumuşak huylu, kan dökmekten ve zulümden nefret eden bir şahsiyettir. Hassas tabiatlı, ince ruhlu, temiz kalpli ve cömert bir hükümdardır. Hak eden kişi...
Yazar: Bekir AYDOĞAN
İslâm’ın ilk yılları... Hz. Peygamber (s.a.v.)’ın alenî olarak İslâm’ı açığa vurduğu günlerdi. Hz. Ömer’in İslâm’la şereflendiğini gören Mekke müşrikleri infiâle ve telâşa kapıldılar. Derhal Mekke müş...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
İnsan Arapça bir kelime olup "üns” ve "nesy” terimlerinin müşterek bir terkibidir. Üns yabanîliğin aksine; yakınlık, sevecenlik, ülfet ve alâka anlamlarına gelir.[1] Bu duygu insanın hemcinsleriyle v...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ