İMANIN BİR GÖSTERGESİ OLARAK “ŞEHİTLİK”
İman-küfür, hak-bâtıl mücadelesi, ilk insanla birlikte başlamış ve kıyâmet gününe kadar da devam edecektir. Bu sebeple Müslümanın bakış açısına göre hayat, iman ve cihattan ibarettir. Cihat, kişinin fikrî inkişâfını geliştirme, mânevî hayatını kötülüklerden arındırma, içindi yaşadığı toplumu kalkındırma ve vatanın tehlikeye girdiği bir zamanda vatan savunmasıdır. Bu da güçlü bir iman ve irâde eylemiyle gerçekleşir. İman olmazsa, insan en büyük fedakârlık olan ne malını ve ne de canını Allah yolunda seferber edemez. İşte var olma mücadelesinde canını ortaya koyarak şehâdet şerbetini içmek bir iman ve adanmışlık davasıdır. Tarih boyunca Müslüman toplumlarda, Allah katında şehitliğin ve gâziliğin derecesi yüksek olduğu için, “Ölürsem şehit, kalırsam gâzi” inancı hep yaşatılmıştır. Kur’an-ı Kerîm’de buna, “iki güzellikten birisi” adı verilmiştir.1 İşte bu makâlemizde imanın bir göstergesi olan şehitlik inancı üzerinde duracağız.
Abdullah İbn Abbas (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Uhut Savaşı’nda kardeşlerinize şehitlik isâbet edince Yüce Allah onların ruhlarını yeşil kuşların içine yerleştirdi. (Bu ruhlar yeşil kuş suretindeki taşıyıcılarına binerek) cennet nehirlerine uğrar, meyvelerinden yerler, (sonra) arşın gölgesinde asılı olan altından kandillere dönerler. (Şehitler) yediklerinin, içtiklerinin ve kaldıkları yerin güzelliğini görünce, ‘Bizim cennette diri olup da (şehâdetten dolayı cennet nimetleriyle) rızıklandırıldığımızı cihâda yönelmeleri ve harpten korkup kaçmamaları için (dünyada bulunan) kardeşlerimize iletecek kim var?’ derler. (Bunu üzerine) Her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Rabb’imiz, ‘(Bunu) sizden onlara ben eriştireceğim.’ buyurarak şu âyetleri indirir:2 ‘Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler.”3 Hz. Peygamber (s.a.v.)’dan gelen rivâyetlerden öğrendiğimiz kadarıyla, cennete giren hiçbir kimse, dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Ancak şehitler bundan müstesnâdır. Şehitler, âhirette gördükleri aşırı itibar ve ikramdan dolayı, tekrar dünyaya dönmeyi ve defalarca şehit olmayı arzu ederler.4
Bilindiği gibi dinimizde Allah yolunda ölen kimselere “şehîd” ismi verilir. Şehidin eyleminin adına, “şehâdet” denilir. Allah’ın en güzel isimleri arasında yer alan eş-Şehîd ismi O’nun hakkında kemâlat; mü’minler için izâfiyet ifade eder. Mü’min Allah yolunda sevdiği canını fedâ ederken, aynı zamanda bu şahitliğine bütün duygu ve duyularıyla vâkıf olduğu için şehitlik sıfatını elde eder. Şehitler ruhlarını/canlarını Allah’a teslim ederken yanlarında meleklerin hazır bulunmasından dolayı, kendilerine “hazır bulunulan kimse” denmiştir.5 Şehitler ruhlarını verirken, yanlarında hazır bulunan melekler, hem bu âna tanıklık ederler ve hem de onlara müjdeler verirler: “Rabb’imiz Allah’tır.” deyip sonra da doğrulukta devam edenlere, onlara melekler ölümleri anında, “Korkmayınız, üzülmeyiniz, size söz verilen cennetle sevinin, biz dünya hayatında da, âhirette de size dostuz. Burada canlarınızın çektiği, umduğunuz şeyler, bağışlayan ve acıyan Allah katında bir ziyâfet olarak size sunulur.” diyerek, inerler.6 Yine şehitler, Allah’ın kendilerine hazırlamış olduğu sayısız nimetlere de tanıklık ederler. Bunun için, “Allah yolunda öldürülenlere ölüler denmez.”7
Şehidler “Şevâhidü’l-Hak”tır. Onlar, Allah’ın adını yüceltme davasında hayatlarını fedâ etmekle, Var Eden’in varlığına tanıklık etmiş olurlar. Hz. Peygamber (s.a.v.)’den gelen bir rivâyette, “Sizden biriniz karıncanın ısırmasından ne kadar acı duyarsa, şehit olan kimse de o kadar acı duyar.”8 buyrulmak suretiyle şehitlerin şehâdetleri sırasında acı hissetmeyecekleri beyân edilmiştir. Her biri bir cennet kuşu misâli olan şehitler, doğrudan cennete uçarlar. Çünkü onlar, en sevdikleri canlarını Allah yolunda fedâ ettikleri için kendilerine nimet verilen kimselerle birlikte özel ikram ve taltiflere mazhar olacaklardır. Nitekim Kur’an’da şehitlerin mertebesi şöyle ortaya konulmuştur: “Kim Allah’a ve Peygambere itâat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, Sıddıklarla, şehitlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.”9
“Şehitler Ölmez” İfadesini Nasıl Anlamalıyız?
Şehitler hayat sahibidirler. Bir kimsede canlılığın/hayatın belirtisi, onun hareket etmesi ve bir takım faâliyetlerde bulunmasıyla ölçülür. Ölümün alâmeti ise, donukluk ve sükûnet halidir. İşte Kur’an’ın diliyle, şehitler hayat sahibi oldukları için, toplum üzerinde büyük tesirler uyandırırlar. Onların, vatan, bağımsızlık, iman ve din uğruna canlarını seve seve vermeleri hasebiyle, uğruna canını verdikleri davaları daha fazla büyür ve gelişme kaydeder. İşte “şehitler ölmez” ifadesinin anlamı, onların geride bıraktıkları bu hareket ve faaliyettir.
Şehitler, diridirler. Bu sebeple hakîkî şehitler yıkanmazlar. Onların kefenleri şehitlik elbisesidir. Yıkamak, cesedi temizlemektir. Onlar ise, mânevî anlamda temizdirler. Yarın kıyâmet gününde kabirlerinden kalkarken şehitlerin rengi kan renginde olacak, kanları ise, misk gibi kokacaktır. Onun için bizim bayrağımızın rengi, aynı zamanda şehitlerimizin kanlarının bir sembolü kabul edilir.
Şehitler, diridirler. Onlar fiziksel anlamda ayrılıklarıyla, çok sevdiği yakınlarını, anne-babalarını ve akrabalarını üzmezler. Onların ayrılışları kalplere zor gelmez. Çünkü onlar, içimizde mânen yaşamaya devam ederler. Enes b. Mâlik’ten rivâyet edildiğine göre, Berâ kızı Rübeyyi’in annesi Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelerek: “Ey Allah’ın Nebîsi! Hârise’nin halinden bana haber vermez misin? Ona Bedir günü serseri bir ok dokunarak öldürmüştü. Eğer oğlum cennete ise (bu acıya) sabrederim, yok eğer cennette değilse, ona gücüm yettiği kadar ağlamağa çalışırım, demişti. Bunun üzerine Allah Rasûlü de,
“Ey Hârise’nin annesi, cennette birçok yüksek dereceler vardır, oğlun bunlardan birisi olan Firdevs-i A’lâ denilen en yüksek dereceye erişti.” buyurmuştu. Bu cevap üzerine kadıncağız, “İyi iyi Ey Hârise, ne mutlu sana!” diye dönüp gitmişti.
10 Bugün de şehit cenazelerinde anaları, bacıları, nişanlıları ve eşleri görüyoruz. Büyük bir metânet, sabır ve onur içinde şehidinin arkasından ağlamayacağını söylüyorlar. Bu yüce ahlâkî duruş, bu onurlu duruş, sahâbe kadını Ümmü Hârise’nin duruşu gibi bir duruştur. Sahâbe inancı, budur işte.
İslâm’da şehitlik yüce bir mertebe olduğu için her mü’min duasında Yüce Allah’ın kendisine şehitliği nasip etmesini ister. Onların bu durumu Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır:
“Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü aslâ değiştirmemişlerdir.”11
Bu âyette anlatılan ruhla Çanakkale’yi geçilmez kılan ruh birbirleriyle ne kadar da örtüşüyor. Çanakkale’de düşmanla Mehmetçiğin siperleri arasında sekiz metrelik bir mesafe vardır. Şehit olmak muhakkak. Birinci siperdekilerin hepsi şehit düşüyor. İkinciler ise, onların üzerine gidiyor. Yaralıları, ölenleri, yani şehit olanları görüyor. Kendisinin de kısa bir süre sonra sonunun aynı olacağını, öleceğini bilmesine rağmen, en ufak bir gevşeklik yok, sarsılma yok, cihad rûhuyla dopdolu bir duruş var. Mütevekkil bir edâ bu. Bilenler Kur’an okuyor, bilmeyenler gönül ve dillerini birleştirerek kelime-i şehâdet ve tekbir getiriyor. Âdetâ cenneti, namlularının ucunda görüyor bu kahramanlar. Acabâ namlularının ucundan cenneti gören bir ordu yenilebilir mi?
Bu Çanakkale öyle bir yer ki, uğruna 57. Alay fedâ ediliyor. Entelektüel bir kitledir, bu alay. “Biz Anafartalar’a Darülfünûn’u gömdük.” sözü, bunlar hakkında söylenmiştir. Tıbbiyeliler, Harbiyeliler orada. 1915’de Darülfünûn mezun vermiyor. On beşliler, liseliler orada. Balıkesir, Konya, Galatasaray, İzmir Liseleri mezun vermiyor o yıllarda. Henüz bıyıkları bile terlememiş bütün bu Anadolu yiğitleri, genç evlatlarımız, Çanakkale’de şehit düşmüşlerdir. Bu fedakârlığı, bu cengâverliği, bu kahramanlığı gören Yahya Kemal mısralarında Çanakkale şehitleri hakkında şunları söyleyecektir:
Şu kopan fırtına Türk Ordusu’dur Ya Rab,
Senin uğrunda ölen ordu, bu ordudur Ya Rab,
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın
Gâlip et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın.
Çanakkale Muhârebeleri, Ehl-i salîb’in İslâm’ı ve bu yurdu haritadan silme girişimlerinin adıdır. Çanakkale ruhu, bizim dirilişimizin arkasındaki güçtür, projedir. Millî şairimiz Mehmet Akif, Çanakkale’de savaşan mücâhitleri/Mehmetçiği Bedr’in Aslanları’na benzetir:
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor tevhîdi,
Bedr’in Aslanları ancak bu kadar şanlı idi.
Bir nevi Çanakkale Bedir, orada savaşan İslâm askerleri, Allah’ın kendilerinden râzı olduğu sahâbeler gibidir. Elbette burada bir teşbih yapılmaktadır. Düşünelim, Hz. Peygamber (s.a.v.) ve İslâm’ın ilk bağlıları ilk defa Bedir’de müşrik ordusuyla karşı karşıya gelmişlerdir. Başkomutan Hz. Peygamber (s.a.v.), savaşı yöneteceği karargâh konumunda olan çadırına çekilmiş, gözyaşları içerisinde sabaha kadar Rabb’ine ellerini açarak,
“Ey Allah’ım! Bu sana inanmış sayıca küçük topluluk burada yok olursa, sana yeryüzünde ibadet edecek kimse kalmayacak, bize yardım et, İslâm yeryüzünden silinmesin!” diyerek gözyaşları içerisinde duâ etmişti. Evet, Bedir geçilirse, sonuçları korkunç olacak, ama Bedir’de zafer olursa sonuçları bütün dünyayı İslâm’ın lehine değiştirecek, etkileyecekti. İşte Bedr’in Aslanları bu ruhla cihat etti ve müşrikler büyük mağlubiyet acısı tattılar. İslâm bu tarihi dönüm noktasında dünyaya yeniden açıldı.
Sonuç
O halde gelin millet olarak genç evlatlarımıza İslâm’da cihat, şehitlik ve gâzilik gibi değerlerimizi doğru bir şekilde anlatalım. Unutmayalım ki, İslâm’ın ve Müslüman milletimizin tarihinde elde edilen büyük zaferlerin arka planındaki mânevî güç sağlam iman, güçlü irâde ve şehâdetin en yüksek bir değer olarak kabul edilmesi vardır. Hâlâ bu topraklarda varoluşumuz, şehitlik ruhunu yaşatmamızdan kaynaklanmaktadır. Mütefekkir Nurettin Topçu’nun ifade ettiği gibi, “Büyük mezarların üstünde büyük vatanlar vardır. Büyük ölüleri olmayan milletler ebedî olamazlar.” İşte o büyük ruhlar, yağmur taneleri gibidir, toprağımıza bereket getiren. Çünkü o büyük ruhlar; yıldızlar gibidir, ay gibidir, güneş gibidir yolumuzu aydınlatan. İşte bu vatan o yüzden büyüktür. Bu vatanda varoluşumuz, hayatın iman, cihat ve şehâdetten geçtiğine olan inancımızdandır.
Dipnot
* Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ
1. 9/Tevbe, 52.
2. Müslim “İmâre” 169; Tirmizî “Fedâihu’l-cihâd”13; Dârimî, “Cihad” 18.
3. 3/Âl-i İmrân, 169-170,
4. Buhârî, “Cihâd” 5.
5. Isfehânî, Râgıb, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, İstanbul, 1986, s. 394.
6. 41/Fussilet, 30.
7. Bkz. 2/Bakara, 154.
8. Bkz. Nesâî, Sünen, “Cihad” 35; İbn Mâce, Sünen, “Cihâd” 6.
9. 4/Nisâ, 69.
10. Tecrîd-i Sarih, VIII, 279.
11. 33/Ahzâb, 23.