‘İLK MÜSLÜMAN’ SON PEYGAMBER’DİR!
Batı kaynaklarında Allah’ın Rasûl’ünü anlatan çok sayıda, eseri inceledim, taradım ve aldığım notlarla; “Batıdaki Hz. Rasûl” adıyla bir çalışma yaptım. Okuduğum bunca kitap içerisinde benim dikkatimi çeken ve biraz da merakımı arttıran Lesley Hazleton’un ‘İlk Müslüman’ isimli kitabı oldu. Evvela şunu belirtelim, kitap adıyla ilginç geldi bana. Yazar, kitabının adını ‘İlk Müslüman’ olarak koyarken ironi yapmış gibi algılanabilir. Aslında, öyle değil; bu ismi Kuran’dan almış olmaktadır. Çünkü Kuran-ı Kerim’de “Onun ortağı yoktur. Bana sadece emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim.”[i] ayetinde bu net bir şekilde ifade edilmektedir. Benim kitaba ilgimi arttıran esas mesele, Yazar, kitabında kendisinin Yahudi olduğundan söz etmiyor, ama kitap dışı kaynaklarda ‘Agnostik Yahudi’ olduğunu söylüyordu. Agnostik, bilinmezcilik demektir. Onlara göre Allah’ın varlığı ve yokluğu konusunda kesin bir kararları yoktur. Ancak öyle ya da böyle de olsa, nihayet bu Bayan Yahudi idi. Hatta bana göre, Agnostik değil, yazdıklarına ve üslubuna bakılırsa fanatik bir Yahudi profili ortaya koyuyordu. Dolayısıyla günümüz Yahudiliğinin jenosit uygulamasının neresinde yer alıyordu? Merakım buydu. Gerçekten bir ilim adamı gibi mi davranmış, yoksa bilinen Yahudilik saplantısı içerisinde mi İslâm Peygamberi’ni anlatmıştı? Her aydının, bir büyük insanın biyografisine bakarken, onun hayatındaki ayrıntıları bilmesi gerektiğini söyleyen Bayan Hazleton, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hayatındaki değişimleri sorular hâline getirir ve şunları sorar okuyucusuna: “Çocukluğunda kendi toplumunun dışına itilmiş bir insan (Kur’an’da hasımlarının ona ‘önemsiz bir adam’ demeleri gibi) nasıl oldu da kendi dünyasında bir devrim yaptı? Daha bebekken ailesinden ayrılan bu çocuk nasıl oldu da büyüdüğünde aile ve kabile kavramlarını çok daha geniş bir şekilde ümmet, hâlk ve İslâm Toplumu olarak yeniden tanımladı? Bir tüccar nasıl hem tanrı hem de toplum kavramlarını kökten yeniden ele alarak yerleşik toplumsal ve siyasi düzeni doğrudan eleştirebildi? Mekke’den sürülmüş bir insan sürgünü nasıl yeni ve muzaffer bir başlangıca dönüştürüp sekiz yıl sonra ulusal kahraman olarak karşılanabildi? Karşılaştığı tüm zorluklara rağmen nasıl başarılı olabildi?”[ii] Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hikâyesinin insan, zaman ve kültürün kesişme noktasında başladığını söyleyen Yazar, güçsüzlükten güce, kimsesizlikten tanınmayı, önemsizlikten kalıcı önemliliğe uzanan yolculuğun izini sürmeyi ister. Ona göre bunun başlangıç noktası da kendisine ilk tebliğ görevinin verildiği Hira Dağı’ndaki tecrübesidir. Buralarda anlattıklarına itiraz edilecek fazla bir detay yok. Kitap, bana biraz da İbni İshak’ın “Hz. Muhammed, Allah’ın Elçisi’nin Hayatı” isimli kitabının sanki İngilizceye çevirmiş hâli gibi geldi. Yazdıklarına atıf da oraya yapılıyordu. Kitabı baştan sona takip işine girmeden, hemen Yahudi kökenli bir yazarın böyle bir kitabı için önemli tespit noktası olacak bölüme baktım: Bu yazar, “Beni Kurayza’ olayını nasıl ele alıp anlatıyor, diye. İslâm tarihinde İbni İshak’ın siyer kitabı kabul görse de, onun sağlığında en çok eleştiri aldığı bölüm bu Beni Kurayza hadisesidir. Bu kitabın yazıldığı 7. asırda, büyük hadis âlimlerinden Malik bin Enes ve Hişam bin Urve hayattadır ve İbni İshak’ın bu bölümüne büyük tepkide bulunmuşlardır. Bu iki büyük sahabe, onun buradaki bilgileri Yahudilerden alarak kitabına koyduğuna itiraz ediyor ve olayın aslının böyle olmadığını söylüyorlardı. Tartışmalar öylesine bir boyuta ulaştı ki, Medine Valisi kendisi kırbaçlatarak cezalandırdı. Şimdi, bu problem, yeniden bu hanımın aracılığı ile gündeme getiriliyor. Neydi Beni Kurayza olayı. Tarafsız kaynaklar konuyu şöyle anlatırlar: “Anlaşmalarına sadık kalmadıkları ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ihanet ettikleri gerekçesiyle Benî Kaynuka ve Benî Nadîr’in sürgün edilmesinden sonra Medine’de Benî Kurayza Yahudileri kalmıştı. Medine sözleşmesine göre, Benî Kurayza’nın şehrin savunmasına katılması gerektiği hâlde Hendek Gazvesi sırasında bu şartı ihlal etmiş ve sürgünden sonra Hayber’e yerleşen Benî Nadîr’in reisi Huyey b. Ahtab’ın etkisiyle onlarla ittifak kurmuştu. Hendek Gazvesi’nin en kritik anında Benî Kurayza’nın ihanet etmesi Müslümanları zor durumda bırakmıştı. Bu sırada Gatafan Kabilesinin ileri gelenlerinden Nu’aym b. Mes‘ûd’un Müslüman olup Hz. Peygamber (s.a.v.)’in isteği doğrultusunda Benî Kurayza ve müttefiklerini birbirine düşürmesi ve Hendek Gazvesi’nin sona ermesiyle tehlike atlatılmış oldu. Hz. Peygamber (s.a.v.)’den önce Benî Kurayza kaleleri önüne varmış olan Hz. Ali burada Yahudilerin Hz. Peygamber (s.a.v.) ve hanımları hakkında çok kötü sözler söylediklerini duydu. Bunları işitip üzüleceğini düşündüğü için Hz. Peygamber (s.a.v.)’den, onların bulunduğu yere yaklaşmamasını istedi. Rasûlullah, Hz. Musa’nın daha ağır durumlarla karşılaştığını hatırlattı ve kendisini görmeleri hâlinde Benî Kurayza’nın hiçbir şey söyleyemeyeceğini ifade ederek onların kalelerine kadar ilerledi. Hz. Peygamber (s.a.v.) buradan Yahudi ileri gelenlerine teker teker seslenerek onları Müslüman olmaya davet etti. Olumsuz cevap vermeleri üzerine Allah ve Rasûlü’nün emrine boyun eğip kalelerinden inmelerini ve teslim olmalarını istedi. Bu teklifi de kabul edilmeyince çatışma başlamış oldu. Muhasara dolayısıyla çaresiz kalan Benî Kurayza, Allah Rasûlü’nün vereceği hükme razı olarak kalelerinden indiler ve teslim oldular. Bu arada daha önce Hazrec kabilesinden Abdullah b. Übey b. Selûl’ün, müttefiki Benî Kaynukâ Yahudileri için aracı olup onları ölüm cezasından kurtardığını dikkate alarak Evs’liler de Allah Rasûlü’ne gelip ondan müttefikleri Benî Kurayza’ya iyi davranılmasını istediler. Bunun üzerine Benî Kurayza hakkında hüküm vermek üzere onların teklifiyle Evs Kabilesinden Sa‘d b. Mu‘âz’ın hakem olarak tayin edilmesi kararlaştırıldı. Hendek Gazvesi sırasında yaralandığı için Medine’de bir çadırda tedavi görmekte olan Sa‘d b. Mu‘âz, Allah Rasûlü’nün bulunduğu yere getirilirken Evsliler ona, geçmişte birlikte hareket ettikleri Benî Kurayza lehine hüküm vermesini telkin etmekte idiler. Sa‘d b. Muaz, kendisinin vereceği hükme razı olacaklarına dair hem Evsliler ve Benî Kurayza’dan hem de Allah Rasûlü’nden söz aldıktan sonra kararını açıkladı: Savaşabilecek yaşta bulunan erkekler öldürülecek, kadın ve çocuklar esir alınacak, mallar Müslümanlar arasında taksim edilecekti. Hz. Peygamber (s.av.), Sa‘db. Muaz’ın Allah’ın hükmüyle hükmettiğini belirtti ve isabet ettiğini söyleyerek tasdik etti. Nitekim Sa‘d’ın bu kararının, Tevrat’ta zikredilen; ‘Bir şehre harp için yaklaştığında, onu sulha dâvet edesin, eğer sana sulh cevabını verip, sana kapılarını açarsa, içinde bulunan kavmim hepsi sana haraç verip, hizmet etsinler. Lâkin eğer senin ile musalaha (anlaşma) etmeyip harp eder ise, onu muhasara edesin. Ve Allah'ın, onu senin eline teslim ettik de erkeklerin hepsini kılıçtan geçiresin. Amma, kadınlar ile çocukları ve hayvanları ve bütün ganimeti, yani o şehirde bulunanların hepsini yağma edip Allah'ın sana verdiği düşmanlarının ganimetlerini yiyesin.’[iii] ifadelerinin yer aldığı metne uygun olduğu, Kur’ân’da da Allah ve Rasûlü’ne savaş açan ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlara verilecek cezalar arasında böyle bir hükmün bulunduğu görülmektedir.”[iv] Burada anlatılan önemli hususların hiçbirisi Lesley Hazleton’un metninde yoktur. Ve daha felaketi, Kurayza olayını hazırlayan sebepleri görmezden gelerek, sadece sonuca bakmak suretiyle; “Neden Kurayza?” diye soruyor ve cevabını da kendisi veriyor: “Hz. Muhammed’in saldırgan siyaseti yüzünden kuşatma altına alındıklarını düşünen Medine’deki tek topluluk kesinlikle sadece onlar değildi. Fakat göreceli olarak güçsüz olan bu Yahudi kabilesi, en azından ismen İslâm’ı kabul etmiş ve güçlü Evs ile Hazrec Kavimlerine yayılmış yığınlar hâlindeki münafıklardan daha kolay hedef teşkil ediyordu.”[v] Yazar, bu iki kabilenin Yahudi olmadığını dikkate alarak geçmişte Yahudilerin etkisinde kaldıklarını ve daha sonra bu etkiden kurtulduklarını bildiği için burada ‘yığınlar hâlindeki münafık’ ifadesinden söz etmektedir. Onun bu görüşünü destekleyen ise tek bilinen Münafık olarak Hacreçli Abdullah Übey b. Selül’dür. Bu ismin Kurayzalıları Hz. Muhammed (s.a.v.)’in barış teklifini reddederek çatışmaya sürükleyen isim olması da böyle bir tepki diline fırsat vermiş olmaktadır. Hazleton, onları ölüme götüren gerçek sebepleri dikkate almadan bu olayın arka planını ise, diğer kavimlere gözdağı şeklinde açıklıyor ve yine, kendine yakışır bir dille bunu izah ediyor: “Bu göstere göstere yapılmış barbarca olay Arabistan’ın her köşesine şok dalgalarıyla yayıldı. Ve tamda istenilen etkiyi yarattı. Artık hiçbir şekilde herhangi bir muhâlefet şekline tahammül edilemeyeceği apaçık ve berrak biçimde görülüyordu.” Yazar’ın ‘saldırgan siyaset’ ve ‘’barbarca yapılmış olay’ dediği konuyu bakınız kendisi gibi başka bir Batılı yazar böyle değerlendirmiyor: “Oysa ki, O’nun acımasız oluşu tam olarak düşmanlarla ilgili değildi, fakat kökeni ne olursa olsun, sadece hainlerle ilgilidir. Eğer orada bir sertlik ve katı davranış varsa, İlahî adalete uygun olarak cehenneme atan ve yakan Allah da öyle davranmaktadır.”[vi] Hazleten gibi bir bayan, üstelik rahibelik de yapmış olan Karen Amstrong ise bu meseleye nasıl bakıyor: “Ama Maxime Rodinson ve W. Montgomery Watt gibi Batılı araştırmacılar, bu olayın yirminci yüzyılın standartlarıyla değerlendirilmemesi gerektiğini söylemektedir.” Devamında da Müslümanların savaş ortamının dışında Yahudilere tavrını şu cümlelerle anlatır: “Yedinci yüzyılın başlarında, bir Arap şefinin Kurayza Kabilesi gibi hainlere merhamet göstermesi beklenemezdi.” Niye beklenemezdi? Çünkü: “Müslüman toplum, kuşatma sırasında katledilmekten kıl payı kurtulmuştu ve duygular hâlâ çok yoğundu. Kurayza yüzünden neredeyse tüm Medine (yani Müslümanlar) yok olacaktı. Ama bu trajik olayın, Müslümanların Musevilere karşı tutumunu sürekli olarak etkilemediğini belirtmemiz gerekir. Semitizm karşıtlığı Hıristiyanlık inancının ürünü olan bir kavramdır, İslâm inancının değil; Medine’deki korkunç olayları genellemeye çalışırken bu gerçeği aklımızdan çıkarmamamız gerekir. İslâm imparatorluğunda tıpkı Hıristiyanlar gibi Museviler de tam bir dinî özgürlüğe sahiptiler; hatta yirminci yüzyılda İsrail’i devlet olarak kurana kadar, Museviler orada huzur içinde yaşamaya devam ettiler. İslâm imparatorluğundaki Museviler, asla Hıristiyan topraklarındaki Museviler kadar acı çekmediler.”[vii] Lesley Hazleton, Batılıların bu sağduyu yaklaşımına da oryantalist ruhun gücüne ihanet sayarak ağır tepki verdiği eserinde şunları yazar: “Diğer yandan bazı iyi niyetli Batılı akademisyenlerse Kurayza’nın kaderini modern Batılı savaş standartlarının yedinci yüzyıl Arabistan’ına uygulanamayacağını söyleyerek açıklamaya çalıştılar. Ancak bunu yaparken yalnızca oryantalist lütûfkârlığın cefakâr gücüne ihanet etmekle kalmayıp aynı zamanda Avrupa’nın hem orta çağ hem de yirminci yüzyıl tarihindeki dehşetlerine anlaşılmaz bir biçim de gözlerini kapadılar.”[viii] Hz. Muhammed (s.a.v.)’in o gün bu şekilde davranışına karşılık Yahudilerin bugün Filistin’de yaptıklarını düşünürseniz, bu meselenin önemi bir kat daha artar. Karen Armstrong bunun da farkındadır ve o da bunları dillendirir. Ancak, biz onun üzerinde durmayacağız. O’nun Batılılarca kişiliğinin ve mesajının algılanmasındaki duyarsızlığa işareti üzerinde duracağız. Aşağıdaki ifadeler biraz da Lesley Hazleton’un bize yansıyan düşüncesinin fotoğrafı gibidir. Armstrong bu konuda şöyle der: “Bizler, Batı’da asırlar boyunca Hz. Muhammed’i asık suratlı, acımasız bir savaşçı ve duyarsız bir politikacı olarak gördük; oysa son derece nazik ve duyarlı bir insandı. Örneğin hayvanları çok seviyordu ve bir defasında elbisesinin eteğinin üzerinde uyuyan kediyi uyandırmaya kıyamadığı için eteğini kestiği söylenir.”[ix] Hazleton’un ifadeleri realite değil, açık bir ithamdır. Çünkü bir toplum anlaşma yapıyor, sonra buna uymuyor, o da yetmiyor, anlaştığı karşı tarafın liderine ağır hakaretlerde bulunuyor. Kendilerine teslim olmaları daveti yapılınca reddediyorlar, kuşatma karşısında da çaresiz kalıp yapacakları bir şey kalmayınca kurtulabilme umuduyla teslim oluyorlar. Bu defa da, yine kendilerinin de kabul ettiği “Geçmişte Yahudilerle iyi ilişkiler içinde olan Evs Kabilesinden Müslüman olmuş birisinin hakemliğini kabul eder misiniz?” sorusuna, olumlu cevap verdiler. Eski kabile ortaklarından bir hakemin kararı uygulanıyor. Yazar, bunlardan söz ederken taraf olmanın kabul edilemez sorumsuzluğu içindedir. Ancak yine de kendisini ele veren kitabının girişinde dillendirdiği itirafı, belki de en doğru sözüdür: “Her ne kadar şok edici olursa olsun eğer bu tepki şimdi bizlere beklenmedik geliyorsa, bunun nedeni yalnızca basmakalıp kendinden geçici gizemli kutluluk görüngüleri konusunda çok kötü yanıltılmış olmamızdandır.”[x] ‘İlk Müslüman’ Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hayatına kuşkuyla yaklaşan bir Yahudi Yazar’ın daha çok seküler kesime misyoner tavrıyla hitap eden bir çalışma görüntüsünü yansıtıyor. Dolayısıyla bu kitap İslâm’a, daha özel anlamıyla Hz. Muhammed (s.a.v.)’e hizmet etmemekte, Yahudiliğin İslâm’a ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’e olumsuz tavrını ustalıklı bir dille muhatabına aktarmaya çalışmaktadır. Bu yönüyle bu eserin Müslümanlar için takdire değer bir tarafının olduğunu düşünmüyorum. [i] 6/Enam, 163. [ii] Lesley Hazleton; İlk Müslüman, Kitabix yayınları, İstanbul, 2016, s.17. [iii] Tesniye, XX/10-15. [iv] Prof. Dr. Casım Avcı, Beni Kurayza Gazvesi, Son Peygamber İnfo. [v] İlk Müslüman; s. 277. [vi] Frithjof Schuon, İslâm’ı Anlamak (Çev. Mahmut Kanık), İz yayınları İstanbul 1999 s. 121. [vii] Karen Armstrong, Hz. Muhammed (Çev. Selim Yeniçeri), Koridor Yayınları, İstanbul 2005. s. 339. [viii] age. S. 282. [ix] age. S. 389. [x] İlk Müslüman; s. 17.
Muhsin İlyas SUBAŞI
YazarGençlerimizin geleceğimizi imar ve inşa edecek insanlar olduklarını dikkate alarak size, nasıl bir gençlik ve nasıl bir gelecek meselesi üzerinde duracağım. Söze, Arif Nihat Asya’nın gençlere yüklediğ...
Yazar: Muhsin İlyas SUBAŞI
Kültür, bir toplumun tarihi boyunca bilgi ve yaşama biçimiyle şekillendirip beslemek üzere üretip hayatına yön veren ve bunu sosyal tavır hâlinde ana unsur olarak gelecek kuşaklara aktaran bir hayat t...
Yazar: Muhsin İlyas SUBAŞI
Estetiği “sanat ve güzelliğin felsefesi” olarak algılayacaksak, bunun insan hayatına yön verici etkisinin beslendiği kanallar arasında inancı da görebiliriz. Çünkü estetik pozitif bir bilim değildir, ...
Yazar: Muhsin İlyas SUBAŞI
Mevlâna’nın Hocası, Seyyid Burhaneddin-i Tirmizî, 1165 tarihinde Özbekistan’ın Tirmiz şehrinde doğdu. Hz. Ali’nin soyundan geldiği rivayet edilir. İlme duyduğu ilgi yüzünden, Tirmiz’den Belh’e geçti. ...
Yazar: Muhsin İlyas SUBAŞI