İksîr-i Nazar, Lutf-i Peygamber
18.yüzyıl şairlerinden Yahyâ Nazîm (öl. 1139/1727), şiir ve mûsikiye olan kabiliyeti anlaşılınca Enderun mektebine alınmış, burada Arapça ve Farsça öğrenmiştir. IV. Mehmed Devri’nde İstanbul meyve hâli pazarbaşılığına getirilmiş, hayatının sonuna kadar bu görevi sürdürmüştür.
Gençlik yıllarında Mevlevî Tarîkatı’na intisap eden Nazîm, Galata Mevlevîhânesi ve Edirne Mevlevîhânesi’nde edebiyat ve mûsiki konularında faydalanmıştır. Nazîm, dîvân şiirinde çok na‘t yazan şairler arasında yer almaktadır. “Armağan olsun kusûr-i acz ile dergâhına/Tâ Nazîm'e her sene bir na’t ola sâlyânesi” beytinde kendisinin de ifade ettiği gibi her sene bir na’t-ı şerif yazmaya hedeflemiş, çok daha fazlasını yazmıştır.[1]
300 müstakil na't yazmıştır ve dîvânın yaklaşık üçte biri na'ttır.[2] Bu yönüyle emsali görülmemiş bir na’t-gû olan Nazîm’in dîvânından seçtiğimiz bir na’tın bazı beyitleri kısa açıklamalarla yazımıza konu edilecektir:
Gönül aşkınla zâr u mübtelâdır Yâ Rasûlallah
Yolunda baş ile cânım fedadır Yâ Rasûlallah
(Ya Rasûlallah! Gönül, aşkınla derde düşmüş inlemektedir. Canım ve başım, yoluna fedadır.)
Na’t-ı şerifin girişinde Nazîm, ümmetin Hz. Peygamber (s.a.v.)’e düşkünlüğü ve şairlerin şiir yazma sebeplerindeki ana kavrama işaret etmektedir ki bu aşktır. Öyle ki sevginin en saf ve yoğun hâlini ifade eden aşk, sevgili yolunda can ve baş verebilecek bir fedakârlığı doğurabilmektedir.
Arap kültüründe var olan “Anam-babam sana feda olsun!” sözü sonuna “Ya Rasûlallah” eklenerek ashâb-ı kirâmın sünneti hâline gelmiş; onların Hz. Peygamber (s.a.v.)’e olan sevgi ve bağlılıklarını ifade ettiği bir tefeddiye dönüşmüştür.[3] Şairse bu tefeddiyi/can feda etmeyi; anne ve babasının değil kendi canını sunarak yapmaktadır.
Olup bin cân ile teslîm-i derd ü mihnet-i aşkın
Süveydâ-yı dilim dâğ-ı rızâdır Yâ Rasûlallah
(Ya Rasûlallah! Bin can ile aşkın dert ve sıkıntısına teslim olup gönlümün süveydası, rıza dağıdır.)
Bu beytin ikinci mısraında birkaç cihetten tezat sanatına başvurulmaktadır. Zira süveyda, kalbin merkezi konumunda olup ilahi nurların tecelli ettiği soyut ve küçüklükle bile ifade edilemeyecek kadar küçük bir yerdir. Buna mukâbil şair, aynı noktayı somut ve büyük bir dağa benzeterek aşk yolunda çekeceği bütün dert ve sıkıntılara karşı gönlündeki rızayı anlatır.
Beytin bağlamının dışında ifade edilmelidir ki “Nokta-i süveydâ kalpteki bir nurdur. Siyah nokta olarak ifade edilmesi siyah olmasından değil, gayba bakan yönü itibariyle bilinmezliği ifade ettiği içindir. Nokta-i süveydâ insanın Allah’la irtibat kurduğu yönüdür.”[4]
Nola âsûde olsam sâye-i şeh-bâl-i aşkında
Ki düşmez herkese sâye-i hümâdır Yâ Rasûlallah
(Ya Rasûlallah! Aşkının kanatlarının gölgesinde huzur bulsam nolur!? Zira bu gölge, herkese düşmeyen hümâ kuşunun gölgesi gibidir.)
Nazîm bu dizelerinde mâsivâ muhabbetinin yakıcı ve yorucu sıcaklığına karşı Rasûlullah’ın aşk kanatlarının altında serin ve selametle huzur bulmak istemektedir. Öte yandan bu nimetin herkese nasip olmayacağını hümâ metaforu ile anlatmaktadır. Zira hümâ, şiirimizde talih kuşu olarak bilinir. Serçeden biraz daha büyük olan efsanevî hümâ kuşunun gölgesi, herkesin başına düşmez.[5] Tam da bu sebeple şair Hz. Peygamber (s.a.v.)’den aşk dilenmektedir.
Sezâ her bir nazarda eylese iksîr-i manzûrun
Gözüm hâk-i derinle rûşenâdır Yâ Rasûlallah
(Ya Rasûlallah! Bakışının iksiri, her bir nazarda tesir etse lâyıktır. Gözüm, eşiğinin toprağıyla aydındır.)
Bu beyitte dikkat çekici olan Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bakışındaki değiştirici kudrete yapılan atıftır. Halkın zihninde olumsuz tesiri ile bilinen nazar olgusu, sûfîler ve şairler tarafından olumlu tesiri merkeze alınarak metinlere konu edilmiştir. Buna göre peygamber nazarı, muhatabına fevkalade özellikler kazandırmaktadır.[6]
Öyle ki ashâbın hepsi aynı yardım çağrısına muhatap olmalarına rağmen Hz. Ömer’in malının yarısını Hz. Ebû Bekir’in ise tamamını tasadduk etmesini[7] Sülemî, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in nazarına muhatap oluş sıklığı ile açıklar.[8] Nazîm de Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ilâhî feyiz ve rûhanî letâfet vesilesi olan nazarına muhatap olmak arzusundadır.
Mahaldir tekye-gâh-ı enbiyâ ve evliyâ olsa
Der-i cûdun ki cây-ı ilticâdır Yâ Rasûlallah
(Ya Rasûlallah! Cömertlik kapın, sığınma mekânıdır. Enbiyâ ve evliyânın tekkesidir.)
Şair, bütün nebi ve velîleri dervişe benzettiği bu beytinde Hz. Peygamber (s.a.v.)’i ise tekkenin mürşîdine benzetir. Bu cihetle bakıldığında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in muallim ve müzekkî/öğretici ve nefisleri temizleyici rolüne atıf yapılmaktadır. Öyle ki bütün velî ve nebiler, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in cömertlik kapısına ilticâ etmektedir.
Şefîk-i gümrehânsın sen hevâ-yı nefse uydum ben
İşim şâm u seher sehv ü hatâdır Yâ Rasûlallah
(Ya Rasûlallah! Yolunu kaybetmişlere şefkatlisin, bense nefsimin isteklerine uydum. İşim akşam sabah, gaflet ve hatadır.)
Şeh-i her dü-cihânsın eyle mirât-ı dilin manzûr
Nazîm-i derd-mendin bir gedâdır Yâ Resûlallâh[9]
(Ya Rasûlallah! İki cihanın şeyhi sensin, gönül aynanı aç. Dertli Nazîm’in bir dilencidir.)
Es-salâtü ve ve’s-selâmü Yâ Sâhibe’l-ayn.
[1] Hayatı ve edebi yönü hakkında detaylı bilgi için bk. Mustafa İsmet Uzun - Nuri Özcan, “Nazîm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Erişim 25 Aralık 2024),
[2] Mustafa Sefa Çakır, Yahyâ Nazîm Divanı (Sivas: Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, 2020), 995.
[3] Konu hakkında müstakil bir çalışma için bk. Hakan Temir - Ömer Faruk Akpınar, “Hz. Peygamber Tarafından Kullanılan ‘Anam Babam Sana Feda Olsun’ Sözünün Tahli̇l ve Değerlendi̇rmesi̇”, Diyanet İlmi Dergi 58/1 (Mart 2022), 257.
[4] Sevim Yılmaz, “Nokta-i Süveydâ’nın Önemi ve Özellikleri”, AKADEMİAR: Akademik İslâm Araştırmaları Dergisi 8 (2020), 127.
[5] İskender Pala, Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü (İstanbul: Kapı Yayınları, 2016), “Hümâ”, 216.
[6] Ferîdüddîn Attar, Mantıku’t-Tayr Kuşların İlahisi, çev. Cemal Aydın (İstanbul: Sufi Kitap, 2020), 151.
[7] Muhammed b. İsâ b. Sevre b. Musâ b. Dahhâk et-Tirmizî, Sünen-i Tirmizî (Beyrut: Dârü’l-Garbi’l-İslâmî, 1998), “Menâkıb”, 16.
[8] Muhammed b. Hüseyin Sülemî, Tasavvufun Ana İlkeleri Sülemî’nin Risaleleri, çev. Süleyman Ateş (Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1981), 10-11.
[9] Çakır, Yahyâ Nazîm Divanı, 309-310.
Hamit DEMİR
Yazarİsmâil Hakkı Bursevî, 1653 yılında Bulgaristan’ın Aydos şehrinde doğmuş, hayatının büyük bir kısmını Bursa ve Üsküdar’da geçirmiştir. Celvetiyye Tarîkatı’na bağlı olan Bursevî, annesinin vefâtının ard...
Yazar: Kemal DEMİR
Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de geçen her bir cümleye âyet dendiği gibi Cenâb-ı Allah’ın varlığının ve kudretinin delillerinden olan bazı eşya ve hadiselere de âyet denmektedir. Söz konusu ontolojik ...
Yazar: Hamit DEMİR
Arapça’da hads kelimesi, “öngörü, içsel sezgi, mânevî hissiyat veya ilham” anlamlarına gelir.[1] İslâm düşünce tarihinde tasavvufla bağlantılı olarak kullanılır. Aynı zamanda hads, bir kişinin kalbine...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Asıl adı Mehmed olan Fuzûlî, hayatı hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz şairlerdendir. 1400’lü yılların sonunda Kerbelâ’da doğduğu ve Türk asıllı olduğu bilinmektedir. Fuzûlî mahlasını kelimenin b...
Yazar: Hamit DEMİR