İSLÂM BİRLİĞİNİN VAHDETİN OLUŞUMUNDA KARDEŞLİĞİN ROLÜ
İslâmî birliğin oluşumunda kardeşliğin merkezî bir rolünün olduğu mâlumdur. İslâm gelmeden önce onun ilk muhâtabı olan Arap toplumunu bir arada tutan birtakım değerler elbette vardı. Ancak İslâm geldikten sonra o toplumda insanlar iki temel kategoriye ayrıldılar: Mü’minler ve müşrikler.
İslâm’ın geldiği Arap toplumu, İslâm gelmeden önce, tarih boyunca ciddî bir devlet oluşturamamıştır, kanun yapamamış ve iç huzuru bir türlü sağlayamamıştır. Tarihçilerin kaydettiğine göre; Arap toplumu kabîleler halinde, kavmiyetçilik taassubu içerisinde ve puta taparak hayatlarını sürdürmekte idiler. O günün Araplarının en büyük özellikleri arasında çapulculuk, yağmacılık, sudan bahânelerle kan dökme, kabîle değerlerini her şeyden üstün tutma gibi şeyler sayılabilir.
Buradan anlaşılmaktadır ki, İslâm öncesinde Arapları bir araya getiren en önemli iki faktör kabîlecilik ve puta tapıcılıktır. Diğer bir ifade ile Araplar iki şeyde birleşiyorlardı. Bunlardan birisi kabîle menfaati ve kabîlecilik duygusu, ikincisi ise putlara tapma hususundaki fikir ve eylem birliği idi. Ancak bu iki faktörün toplumu gerçekten bir arada tutmaya ve insanlar arası vahdeti sağlamaya elverişli olmadığı tarihen sabittir.
- Kabîlecilik: Her şeyden önce bu faktör sadece aynı kabîleden olan insanları birbirine yaklaştırabildiğinden oldukça bölgesel ve etki sahası dar gözükmektedir. Ayrıca bir kabîlenin kabîlecilik sâikiyle kendi kabîlesine sahip çıkması diğer kabîlelerle haklı ya da haksız olarak kavga etmesine yol açmakta idi. Çünkü Araplar kendi kabîlelerinden olana gösterdikleri iyi davranışları başka kabîleden olana göstermemekte idiler. Arapların, “Kardeşin zâlim de olsa mazlum da olsa ona yardım et.” sözünden anlaşılan da budur. Öyleyse putperest olmakta ortak olan insanların karşılıklı menfaatlerde kabîle kabîle ayrılıp, davranış birliği göstermemeleri söz konusu ise, bu, kabîleciliğin vahdete/birliğe engel olduğunu ve birliği sağlamaya yeterli olmadığını göstermektedir.
- Puta Tapıcılık: İslâm öncesi Araplarında özellikle Amr b. Luhayy isimli şahsın Suriye’den değişik put modellerini getirmesinden sonra yoğun bir puta tapıcılığın baş gösterdiği bilinmektedir. İlk etapta Araplar puta tapmakla sanki bir gaye etrafında birleşmiş ve birlik sağlamış görülebilirler. Ancak her kabîlenin değişik bir putu olduğu ve Kâbe’de 360 tane putun bulunduğu hatırlanırsa Arapların İlah birliği de yapamadıkları, yani putların da birliği sağlamaya yetmediği rahatlıkla anlaşılabilir.
Şimdi esas konuya geçelim ve vahdetin oluşumunda İslâm kardeşliğinin rolüne bakalım.
Tarihte bir türlü toplumsal birliği sağlayamayan Araplara gönderilen son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)’ın temel hedeflerinden biri toplumsal birliği sağlamak idi. Bu konuda gelen âyetler de bütün toplum kesimlerine hitap ederek hep birlikte Allah’ın ipine sarılmalarını emrediyordu. Çünkü daha önce kabîlecilik ve puta tapıcılığın sağladığı kısmî birlik, iyi hedeflere hizmet etmiyordu. İslâm’ın kuracağı birlik ve vahdet ise insanlığın hayrını ve kurtuluşunu hedefliyordu. Zira her şeyden önce bütün insanlığın, özellikle iki türlü birliğe ihtiyaçları vardı. Bunlar da İnanç birliği ve toplumsal birlik idi. Acaba İslâm bu iki birliği nasıl sağladı? Bu soruyu kısaca şöyle cevaplayabiliriz:
- İnanç Birliği: Kur’an-ı Kerim, Arap topluluğuna geldiğinde onların tapmakta olduğu bütün sahte ilahlarını reddetti. Onların sahte tanrılar olduklarını, insanlara fayda ve zarar vermeyeceklerini kendine mahsus ilâhî üslubuyla açıkladı ve insanlara gerçek ilâhı yani Allah’ı şöyle tanıttı: “Sizin ilâhınız ancak bir olan ilâhtır. Ondan başka ilâh yoktur o Rahmân ve Rahîm’dir.”1, “De ki; ‘Allah birdir.”2 , “Allah’tan başka ilâh çağırmayın, Allah’tan başka ilâh yoktur. O’nun zâtı müstesnâ her şey yok olacaktır. Hüküm O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz.”3 Bu ve bunlara benzer Kur’an âyetlerin insanların yönelmesi, bağlanması ve ibadet etmesi gereken Allah’ın Bir olduğunu ve insanların ancak bu Allah’a kulluk etrafında birleşebileceklerini ilan etmiştir. Böylece Allah yerine konulan bütün sahte ilâhlar reddedilmiş ve insanlara gerçek ilâhları tanıtılmıştır.
- Toplumsal Birlik: İslâm insanlar, özellikle de Müslümanlar arası birliği sağlamak için, değişik yollar ortaya koymuştur. Bunlardan en önemlisi şüphesiz kardeşliktir. İnsanların kabîlelerine makam, mevki ve nüfüzlarına göre değer kazandıkları ve hürmet gördükleri bir dünyada insanlara bütün ırkî bağlardan, renk ve dil farklılıklarından, zengin ve fakir ayrımından kurtararak gerçek birliğe götüren ve bu birliği sağlayan çok kuvvetli bir faktör elbette gerekliydi. İşte İslâm bunu sağlamak için yukarıdaki farklılıkları tamâmen ortadan kaldıran “İslâm kardeşliği” esasını getirdi. Zira derilerinin renkleri, dilleri, kabîleleri, kültür ve gelenekleri, makam ve mevkileri tamamen farklı olan insanları bir tek çatı altında toplayabilecek, onların birliğini sağlayacak yegâne faktör “din kardeşliği”dir. İslâm bunu, “Ancak mü’minler kardeştir/Mü’minler ancak kardeştir.”4 esası ve emr-i ilâhîsiyle ilan etmiş ve yerleştirmiştir. Âyet-i kerîmenin mü’minleri kardeş ilan ederken nesep kardeşliğini dikkate almadığı dikkat çekicidir. Nesep kardeşliği inkâr edilmemekle birlikte burada farklı, özellikli ve gerçek bir kardeşliğe dikkat çekilmektedir ki, o da “inanç/din kardeşliği”dir. Yine âyete göre din kardeşliğinin nesep kardeşliğinden üstün olduğu da anlaşılmaktadır. İslâm birlik için kardeşliğe büyük önem verdiğinden dolayıdır ki, Medîne’ye hicret edildiğinde Hz. Peygamber (s.a.v.) mü’minler arasında muâhat/kardeşlik anlaşmasını yapmıştır. Daha başka faktörler ve anlaşmalar varken Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kardeşlik antlaşmasına başvurması bunun önemini anlama bakımından yeterli ipucunu vermektedir. Hatta bu ilk antlaşmada Muhâcirlerden bir Müslüman Ensârlardan birine kardeş yapılıyor ve Ensârın malı kendisi ile Muhâcirden olan kardeşi arasında yarı yarıya pay ediliyordu. Dahası bu antlaşmanın imzalandığı ilk günlerde bu antlaşmaya dâhil olan kardeşler birbirine vâris bile olabiliyorlardı. Ancak daha sonra Ahzâb Sûresi’nde yer alan bir âyetle bu hüküm değiştirilmiştir.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki, Medîne’de yapılan anlaşmada kardeşlerin birinin sırtından geçinme ve onu sömürme anlayışı içerisinde olmadıklarını görmekteyiz. Yani Muhâcirler, “Nasıl olsa kardeşim bana malının yarısını verdi öyle ise ben de sadece bunu işletip yiyeyim.” demiyorlardı. Kendi el emeği ile çalışıp geçimini temine çalışıyordu. Meselâ Abdurrahman b. Avf ile kardeş olan zat Abdurrahman’a, “Kardeşim al malımın yarısı senin istediğin gibi tasarruf edebilirsin.” dediği zaman Abdurrahman (r.a.) ona, “Bana pazarın yolunu göster, bir şeyler alıp satayım.” diyor, pazara gidip bir şeyler alıp satarak iktisâdî durumunu düzeltiyor ve kendine bütün samimiyetiyle bağrını açan kardeşine yük olmak istemiyordu. Allah (c.c.) da Kur’an’da bu ilk örnek İslâm kardeşlerini şöyle bize anlatıyor:
“Ve onlardan önce o yurda (Medîne’ye) yerleşen, imana sarılanlar (Ensâr) kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç (eğilimi) duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, (göç eden yoksul kardeşlerini) öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarına erenlerdir.”5
İşte bu esaslara bağlı olan İslâm kardeşliği birliğinin ilk meyvesini Bedir Savaşı’nda gösteriyordu öyle ki, kardeş öz kardeşine, baba oğluna ve kabîle kabîlesine karşı savaşıyor ve böylece kardeşliğin dünyada misli görülmemiş numûnesini veriyorlardı. Baba ile oğlu, kardeş ile kardeşi karşı karşıya getiren bu savaş İslâm kardeşliğinin nesep kardeşliğine tercih edildiğini göstermektedir.
Kardeşin kardeşe düşman olduğu -dün olduğu gibi- bugün de insanların makam ve mevkilerine, siyâsî nufüz ve maddî güçlerine göre değer kazandıkları, güçlünün zayıfı ezdiği, zâlim güçlerin mazlumları inim inim inlettiği, Müslümanların çeşitli hiziplere ayrılarak birbirlerine düşman kesildiği ve birliğin bozulduğu bu çağda insanları gerçek mutluluğa erdirecek, Müslümanlar arasında vahdeti tesis edecek ve onları küfre karşı tek yumruk haline getirecek ve
“Zafer inananlarındır.”, “İnanıyorsanız en üstün sizsiniz.” sırrına erdirecek yegâne faktör İslâm kardeşliğidir. İslâmî birliği sağlayacak en etkin araç budur. Zira Allah bunu emretmiş, Hz. Peygamber (s.a.v.) bu prensibi uygulamış ve tarih buna şâhit olmuştur. Bu kardeşlik rûhu olmadıktan sonra Müslüman milletler dünyayı ve insanlığı sömüren güçlerin oyuncağı olmaya mahkûmdurlar.
Dipnot
Prof. Dr. Abdullah KAHRAMAN
1. 2/Bakara, 163.
2. 112/İhlâs, 1.
3. 28/Kasas, 88.
4. 49/Hucurât, 10.
5. 59/Haşr, 9.