İlimler Hiyerarşisinde Tasavvufun Yeri
Sûfîler tasavvuf ilmini diğer İslâmî ilimlerden soyutlayarak salt bir şekilde ele almamışlardır. Diğer İslâmî ilimlerle iştigâl eden İslâm ulemâsı da tasavvuf ilmiyle kabul veya ret bağlamında bir şekilde yakın irtibat kurmuşlardır. Gerek sûfîlerin tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve ahlak ilmine dair söyledikleri ve bu ilimler sahasında uğraşıları gerekse bahsi geçen ilimlerde yetişmiş olanların tasavvuf ilmine dair müsbet veya menfî yöndeki yaklaşımları tasavvuf ilmiyle diğer İslâmî ilimler arasındaki yakın irtibatın apaçık bir göstergesidir.[1]
İslâmî ilimler ağacının ana gövdesinden çıkan bir güçlü dal olarak tasavvuf ilmi meyve ve semereleriyle İslâm medeniyetinin parlak çehresini oluşturmaktadır.[2]
Muhammed Hakîm et-Tirmizî (ö. 295/888), Abdülkerîm b. Hevâzin el-Kuşeyrî (ö. 465/1073), Muhyiddîn İbnü’l-Arabî (ö. 638/1240), Azîzüddîn en-Nesefî (ö. 700/1300), Abdülkerîm Cîlî (ö. 826/1423), Eşrefoğlu Rûmî (ö. 874/1469), İsmâil Hakkı Bursevî (ö. 1137/1724) ve İbrahim Hakkı Erzurumî (ö. 1194/1780) gibi sûfîler eserlerinde gerçekleştirdikleri ilimler tasnifinde diğer İslâmî ilimleri “şer’î ilimler” olarak nitelerken tasavvufu “hikemî ilimler” olarak zikretmişler; diğer ilimleri “bahsî ilimler” olarak beyan ederken tasavvufu “keşfî ilim” olarak görmüşlerdir. Tasavvuf ilminin alt kollarını; keşf ilimleri, vehb ilimleri, aşk ilimleri, ahvâl ilimleri, makâmât ilimleri, tecellî ilimleri olarak sıralamışlardır.[3]
Fıkıh, hadis, ahlak, kelam ve tefsir ilimleri gibi hakikat arayışında olan tasavvuf ilmi gâye bakımından onlarla ortak olmakla birlikte, yöntem bakımdan onlardan farklı bir üslup ve metot belirlemiştir. Yöntem açısından diğer ilimleri yetersiz ve yüzeysel bulan sûfîler kesbî ilimden öte vehbî ilme ermeyi hedeflemişlerdir.
Nazarî yaklaşımlardan öte keşfî donanıma ermeyi salık vermişlerdir. Mâlûmât birikiminden öte bilginin dönüşümünü öngörmüşlerdir. Salt ilim arayışının ötesinde ilim ve amel bütünlüğünü, dinin zâhirî esaslarıyla uğraşmanın yanında hem zâhirî hem de bâtınî esasları incelemeyi dile getirmişlerdir. İlmin ötesinde irfan ve hikmet ehli olmayı gâye edinmişlerdir. B
u gâyelerin tahakkuku sadedinde diğer İslâmî ilimlerin verilerini yerli yerinde kullanmayı gerekli gören sûfîler, bu birikimin yanında felsefî tahlillere, mantık kurgularına, psikolojik tahlillere, sosyolojik verilere, güzel sanatların imkânlarına, beşerî ilimlerin sahasına, müsbet ilimlerin açılımlarına da kapı aralamış ve beslenme kaynaklarını geniş yelpazede tutmaya çalışmışlardır.
Tasavvuf ilmini metafizik bir ilim dalı olarak görüp ontolojik, epistemolojik, teolojik ve metafizik tartışmalara zemin hazırlamışlardır. İmam Gazzâlî örneğinde sûfîler, insanın yetkinleşmesini, kuşatıcı varlık olmasını, varlık aynasının cilâsı kıvamında saf ve berrak hâle gelmesini istemişlerdir.[4] Sahip oldukları ilmi hakîkat ilmi olarak niteleyen sûfîler, taklit düzeyinden tahkik düzeyine ermeyi, salt bilgi birikiminden bilginin dönüştürdüğü insan konumuna gelmeyi düşünmüşlerdir.[5]
İmam Gazzâlî örneğinde sûfîler tasavvuf ilmini, İslâmî ilimleri birbirine bağlayan bir köprü olarak görmüşlerdir. Tasavvuf ilmini birleştirici bir üst şemsiye olarak görüp model bir ilim değerlendirmesinde bulunmuşlardır. Tasavvuf ilminin İslâmî düşünce geleneklerini, mezhep farklılıklarını, farklı yapı ve mizaçları yakınlaştıran bir işlevselliğe sahip olduğunu dile getiren tasavvuf araştırmacıları bu noktada tasavvuf ilminin kilit rol üstlendiğini belirtmişlerdir.
2003 yılında Tahran Üniversitesi’nde Prof. Annemarie Schimmel onuruna gerçekleştirilen uluslararası konferansın üst başlığı “Kültürlerarası Bir Köprü Olarak İrfan” olmuştur. Mezhepler bir tarafa kültürler arasında etkileşim noktasında da tasavvufun etkin bir rolü olmuştur. Tasavvuf kültürler, mezhepler, anlayışlar, meşrepler ve akımlar arasında gerçekleşecek olan birliğin sözde değil özde ve cevherde olduğunu dile getirmiştir. Özde birlik varken formda ayrılığın, politik hesapların, ön kabul ve ön reddiyelerin bulunduğu bilinen bir gerçektir.[6]
Mânevî ilimlerde dikkat çekecek düzeyde bir düet çalışmaları bulunmaktadır. Hz. Mûsâ’nın sâlih bir kul olarak Hz. Hızır’a yoldaşlığı, ilmin şehri olan Hz. Peygamber (s.a.v.)’in halîfesi Hz. Ali’nin o şehrin kapısı olması, ashâb-ı kirâm ile tâbiîn arasındaki etkileşim gibi. Şems-i Tebrizî ile Mevlânâ arasında birbirini tamamlayan yakın irtibat, Muhyiddîn İbnü’l-Arabî ile Sadreddîn-i Konevî arasında gerçekleşen bir düşünce parametresi gibi mânevî ilimler karşılıklı etkileşimle derinlik kazanmaktadır.
Yüksek makamları tadan ârifler sıradanlıktan kurtulurlar, gündelik hayatın basit ilişkilerinden sıyrılırlar, birbirinin ruh ikizi konumuna gelmeye, eşyanın perde arkasını okumaya, varlığın hakîkatine tercüman olmaya başlarlar. İslâmî ilimler mozaiğinin bir parçası olan tasavvuf dıştan çok içe, formattan çok öze, görüntüden çok asla, kîl u kâlden çok hâle önem vermektedir.[7]
Tasavvuf ilmi sadece İslâmî ilimlerle değil gerek bireysel gerekse toplumsal alandaki etkileri sebebiyle felsefe, sosyoloji, psikoloji, pedagoji ve ekonomi gibi sosyal ilimlerle de sıkı bir irtibata sahiptir. Tasavvufun kullandığı argümanlar arasında yer alan şiir, mûsikî ve güzel sanatlar da tasavvuf ilminin etkileşim alanlarını oluşturmaktadır.[8]
Tasavvuf erbâbının müsbet bilimlerle irtibatı konusunu daha anlaşılır kılmak için son devir sûfîlerinden, on dokuzuncu yüzyıl Anadolu meşâyıhından örnek vererek konuya açıklık kazandırmaya çalışacağım. Hür Mahmut Yücer’in Osmanlı toplumunun on dokuzuncu asırdaki tasavvufî dokusunu ortaya koyduğu yayınlanmış doktora çalışmasından[9] alıntılayarak konuya dair örnekler vermek istiyorum.
Fizikçiler, maddenin aslının enerji olduğunu ve enerjinin aslının da ışık olduğunu düşünmektedirler. Sûfî muhakkikler ise “Allahu nuru’s-semavati ve’l-ard” âyetine getirdikleri yorumlar muvâcehesinde nûrun letâfetten kesâfete geçerek maddî âlemi oluşturduğundan bahsetmektedirler.[10]
Nakşbendiye’den Kilisli Şeyh Abdullah Sermest Efendi’nin (ö.1298/1882) Mısır’da Fransız Colit Efendi’den tıp tahsil ettiği ve tıbba dair bir kitabının olduğu bilinmektedir. Mısır Valisi İbrahim Paşa ile birlikte Mısır’a giderek tıp tahsil eden bir diğer mutasavvıf ise daha çok resimleriyle tanıdığımız Konya Mevlânâ Âsitânesi’nde aşçıbaşılık ve neyzenbaşılık yapan Hasîb Dede’dir.
Nakşbendiyye’ye müntesip olan Hacı Ali Paşa (ö.1333/1917), Askerî Tıbbiye’den mezun olduktan sonra aynı okulda uzun yıllar nebâtât okutmuş, Mülkî Tıbbiye Mektebi’nde ise botanik dersleri vermiş ve müdürlük görevlerinde bulunmuştur. Uşşâkiye’den Şeyh Yemezzâde Süleyman Rüşdî Efendi (ö.1768-1834), Nidâî Ankaravî’nin Menâfiu’n-Nâs isimli tıpla ilgili eserini istinsah etmiş, sonuna konuyla ilgili yedi varaklık bilgi ve dokuz varaklık şiir eklemiştir.
Ali Rusçukî Efendi’nin (ö. 1274/1857) Arapçadan tercüme ettiği İlm-i Tabakâtü’l-Arz adlı eser adından da anlaşılacağı üzere jeolojiye dairdir. Müellifi bilinmeyen yüz kırk sayfalık bu eser, devrin padişahına takdim edilmiştir. Jeolojinin tanımı ve sahasının izahıyla başlayan ve bir lügatçe ile biten eser matbûdur. Hoca İshak Efendi’nin Mecmua-i Ulûm-ı Riyâziyye’den sonra sahasında ikinci ve müstakil olarak verilmesinden dolayı önemlidir. Kethüdâzâde’nin sâdık bendelerinden Tevhid Efendi’nin matematiğe ait Nuhbetü’l-Hisâb adıyla yazdığı eser basılmıştır.
Yine devletin ve toplumun gündelik ihtiyaçlarına yönelik saatçilik, işleme ve oymacılık gibi el sanatları yanında mîmârî ile meşgul olan, mesâi sarf eden tarîkat şeyhlerine rastlanmaktadır. Meselâ Şâbâniye-i Halîliyye Tarîkatı’ndan hilâfet alan ve Anadoluhisarı’ndaki konağına bir semâhâne eklettirerek tarîkatını neşreden Mimar Şeyh Ahmed Tal’atî Efendi bunlardan biridir. Şeyh Tal’atî Efendi mühendisliğini yaptığı binâların mükemmelliğiyle, asrının mimarları arasında seçkin bir yer edinmiştir.
Tal’atî Efendi’nin en meşhur eserleri Sirkeci Postahane binâsı ve Elmalı Baraj inşaatıdır. 5 Mart 1893’te açılan postane binâsı iki yıl sonra meydana gelen meşhur İstanbul depreminden hiçbir hasar almadan çıkmıştır. Yine Beyoğlu Tepebaşı Mahallesi’nde Yenişehir eşrafından İbrahim Paşa ve Bağdat Valisi Giritli Mustafa Asım Paşa ile ortak olarak aldıkları bir arsaya yaptığı on sekiz dükkân, bir fırın, kırk sekiz apartman dairesi ve dört yüz kırk odalı “Şeyh Apartmanı” da bu zelzeleden etkilenmemiştir.
Zikredilen örneklerden anlaşılacağı üzere yaşadıkları dönemin imkânları ölçüsünde tasavvuf erbâbı farklı ilim dallarında kendilerini göstermiş, hatta dönemin parlak simaları konumuna gelmişlerdir. Özellikle güzel sanatlar, mûsikî, mîmârî, edebiyat, şiir, plastik sanatlar, ebru, hüsn-i hat, ciltçilik, tezhip, oymacılık, kütüphanecilik, çini ve minyatür sanatı gibi alanlarda eserleri ve yapıtlarıyla göz dolduran ve hayranlık uyandıran meşâyıh kültür ve medeniyetimizin parlak simaları olmuşlardır.
Sûfî tutum ve davranışların en önemli yönü psikolojik boyutlarıdır. Psiko-sosyal terapiyi sağlamasından dolayı tasavvuf kişisel gelişim kadar sosyal değişimin de adresi olmuştur. “Bireylerin gündelik hayatın insafına terk edilmeden kendilerini keşfedip inşâ etmelerini sağlamakta, sağlıklı bireylerin topluma kazandırılmasıyla güçlü toplum modellerini insanlığa sunmaktadır. İnsanın aşkın benliğini geliştirmesini ve sağlıklı ruhsal yapıya sahip olmasını sağlayacak psikolojik tahlil ve yaklaşımlarıyla tasavvuf aynı zamanda ilmü’n-nefs olarak tanınmış ve modern psikolojinin öncüllerini ortaya koymuştur.
Davranış psikolojinin bugün ortaya koyduğu erdem, ilke ve değerlerin uyumlu kişilik tespitlerini tasavvuf tecrübî ilim olarak dile getirmiş ve pratiğe dökmüştür. Tarih boyunca İslâm coğrafyasında bütün toplum katmanlarına hitâbetmeyi başaran bir disiplin olarak tasavvuf insan olma ortak paydasında buluşmayı ve insana değer vermeyi ölçüt olarak ele almıştır.
Her bireyi kendi özelinde değerlendirmiş, her ferde özel eğitim yöntemlerinin uygulanmasını sağlamış, her bir toplum katmanına anlayacakları seviyede hitap etmeyi, gönül köprülerinin kurulmasını ve hal diliyle iletişimin sağlanmasını öngörmüştür. Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerinde tekke ve zâviyeler halkın beklentilerini sağlamada o kadar etkili olmuştur ki günümüzde bile Anadolu’nun kültür ve geleneklerinde, dil ve töresinde tasavvuftan kaynaklanan, deyim, ifade, âdet ve uygulamalar hâlen varlığını devam ettirmektedir.[11]
Farklı ilim dallarıyla iştigâl eden, farklı deneyimleriyle dikkat çeken, kendilerine özgü sosyal başarıyla iz bırakan sûfîler benimsedikleri özel yöntem ve usullerle tek düze yaklaşım sergileyen, tek tip yaklaşımları reddetmiş, basmakalıp zihniyetlere, körü körüne gerçekleşen anlayışlara ve dayatmacı zihniyetlere karşı değişim, gelişim, olgunlaşma ve kemâle erme çabasına bürünmüştür. İlim zihniyetinde durağanlığı, statükoyu ve basmakalıp yaklaşımları değil dinamik yapıda hareketliliği öngörmüştür. Yerinde ve uygun usulü olmayanın vuslata ve asıl gâyeye ulaşamayacağını belirten sûfîler ilim metedolojisine ayrı önem vermişlerdir.[12]
Bilimsel metodolojileri bakımından sûfîler metin okuma yöntemleriyle kaliteyi yakalamanın ve ilimde derinleşmenin, hikmetleşmenin, irfana kavuşmanın seyrine bürünmüşlerdir. Dilbilim çalışmaları (filoloji), yorumbilim (hermenötik) ve poetika deneyimleri ile sûfîler çok yönlü ürünler ortaya koymuşlar, sehl-i mümteni’ yöntemiyle kolay ve anlaşılır bir üslupla derinlikli, hikmetli ve çoklu anlam katmanına sahip metinler ortaya koymuşlardır.
Sûfîlerin ortaya koydukları edebî metinler bir yandan literal yapıları bir yandan da toplumsal meselelere dair kodları yönüyle fayda ortak paydasında ortaya konuşmuş ürünlerdir. Mânevî ilimlere dair ortaya konan metinleri anlayabilmek sadedinde Rene Guenon, literal anlam, siyasî-sosyal anlam, felsefî anlam ve ezoterik (bâtınî) anlam olarak tasnif ettiği dört aşamalı okuma metodu önermektedir.[13] Metin arkeolojisi adı verilen yöntemle de sûfîler sembollerin anlaşılmasına katkı sağlamışlardır.[14] Metin arkeolojisi, metinler arasında etkileyen-etkilenen ilişkisinin daha ötesine geçerek muhtevâ itibariyle benzerlik ve çağrışımları tesbite çalışmaktadır.
Sûfîlerin ortaya koyduğu edebî eserleri okuduğumuzda herkes kendi dikkat ve birikimi oranında yenidünyalar keşfetmektedir. Onlar her fert üzerinde farklı tesirler uyandırarak, değişik mekân ve zamanlarda âdetâ yeniden canlandırılmaktadırlar.[15]
Tasavvufî metinler hangi zâviyeden okunuyorsa o bağlamda değerlendirmeye tâbi tutulmaktadır. Kuantum fiziğine göre üzerinde gözlem yapılan şey, gözlemenin durduğu yer ve bakış açısına göre anlam kazanmaktadır. Buna göre olaylar kişinin hangi zâviyeden baktığına göre değişiklik arzetmektedir.Tasavvufî metinleri yorumlarken metni kendi perspektiflerine göre yorumlamaktadırlar.
Alan dışı (laymen) şahsiyetler tasavvufî metinleri okurken çoğu zaman hariçten gazel okuyabilmekte, kendi zâviyesinden yaklaşarak metni bağlamından koparabilmektedirler. Halbuki tasavvufî metinler çoklu anlam yapısına sahip bulunmakta, bohça katları gibi iç içe sarmalanmakta ve çok derinlikli mânâ mertebelerine sahip bulunmaktadır.
Tasavvufî metinler objetiflik iddiasını bir tarafa bırakıp sübjektif deneyimleri yansıtmakta, objeye dair yaklaşımlar süjenin asâletiyle orijinallik kazanmaktadır. Maalesef modernite, objektivite uğruna çağımızda ferdî bilgiyi ezip yok etti. Bunun sonucunda meydanı farklı düşünmeye tahammül edemeyen zorbalar kapladı. Hele bu üslup din sahasında hâkim tavır olmaya başlayınca, ortalık ötekinin cezasını kesmeyi en büyük zevk olarak gören yargıçlara kaldı. Oysaki an’ane bize, Hakk’a giden yolların mahlûkâtın nefesleri adedince olduğunu öğretmiş, vahdetin kesrette temâşâsını tecrübe ettirmiştir.[16]
Sonuç olarak diyebiliriz ki tasavvuf ilmini ele alırken bütüncül bir yaklaşımla konuyu değerlendirmeliyiz. Herhangi bir şeyh veya tarîkat hakkında değerlendirme yaparken, o şeyhin veya tarîkatın ortaya çıktığı coğrafyanın kültürel arka planını, toplumsal taban yapısını, bu tabanın ekonomik ve politik karakteristiklerini, siyasal duruşunu dikkate almak durumundayız.
Söz konusu şeyh veya tarîkatın fikrî, sosyoekonomik ve kültürel bağlantılarını, iktidar mekanizması ve çevresiyle ilişkilerini, herhangi bir politik veya ekonomik çekişme veya rekâbet çevresinin içinde yer alıp almadığını dikkatlice değerlendirmek zorundayız. Böyle bir yöntemle ele alınan şeyh, tarîkat veya tekkenin tarih süreci içinde ne ifade ettiğini gerçeğe yakın bir şekilde anlayabilir ve ortaya koyabiliriz.
Tasavvuf kaynaklarını kullanırken her birinin hangi coğrafyada; nasıl bir siyâsî, sosyokültürel ve toplumsal zeminde meydana getirildiğini; müellifinin toplumsal, politik ve fikrî bağlantılarını; aynı alana ait ama farklı kronolojik aralıklarda yazılmış eserlerin bu aralıklar esnasında meydana gelen hangi değişimlerin ürünü olduklarını tesbit etmek son derece yol göstericidir.[17]
[1] Hasan Kâmil Yılmaz, “Tasavvufta Usûl Meselesi”, İslâmî İlimlerde Metodoloji (Usûl) Meselesi, 20-21 Mart 2004 İSAV Tartışmalı İlmî İhtisas Toplantısı, Ensar Neşriyat, İstanbul 2005, II/1098.
[2] Mahmut Erol Kılıç, “Modern Üniversite Eğitiminde ‘Tasavvuf’”, İslâmî İlimlerde Metodoloji (Usûl) Meselesi, 20-21 Mart 2004 İSAV Tartışmalı İlmî İhtisas Toplantısı, Ensar Neşriyat, İstanbul 2005, II/1078.
[3] Kılıç, “Modern Üniversite Eğitiminde ‘Tasavvuf’”, II/1078.
[4] Ebû Hâmid el-Gazzâlî, el-Münḳıẕ mine’ḍ-ḍalâl, nşr. Cemîl Salîbâ-Kâmil Ayyâd (Dımaşk: Matbû‘âtu Mektebetü’n-neşri’l-‘Arabî,1358/1939).
[5] Ekrem Demirli, “Yunus’un Tasavvuf Anlayışının Kurucu Unsurları: Ezelî İnsan ve Kadim Tanrı Arasında Aşka Dönüşen İman”, Darulfunun İlahiyat, 32, Yunus Emre Özel Sayısı, 2021, s. 49.
[6] Kılıç, “Modern Üniversite Eğitiminde ‘Tasavvuf’”, II/1080.
[7] Mahmud Erol Kılıç, Sufi ve Sanat Makaleler-Konferanslar 2, Sufi Kitap, İstanbul 2015, s. 81-82.
[8] Yılmaz, “Tasavvufta Usûl Meselesi”, II/1098.
[9] İnsan Yayınları, İstanbul 2003.
[10] Mahmut Erol Kılıç, “Bir Metodun Metodolojisi: Dini İlimler Metodu Olarak Tasavvufa Mukayeseli Bir Bakış”, Usûl İslam Araştırmaları, c.I, Sayı: 1, Ocak-Haziran 2004, 97.
[11] İbrahim Işıtan, Sûfî Psikolojisi Sülemî’ye Göre Sûfî Benlik Dönüşümü, Divan Kitap, Ankara 2014, s. 32-33.
[12] Cağfer Karadaş, Muhyiddîn İbn Arabî ve Düşünce Dünyası, Otto Yayınları, Ankara 2018, s. 44.
[13] Rene Guenon, Dante ve Ortaçağda Dinî Sembolizm, Trc. İsmail Taşpınar (İstanbul: İnsan Yayınları, 2001).
[14] Victoria Rowe Holbrook, “Hüsn ü Aşk’ın Arkeolojisi-I” Amasya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi 1/1 (Haziran 2017): 41-50
[15] Yunus Emre, Risâletü’n-Nushiyye, haz. Umay Günay-Osman Horata, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1994, s. 51.
[16] Mahmud Erol Kılıç, Şafak Yazıları-Geleneğin İzinde Güne Dair Düşünceler, Sufi Kitap, İstanbul 2018, s. 26; “İngiliz Sünnîliği Ve İngiliz Şiîliği Arasına Sıkışmış Anadolu İrfanı”, Yeni Şafak, 30 Ekim 2016.
[17] Ahmet Yaşar Ocak, Selçuklular, Osmanlılar ve İslam Tespitler, Problemler, Öneriler, Timaş Yayınları, İstanbul 2017, s. 182.
Kadir ÖZKÖSE
YazarKızgınlık ve öfkelenmeye sevk eden durumlarda kişinin kendine hâkim olup ağırbaşlı ve sâkin davranması onun hilm sahibi olmasıdır. Hilmi şiâr edinenler öfkelendiği kimseden intikamını alma gücüne sahi...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Aşk meclisi demindeYine gönül mestâne,Yürekleri dostâneBağlamak ne güzeldir!Kanayan sancılarıAvutup gül çağında,Hasretin ocağındaDağlamak ne güzeldir!Cümle sevgi kuşlarıKonsun vefa dalına,Dostu dünya ...
Şair: Bestami YAZGAN
Şimdi anlatacağımız öyküde dört adet kahraman var. Bunların isimleri de sırasıyla şöyle: Herkes, Birisi, Hiç Kimse ve Herhangi Biri…Yapılması gereken önemli bir iş vardı ve Herkes, Birisi’nin o işi ya...
Yazar: Selçuk ALKAN
6 Şubat sabahı asrın felaketini yaşadık. Bu topraklar çok acılar gördü. Ama böylesi büyük bir felâket yaşanmadı. Kıyâmeti yaşadık. Bir şehir, bir belde veya bir noktada değil, çok geniş sahada büyük y...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE