İSLÂM İTİKADINA GÖRE RÛH VE MÂHİYETİ
Ruh ve mâhiyeti konusunda akıl yürütmeler insanlığın tarihi kadar eskidir. En ilkel toplumlardan en gelişmiş toplumlara varıncaya kadar rûh meselesi hep tartışıla gelmiştir. Şüphesiz bunda en etkili faktör, ölüm ve ötesi ile ilişkinin varlığını tesbit etmek merakı ve çabasıdır. İnsanlık tarihi boyunca rûh ve rûhun mâhiyeti bakımından yapılan tartışmalarda belli başlı iki zihniyetin ortaya çıktığını görüyoruz. Bunlardan ilki, rûhun bedenle birlikte yok olacağını savunan tabiatçılar: ikincisi ise rûhun varlığını kabul etmekle birlikte tanımında ve mâhiyetinde ihtilâfa düşen inananlardır.
İslâm’ın ilk yıllarında gerek Müslümanlar ve gerekse gayr-i müslimler tarafından Hz. Peygamber (s.a.v.)’a itikatla ilgili bazı sorular sorulmuştur. Günah, Zü’l-karneyn, ashâbu’l-kehf, kıyâmet günü ve alâmetleri gibi soruların yanında, özellikle Yahudiler tarafından insana canlılık kazandıran rûhun mâhiyeti hakkında sorular sorulmuştur. İşte Yahudilerin Hz. Peygamber (s.a.v.)’a rûhun mâhiyeti hakkında sordukları soru üzerine şu âyet nâzil olmuştur:
“Sana rûh hakkında soru soruyorlar. De ki: ‘Rûh, Rabb’imin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir.”1
Latif Bir Cisim
Sözlükte rûh; “can, nefes ve güç” anlamına gelir. Terim olarak, “bedenin zıddı olan, insanın cevherini ve özünü oluşturan, onu insan yapan ve diğer bütün varlıklardan ayrı olmasını sağlayan soyut varlık” olarak anlaşılmıştır. Ayrıca “latif bir cisim” olarak tanımlayanlar da olmuştur. Kur’an-ı Kerim’de rûh sözcüğü çeşitli anlamlara gelir. Bunlar sırasıyla vahiy
2, kuvvet, sebât ve yardım,
3 Cebrâil,
4 Yahûdilerin Rasûlullah’tan sordukları, özellikle insanın mânevî cevheri ve özü
5 ve Meryem oğlu Mesih mânâsınadır.
6 Kur’an’da insanoğlunun rûhu ise, “nefs” olarak bildirilmiştir.
7 İnsan bedeniyle ilişkili olan ve asıl tartışmalara konu olan rûh, “
Rabb’in emrinde olduğu bildirilen” rûh, insanı canlı varlık yapan, bedeni yöneten rûhtur. Ayrıca “nefs” de rûh mânâsına gelir.
İbn Kayyım el-Cevziyye’ye göre nefs, canlılık faaliyetlerini yürüten ‘hayvânî rûh’a denir. Bu uyku halinde bedenden çıkar ve insan uyanınca bedene geri döner. Ölüm anında ise nefis tamâmen bedenden ayrılır. Nefis ile rûh arasındaki fark, zatla ilgili değil, sıfatlarla ilgilidir.
8 Bir başka görüşe göre rûh ilâhî bir varlık, nefis ise insânî bir varlıktır. İnsanlar nefisleriyle denenirler. Beden ve nefsin ölümüyle birlikte rûh ölmez. Rûhlar insanlara benzer. Elleri, ayakları, gözleri, kulakları ve dilleri vardır.
9
Yakaza Halindeki Rûh
İnsan bedeni, rûhun kalıbıdır. İnsan uyanık olduğu zaman rûh bedendedir. Rûh, bedenden taalluku ile ayrıldığı zaman insan uyur. Beden uykuda iken rûhlar rüyalar görür. Eğer gördüğü rüyalar semâda gerçekleşiyorsa, bu sahih rüyadır. Çünkü şeytanlar semâya yol bulamaz. Nitekim Kur’an’da semâdaki gizli konuşmalara ve sırlara vâkıf olmak isteyen şeytanların taşlanarak uzaklaştırılacağına dair âyetler vardır.
10 Eğer rûh rüyayı semânın dışında görürse, bu şeytanın atmasındandır. Rûh, bedene döndüğü zaman insan uyanır.
11 Buna yakaza halindeki rûh da denir. Bir diğeri de hayat adı verilen rûhtur. “Canlılık rûhu” diyebileceğimiz bu rûhun bedendeki fonksiyonu, bedene canlılık kazandırmaktır. Hayat rûhu bedende olduğu müddetçe beden diri kalır, ayrıldığı zaman ise beden ölür. Tekrar bedene dönerse canlılık da dönmüş olur. Özellikle insanın bedeninde bulunan bu iki rûhun yeri, Allah muttali kılmadıkça bilinemez Bu ikisinin durumu bir annenin karnındaki iki ceninin durumu gibidir.
12 Dolayısıyla insan bedeninde yakaza ve hayat adı verilen bu rûhun yeri bilinmemektedir.
Rûh, mâhiyet itibariyle maddî bir hüviyette olan bedene muhâliftir. Can ve insânî nefis adı verilen rûhlar, nûrânî, latîf ve şeffaf bir yapıdadır.
13 Başta İmâmü’l-Harameyn el-Cüveynî olmak üzere Ehl-i Sünnet kelâmcılarının çoğunluğunun görüşü olan
14 bu tarifin, rûh hakkında yapılan tanımlamaların en doyurucusu olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim İbn Kayyım da er-Rûh adlı meşhur eserinde rûhun mâhiyetine yönelik bu görüşün en doğru; Kitap, sünnet, icmâ, akıl ve fıtrata da en uygun olduğunu söyler.
15
Rûhun cesetlerden ayrı bir varlığının olduğu bir gerçektir.
“Hele can boğaza dayandığı zaman o vakit siz bakar durursunuz,”
16 âyeti, ruha;
“…Size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak.”
17 âyeti de
hayat adı verilen canlılık rûhunun varlığına;
“Allah ölenin ölüm zamanı gelince ölmeyenin de uykusunda rûhları alır. Bu sûretle hakkında ölümle hükmettiği (rûhu) tutar, ötekini muayyen bir vakte kadar (bedene) salıverir.”
18 âyeti ise, hem
yakaza ve hem de
hayat adı verilen rûhun varlığına delil teşkil eder. Bütün bu âyetlerden anlaşıldığına göre hayat adı verilen can ve rûh ayrı ayrı iki cevherdir. Canla beraber bu rûh bedenden ayrıldığı zaman insan ölür. Can (hayat) adı verilen rûh bedenin ölümüyle birlikte ölmez ve semâya kaldırılır.
19
Kabirde rûhlar cesetlerden tecrit edilmiş bir vaziyettedir. Kabirde Münker-Nekir isimli meleklerin sorgulaması için rûhlar bedene iâde edilir. Kabirlerden diriliş ve haşr yaklaştığı zaman yakaza adı verilen rûh ölür. Bundan sonra kırk yıl müddetçe uyurlar. İşte ikinci sur’a üflenmesiyle birlikte yakaza adı verilen rûh bedene tekrar iâde edilir. Bunun üzerine âyette vurgulandığı gibi kâfirler, “
Bizi tatlı uykumuzdan kim uyandırdı?” derler.
20
Rûh ve Bedenden Müteşekkil Bir Varlık
İnsan rûh ve bedenden müteşekkil olan bir varlıktır. Rûh ister tek ve isterse birden fazla kategoriye ayrılarak izah edilsin, rûh adı verilen mânevî bir cevher vardır. Bu cevherin varlığı konusunda, kabul edenler açısından hiçbir problem yoktur. Problem, rûhun mâhiyeti konusunda ortaya çıkmaktadır. Rûh mes’elesi dinin öğrenilmesi gereken zorunlu ana konularından olmadığı için varlığını kabul ettikten sonra rûhun mâhiyeti ve hakikati konusunda nasıl itikâd olunursa olunsun tevhîde aykırı bir inanç meydana gelmez.
Sonuç olarak, mâhiyetini tam olarak kavrayamadığımız rûh, bizim Yüce Allah’la temas kurmamızı sağlar. Şüphesiz o, Yüce Allah’ın bizi bilgilendirdiği gibi, “Kendi rûhundan bir tecellî” olup, insanın çamuruna yerleştirmiştir.
21 Bu âyetlerde rûh, Allah’a izâfe edilmiştir. Bu izâfet, onun Allah tarafından yaratıldığına bir işarettir. Rûh, bu izâfet sayesinde benzerlerinden şereflenme ve özelleştirilme ile ayrılmıştır. Bu sebeple bazı âlimler, insan rûhunun vasıfları, Allah’ın sübûtî sıfatları ve O’nun güzel isimleri arasında bir müşâbehetin/benzerliğin varlığından bahseder.
22 Tabii ki buradaki müşâbehetin varlığı, mâhiyete dayalı değildir. Allah’ın isimleri Kendi ulûhiyetine yakışır bir tarzda, insanın rûhunun vasıfları ise, ubûdiyete yakışır bir tarzdadır. O halde, bedenle rûhun ilişkisi, zeytinyağının zeytindeki, gülyağının güldeki durumu gibidir.
Her şeyin doğrusunu ve murâdını Yüce Allah daha iyi bilir.
Dipnot
* Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ
1. 17/İsrâ, 85.
2. Bk. 42/Şûrâ, 52; 40/Mü’min, 15.
3. Bk. 58/Mücâdile, 22.
4. Bk. 26/Şuarâ, 93; 2/Bakara, 97; 16/Nahl, 102.
5. Şu âyetlerde geçmektedir: 78/Nebe’, 38; 97/Kadir, 4.
6. Bk. 4/Nisâ, 171.
7. Bk. 89/Fecr, 27; 75/Kıyâme, 2; 12/Yûsuf, 53; 6/En’âm, 93; 91/Şems, 7; 3/Âl-i İmrân, 185.
8. Bk. İbn Kayyım el-Cevziyye, er-Rûh, Beyrut, 1991, s.423.
9. Bk. İbn Kayyım, a.g.e., s.464.
10. Bk. 67/Mülk, 5; 15/Hicr, 17.
11. Bk. İz b. Abdüsselâm, Beyânü Ahvâli’n-Nâsi Yevme’l-Kıyâme, Dımeşk, 1995, s.22.
12. Bk. İz b. Abdüsselam, a.g.e., s.23.
13. İz b. Abdüsselam, a.g.e., s.24
14. Bk.Cüveynî, Ebu’l-Meâli, el-İrşâd ilâ Kavâtıı’l-Edille fî Usûli’l-İ’tikâd, Kahire, 1950, s.377.
15. Bk. İbn-i Kayyım, er-Rûh, s.392.
16. 56/Vâkıa, 83-84.
17. Bk. 32/Secde, 11.
18. Bk. 39/Zümer, 42.
19. Bk. İz b. Abdüsselam, Beyânü Ahvâli’n-Nâsi yevme’l-Kıyâme, s.25.
20. Bk. İz b. Abdüsselâm, a.g.e., s.26.
21. Bk.32/Secde, 7-9; 38/Sâd, 72; 15/Hicr, 28-29.
22. Bk. İz b. Abdüsselam, Beyânü Ahvâli’n-Nâsi Yevme’l-Kıyâme, s.24.