II. SELİM DÖNEMİNDE TASAVVUF ERBÂBININ KONUMU
Önceki Osmanlı padişahları gibi II. Selim de tasavvufî atmosfere âşinâ, sûfî şahsiyetlere yakın ve mânevî neşveyi özel olarak tatmak isteyen bir padişah olmuştur. Manisa Sancağı’ndaki valiliği döneminde, II. Selim’in kendisinden istifade ettiği şeyhlerin başında Şemseddin Ahmed Efendi (ö.975/1567-68) gelmekte idi.
Merkez Efendi’nin Tire’ye gönderdiği bir halifesi olan Şemseddin Ahmed Efendi, halk arasında “Uzun Şems” diye meşhur olmuştur. Kendisi de Tireli olan Şemseddin Ahmed Efendi tasavvuf yoluna girmeden önce memleketindeki âlimlerden ilm-i zâhir tahsil ettikten sonra İstanbul’a giderek Sümbül Efendi’ye intisâb etmiş, onun vefatından sonra ise sülûkunu Merkez Efendi’nin yanında tamamlayıp hilâfetle memleketine gönderilmiştir. Cezbesi gâlip bir şeyh olduğu rivâyet edilen Şemseddin Ahmed Efendi, memleketinde tekkesini kurup dervişlerin terbiyesi ile meşgûl olurken, va’z ve tezkîr ile halkı da irşâd etmeye gayret göstermiştir; II. Selim Manisa Sancağı‘nda vali iken şeyh adına İzmir’de kurdurduğu zâviyeye giderek uzun bir müddet orada kalmış, daha sonra tekrar Tire’ye dönüp Molla Çelebi Zâviyesi’nde faaliyetini sürdürmüştür.
Tireli Bâlî Efendi
Bu dönemde II. Selim’in kendisinden istifade ettiği Tireli bir başka şeyh Sarhoş Bâlî Efendi (ö.980/1572-73) idi. Rüya tabirinde mâhir olduğu bildirilen Ramazan Efendi’den sonra tarîkatın irşâd postuna halifesi Sarhoş Bâlî Efendi geçmiştir. Tire’de dünyaya gelen Sarhoş Bâlî Efendi, tasavvuf yoluna girmeden önce zâhirî ilimleri ikmâl ederek Kanûnî’nin hocası Hayreddin Efendi’ye mülâzim (asistan) olmuştur. Bu arada Kepenekçi Medresesi’nde de ders vermiştir. Daha sonra tasavvuf yoluna girmiş, şeyhinin arzusu üzerine tasavvufla tedrîsi birlikte yürütmüştür. Aynı zamanda şairliği de bulunan Bâlî Efendi, şiirlerinde “Cevherî” mahlasını kullanmıştır. İbnu’l-Arabî’nin Fusûs’una bir şerh yazdığı bildirilen Bâlî Efendi’ye aşk ve tevhîd şarabıyla mest olduğu için “Sarhoş” lakabı verilmiştir. Hiç evlenmeden bu dünyadan göçmüş, şeyhi gibi rüya tabirinde meşhur olup “İkinci Yûsuf” denilecek kadar mâhir konuma gelmiştir. Erbâb-ı dünya ile beraber olmak istememiş, yapılan davetleri hoş bir lisanla geri çevirmiş, emir ve vezirlerden uzak durmuş, aslâ hediye ve sadaka kabul etmemiştir. “Fenâ câmı ile Bâlî Efendi mest idi, göçtü.” terkîbi ile vefatına tarih düşürülmüştür.
Şeyh Ahmed Çelebi
Merkez Efendi’nin bir diğer halifesi olan Şeyh Ahmed Efendi (ö.978/1570-71) de II. Selim Dönemi’nde irşâd faaliyetleri ile dikkat çekip tesir halkası fark edilen şeyhlerdendi. Karamanlı olan Ahmed Efendi, halk arasında “Ahmed Çelebi” diye meşhur olmuştu. Memleketinden İstanbul’a giderek burada devrin âlimlerinden zâhirî ilimleri ikmâl etti. Şiirde de “Çelebi” mahlasını kullanıyordu. İlmî çalışmalarını sürdürürken Merkez Efendi’ye intisâb edip onun yanında sülûkunu tamamladı. Uzun müddet Tercüman Yûnus Zâviyesi’nde (Dıraman Tekkesi) faaliyet gösteren Ahmed Efendi, halka tefsir ve hadisten nakillerle sohbetler ediyor, aynı zamanda cehrî olarak nağmelerle tevhîd zikri yaptırıyordu. II. Selim Dönemi’nde hakkında ileri sürülen bazı isnatlar sebebiyle şeyhliğine son verilerek, Nişancı Celâlzâde’nin Eyüp’te yaptırdığı camiye vâiz olarak tayin edildi. Şeyh Ahmed Efendi’den sonra adı geçen zâviyede irşâd postuna Gülşeniyye’den Sirozlu Şeyh Muhammed İlhâmî (ö. 980/1572-73) oturdu. Şiirde “İlhâmî” mahlasını kullandığı rivâyet edilen bu zat da mezkûr tekkede tefsir ve hadis naklinin yanı sıra, Mevlânâ’nn Mesnevî’si ve Şeyh İbrâhim Gülşenî’nin Mânevî’sinden dersler vermek suretiyle II. Selim Dönemi’nde tasavvuf kültürünün yayılmasına yardımcı oldu.
Şemseddin Ahmed Efendi dervişlerine raks ve devran yaptırdığı için, Tire Kadısı Defterdarzâde Mehmed Çelebi, Birgi Kadısı Nûrullah Efendi, kadılardan Bilâlzâde ve Dârülkurrâ Şeyhi Mehmed Çelebi şeyhin bu hareketlerine karşı çıkmakta ittifak etmişlerdi. Bir gün hep birlikte bir mecliste toplanarak şeyh ile bu meseleyi tartıştılar. Onlar Ebüssuûd Efendi’nin fetvâsını ileri sürerek, o şekilde zikir yapmanın haram olduğunu iddiâ ediyorlardı. Şeyh Efendi’nin ise, “Şeyhülislâmın fetvasıyla yasaklanan hevâ-i nefs ile olan raksdır, bizim yaptığımız ise aşk-ı ilâhîden kaynaklanmaktadır.” diyerek bu muhâlefeti savuşturmaya çalıştığı belirtilmektedir.
Şeyh Mahmud Efendi
II.Selim Dönemi’nde sarayda hekimbaşılık vazifesini deruhte eden Kâdiriyye Şeyhi Mahmud Efendi (ö. 976/1568), âdetâ Kanûnî’nin II. Selim’e bir emânetiydi. “Kaysûnîzâde” diye de bilinen ve tıp ilminde mâhir olan Kâdiriyye Tarîkatı şeyhlerinden Mısırlı Şeyh Mahmud Efendi, Kanûnî’nin “nıkris hastalığı” sebebiyle çektiği sancılara devâ bulunca, Mehmed Çelebi’den (ö.970/1562-63) sonra reîsü’l- etıbbâ (Hekimbaşılık) makamına getirilmişti. Padişah vefât ettiğinde yıkanıp kefenlenmesi ve namazının kıldırılması da bu şeyh tarafından yerine getirilmiştir.
Hasan Zarîfî Efendi
II.Selim Dönemi’nde iktidarın destek ve yardımda bulunduğu sûfîlerin başında Gülşeniyye pîri İbrahim Gülşenî’nin meşhur halifesi Hasan Zarîfî Efendi (ö.977/1569-70) gelmektedir. Hasan Zarîfî Efendi için İstanbul’da iki adet tekke tesis edilmiş ve “mîrî hazîne”den de kendisine maaş bağlanmıştır. Kumkapı’da kiliseden bozma bir yerde bulunan mescid, devlet kesesinden bir vazife ile birlikte Şeyh Hasan Zarîfî Efendi’ye tayin ve tahsis edilmiştir. Bir yeniçeri de o mescidin mihrabı önündeki boş arsaya bir zâviye yaptırmıştır. Zarîfî Efendi, orada irşâd faaliyetlerinde bulunmaktayken, vukû bulan bir deprem sebebi ile cami ve zâviye tamamen yıkılmış, daha sonra buraya Sadrazam İbrahim Paşa’nın hanımı Muhsine Hatun, Zarîfî Efendi’ye olan saygısı ve sevgisi sebebiyle yeniden bir cami ve mihrâbı önündeki yere de bir zâviye yaptırmıştır. Zamanla bu tekke “Muhsine Hatun Tekkesi” olarak anılagelmiştir. Hatta bu yapının mescid, tevhîdhâne ve şadırvan kısmı zamanımıza kadar ulaşabilmiştir.
Nûreddinzâde Mustafa Muslihiddin Efendi
Kanûnî Sultan Süleyman ile yakın temas içerisinde bulunan Cemâliyye Şeyhi Nûreddinzâde Mustafa Muslihiddin Efendi’nin (ö. 981/1574) devlet erkânı ile olan yakın ilişkisi, Kânûnî’den sonra oğlu II. Selim zamanında da devam etmiştir. II. Selim Kıbrıs Seferi’ne çıkarken (1570), Nûreddinzâde’ye mürâcaat ederek duâ etmesini istemiş, şeyh de duâ ettikten sonra, halifesi Ahmed Şernûbî’yi Sultan’ın beraberinde sefere göndermiştir. Sofyalı Bâlî Efendi’nin halîfesi olan Nûreddinzâde, tekkesinde müritlerinin terbiyesi ile meşgûl olurken, aynı zamanda va’z ederek, tefsir ve hadis meclisleri oluşturuyor, halkın her kesimini irşâda çalışıyordu. Hem hâl ehli bir mürşid-i kâmil hem de zâhirî ilimlere vâkıf âlim bir zât idi. Sohbetlerinin çok etkili olması sebebiyle meclislerine devlet erkânının yanı sıra ulemâ da devam ederdi. Kânûnî Sultan Süleyman’ın gözdesi bir şeyhti. Kanûnî kadar Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’nın da Kanûnî Dönemi sonrasında Nûreddinzâde’ye yardım ve desteğinin devam ettiği görülmektedir. Nûreddinzâde, İstanbul’daki faaliyetini Küçük Ayasofya Zâviyesi’nde sürdürmekteydi. Sokullu Mehmed Paşa tarafından 1571 yılında Mimar Sinan’a Kadırga’da inşâ ettirilen külliyede Nûreddinzâde adına bir de zâviye yaptırılmıştır. Ancak zâviyenin inşası bitmeden Şeyh’in vefât ettiği kaydedilmektedir. Nûreddinzâde’nin vefâtı üzerine burada, pîrdaşı olan Kurt Mehmed Efendi (ö. 996/1588) postnişin olmuştur.
İbrahim Ümmî Sinan Efendi
Halvetiyye’nin Ahmediyye kolunun Sinaniyye şubesinin kurucusu olan İbrahim Ümmî Sinan Efendi (ö.976/1568) de II. Selim Dönemi’nin dikkat çeken şeyhlerinden biridir. Kanûnî Sultan Süleyman’ın, şeyhlere tekkeler kurmak suretiyle daha rahat faaliyet göstermeleri için imkânlar hazırladığı bilinen bir gerçektir. Bu çerçevede, Topkapı civarında İbrahim Ümmî Sinan adına da bir tekke yaptırmıştır.
Ebüssuûd Efendi’nin devrâna karşı tavrı oldukça sertti. Ancak İbn-i Kemâl gibi, onun kanaatinin de daha sonra değiştiği görülmektedir. Bu değişimin meydana gelmesinde ise İbrâhim Ümmî Sinan’ın etkili olduğu kaydedilmektedir. Ebüssuûd Efendi bir gün Ümmî Sinan ile bir araya gelerek devrân meselesini tartışmaya başlarlar. Tartışmanın sonunda sinirlenen şeyhülislâm, “Ya Şeyh! Eğer bu devrândan vazgeçip müridlerini de bundan alıkoymazsan ve ben de sen vefât ettiğinde hayatta olursam, halkı cenâzeyi kılmaktan menederim.” der; bunun üzerine Ümmî Sinan da “İnşallah benim cenâzemi sen kıldıracaksın.” diye mukâbele eder. Ümmî Sinan bir müddet sonra vefât ettiğinde, Ebüssuûd Efendi’nin bundan haberi olmaz. Şeyhin tabutu hazırlanıp namazı kılınmak üzere Fâtih Camii’ne götürülür. Aynı zamanda saraydan bir kız vefât etmiş ve onun cenâzesinin de Fâtih Camii’nden kaldırılmasına karar verilmiştir. Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi, saraylı kızın cenâze namazını kıldırmak üzere cemaatin başına geçtiği sırada, kızın tabutunun yanı başında bir de erkek tabutunun olduğunu görür ve önce er kişinin namazını kıldırmak gerektiği için, kim olduğunu bilmeden “Er kişi niyetine...” deyip Ümmî Sinan’ın namazını kıldırır. Namazdan sonra müridlerin hücumu ile eller üzerine alınarak tabutun taşındığını gören Şeyhülislâm, etrafındakilere mevtânın kim olduğunu sorunca, Ümmî Sinan olduğunu öğrenir.
Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi’nin bu hâdiseden çok etkilendiği ve ondan sonra kendisine devrân meselesi sorulduğunda şu şekilde cevap verdiği rivâyet edilmektedir: “Allahu Teâlâ’nın ilmi sonsuz bir deniz mesâbesindedir. Meşâyih-i izâm ol denizin gavvâslarıdır. Biz ehl-i sâhiliz. Bu hususta bizim onlarla bahsimiz yoktur.”
Devlet Desteğini Elde Eden Sûfîler
Kanûnî Sultan Süleyman tarafından Anadolu’ya getirilip kendisine maaş bağlanan Ebû Saîd b. Sun’ullah (ö. 980/1572), II. Selim Dönemi’nde de devlet desteğini elde etmiş sûfîlerdendir. Şeyh Ebû Saîd, 920/1514 tarihinde Tebriz’de dünyaya geldi. Babası Şeyh Sun’ullah, Ubeydullâh-ı Ahrâr’ın (ö.895/1490) halîfelerindendi. Molla Abdurrahman Câmî ile birlikte, Ubeydullâh-ı Ahrâr’a mürid olmuş, hilâfet aldıktan sonra da, Horasan’dan Azerbaycan’a gitmiş ve Tebriz’e yerleşerek irşâd hizmetlerinde bulunmuştur. Ebû Saîd, aynı zamanda Molla Ahmed Kazvînî’den de el almıştı. Şeyh Ebû Saîd ve babası Şeyh Sun’ullah, Tebriz ve civârında Safevîlerin baskı ve tehdidine mâruz kaldı. Kanûnî Sultan Süleyman, 955/1548 senesinde II. İran Seferi’ne çıkıp Tebriz’i fethedince, Şeyh Ebû Saîd Padişah’la Anadolu’ya geldi. Anadolu’ya getirilen Şeyh Ebû Saîd’e, Kanûnî aynı zamanda maaş da bağlatmıştı. Diyarbakır üzerinden Halep’e geçip oraya yerleşen Şeyh Ebû Saîd, bir müddet Halep’te kaldıktan sonra bazı rahatsızlıklar sebebiyle Hindistan’a gitmek isteyince, İstanbul’a davet edilmiş ve maaşı kademe kademe arttırılarak günlük 100 dirheme kadar çıkarılmıştır.
Bahsi geçen şeyhlerin yanında Şeyh Şâban Efendi (ö. 1002/1593), Kastamonulu Muharrem Efendi (ö. 983/1575), Nakşbendiyye şeyhlerinden Şeyh Mahmud Efendi (ö.987/1579), Ferhat Paşa’nın adına zâviye yaptırdığı Şeyh Mehmed Efendi (ö.975/1567-68), ilk defa görevinden el çektirilip azledilen Mevleviyye Şeyhi Ferruh Çelebi (ö.999/1591), II. Selim Dönemi’nin diğer önemli şeyhlerinden bazılarıdır. Tasavvufî hayatın her alanda etkisini hissettirdiği II. Selim Dönemi’nde tasavvuf erbâbı devlet desteğini yanında hissetmiş, gerek padişahın gerekse devlet erkânının pek çok sîmâsı tekke şeyhlerinin faaliyetlerini rahatlıkla sürdürmesine imkân hazırladığı görülmektedir.
* Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE