İhlâs ve Sıdk Üzere Olmak
İhlâs, "arınmak" ve "saflaşmak" anlamına gelen hulûs kökünden türemiş bir terimdir. İslâmî anlamda, ibâdet ve iyi eylemleri yalnızca Allah için yapmayı ifade eder. İhlâs, kalbi şirk, riyâdan, kötü duygulardan ve gösteriş arzusundan arındırarak, her türlü hayırlı faaliyete samimiyetle yönelmeyi ve yalnızca Allah’ın rızâsını gözetmeyi içerir.
Fudayl b. İyâz’ın sözlerine göre, insanların hatırı için amelleri terk etmek riyâdır, onları memnun etmek için amel etmek ise şirktir; bu iki durumdan uzaklaşmak ise ihlâsı temsil eder. Riyâ, aslında Allah rızâsı için yapılması gereken amellere gösteriş katmak anlamında kullanılır.
Sûfîlere göre, ibâdetin gerçek özü ihlâstır; ihlâssız yapılan amelin değeri yoktur, ancak ihlâssız amel, amelsiz ihlâstan daha zararlıdır. Sûfîler, kurtuluşun çok ibâdetle değil, ibâdetteki samimiyetle sağlanacağını savunur. İhlâslı olduğunu düşünmek, ihlâs eksikliğinin bir işareti olarak görülür.
Allah, kulunun ihlâsını kabul etmek istediğinde, onun ihlâsını görmesini engelleyebilir; bu durumda kişi "muhlis" değil, Kur’an'daki anlamıyla "muhlas" olur. Muhlis, kendi çabasıyla ihlâsa ulaşan, muhlas ise Allah tarafından ihlâs verilen kişidir. İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi (k.s.)şöyle buyurur:
Herkesin miktar-ı ihlâsınca fiili eder zuhûr
Sen çalış ol muhlisândan çıkmasın senden kusûr[1]
Yûsuf b. Hüseyin er-Râzî, ihlâsın en değerli şey olduğunu ancak riyânın kalbinde yeniden belirdiğini belirterek, ihlâslı kalmanın zorluğuna dikkat çeker. İhlâs, özel bir niyet olarak kabul edilen ve insan ruhunda derin bir sır barındıran bir özelliktir. Kutsî bir hadiste, ihlâsın Allah’ın sırlarından biri olduğu ve sevdiği kulun kalbine verildiği ifade edilir.
Cüneyd-i Bağdâdî’ye göre, ihlâs o kadar gizlidir ki, melekler onu bilmediği için sevap defterine yazmaz, şeytan bozamaz, nefis de farkında olmadığı için şımarmaz. Bu sebeple, kişi kendi ihlâsını bilemeyebilir; bu da onu sürekli nefsini denetlemeye yöneltir. Tasavvuf kaynaklarında, ihlâs ile feyiz ve ilham arasında bir ilişki olduğu, kırk gün ihlâslı kalan bir kişinin kalbinden hikmetlerin fışkıracağı inancı ile desteklenir.[2]
İhlâs ile sıdk kavramları birbirine yakın ve ilişkili tasavvufî kavramlardır. Sıdkın kemâli ihlâs ile mümkündür. Es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi (k.s.), bir hutbesinde ihlâs kavramını şöyle açıklar:
“Herhangi bir işi güzel bir niyetle saf bir kalp ile yapmak, o işe başka bir şey karıştırmamaktır.” Sıdk ve ihlâs, iki ayrı tasavvuf kavramıdır. Fakat Osman Hulûsî Efendi, bu kelimeleri genellikle “sıdk u ihlâs” şeklinde kullandığı için, bu kavramlar tek başlıkta ele alınmıştır.
Öncelikle kavramlar arasındaki anlam bağına işaret edilmeli ve Cüneyd-i Bağdâdî’nin konuya dair görüşleri serdedilmelidir. Ona göre sıdk u ihlâs, ibâdetlerde tevhîd tecrübesini doğuran unsurlardır. Sıdk, ihlâsı kapsayan bir kavramdır ve amelleri gereğince yapmaktır.
Sıdk, hem inanç ve niyette hem de fiil ve amelde tezâhür eder. İhlas ise daha soyut ve dar kapsamlı bir kavram olup sıdkın itikat ve niyet boyutu ile ilgilidir. Anlam cihetinden dar kapsamlı olsa da ihlâs, görünmeyen içsel tarafından ötürü sıdktan üstündür.[3] Bir beyitinde de şöyle buyurur:
Sıdk u ihlâs ile koy gel kapısında baş u cân
Tâ sana râm ola dilber gece gündüz arama[4]
(Ey gönül! Gece gündüz sevgiliyi arayıp durma. (Eğer sen) doğruluk ve ihlas ile sevgilinin kapısına başını ve canını koyarsan o zaman zaten sevgili sana kendini gösterir, sana bağlanır.)
Zünnûn-ı Mısrî özellikle, “İhlâs, içindeki sadâkat ve ona sabır ile tamam olur. Sıdk da ancak ondaki ihlâs ve sıdk üzere devam etmekle tamamlanır.” derken, Harrâz’ın şu ifadesi ona çok benzerlik arz etmektedir: “İhlâs, sıdk, sabır çeşitli mânâların kısımlarıdır. (…)
Sonra bu üç temel husustan her biri de bir diğeri olmadan tam sayılmaz. Her ne zaman içlerinden birisi kaybolsa diğeri de işlevsiz hâle gelir. (...) Bu bakımdan ihlâs ancak sıdk ve sabır ile sabır ancak sıdk ve ihlâs ile sıdk da ancak sabır ve ihlâs ile beraber tam olur.”[5]
Ebû Saîd el-Harrâz’ın düşüncesinde daha merkezî konumda duran makamlar evvelâ ihlâs, sabır ve sıdktır. Şöyle ki Harrâz sözlerinde ihlâs, sabır ve sıdka sıklıkla vurgu yapmakta ve bu aşamaların bazen ikisini, bazen de üçünü bir arada kullanmaktadır.
Fakat onun özellikle Kitâbu’s-Sıdk’ta geçen birtakım ifadeleri, bu üç aşama arasında kurduğu ilişkiyi anlamamız bakımından önem arz etmektedir. Ona göre ihlâs, sabır ve sıdk çeşitli mânâların kısımlarıdır ve bütün amellere indimâc etmiştir. İhlâs, sabır ve sıdk yapılan bir işe dâhil edilmediği zaman amel bozulmakta ve eksik kalmaktadır.
Ayrıca bu üç temel husustan her biri de diğerleri olmadan tam sayılamamaktadır. Bu münâsebetle Harrâz’a göre ihlâs ancak sıdk ve sabır ile sabır ancak sıdk ve ihlâs ile sıdk da ancak sabır ve ihlâs ile birlikte kâmil hâle gelmektedir.[6] Bu gerekliliği Hulûsi Efendi (k.s.) şöyle dillendirir:
Hulûsî’yâ hâs gerek
Bahrına gavvâs gerek
Gönülde ihlâs gerek
Gönül yâra yâr olur[7]
Sıdk; Niyet Söz ve Amel Bütünlüğüdür
Sadâkatte niyetin de doğru olması gerektiğine işaret edilmiştir. Ebü’l-Leys Semerkandî bir kimsenin malında cimrilik yapmadığı zaman niyetinin sâdık ve hâlis olduğunu söylemiştir. Ona göre eğer bir kimse hacca gitmeye niyetli bir kişi görüp, “Benim malım olsaydı hacca giderdim.
Ama haccetmeye yetecek malım yok sadece iki tane dirhemim var. Bu elimdeki iki dirhemi bu hacca gidecek olan kişiye vereyim.” derse bu kişinin niyetinden ötürü hâlis ve sâdık olduğunu ifade etmiştir. Fakat Semerkandî az miktardaki malında (iki dirhemde) dahi cimrilik eden kimsenin, malı çok olsa bile vermeyeceğinden dolayı Allah’ın bu kişinin niyetine sevap vermeyeceğini dile getirmiştir.
Ayrıca Semerkandî samîmî niyetlerin amel etmiş gibi yazıldığını şu meselle zikretmiştir; Bir kimse kıyâmet günü hesaba çekilir ve amel defteri sağ tarafından ona verilir. Bu kişi amel defterine bakar ve hac, umre, cihad, zekât, sadaka gibi amellerin yazıldığını görür.
Bu amellerin kendisinin olmadığını düşünür. Allah ona şöyle der: “Oku! Çünkü bu senin defterindir. Çünkü sen yaşadığın hayat boyu, ‘Eğer şu kadar malım olsaydı hacca giderdim, malım olsaydı cihad ederdim…” dedin. Ben senin niyetinde sâdık olduğunu bildiğim için bütün bunların sevabını sana verdim.’”
Semerkandî, burada amelle birlikte niyetin de öneminden bahsetmiştir. Ebü’l-Leys Semerkandî amel hususunda Allah için sevmek ve buğz etmek gerektiğini söylemiş ve Hz. Mûsâ’nın Allah ile arasında geçen şu diyaloğuna dikkat çekmiştir: Allahu Teâlâ Hz. Mûsâ’ya “Ya Mûsâ! Bu güne kadar hiç benim için bir amel yaptın mı?” diye sordu.
Hz. Mûsâ “Ey Rabbim! Senin için namaz kıldım, senin için oruç tuttum, senin için sadaka verdim ve seni zikrettim.” dedi. Allah, “Ey Mûsâ! Kıldığın namazlar senin için kıyâmet günü hüccettir. Tuttuğun oruçlar kıyâmet günü seni ateşten koruyacak bir kalkandır. Verdiğin sadakalar kıyâmet günü senin için gölgedir. Zikir ise senin için bir nurdur.
Benim için hangi ameli yaptın?” buyurdu. Hz. Mûsâ, “Ey Rabbim! Öyleyse bana senin için olan ameli göster.” dedi. Allahu Teâlâ, “Ey Mûsâ! Hiç benim için bana dost olan birini dost edindin mi, yine bana düşman olan birini benim için düşman bildin mi?” dedi.
Daha sonra Hz. Mûsâ amellerin en faziletlisinin Allah için sevmek ve buğz etmek olduğunu bildi. Semerkandî’nin bu hususu zikretmesinin maksadı, amellerin en üstününün Allah’a muhabbeti olanları sevmek, Allah’a karşı düşmanlık edenlere kin beslemek olduğunu göstermek içindir. Çünkü insan Allah için sever ve buğz ederse hakîkî mânâda mü’min vasfına erişebilir.[8]
Semerkandî’nin tevekküle dair zikrettiği bir hadiste Hz. Peygamber buyurmuştur ki: “Her kim insanların en kuvvetlisi olmayı isterse, Allah’a tevekkül etsin. Her kim insanların en mükerremi, şereflisi olmayı isterse, Allah’tan korksun, takvâlı olsun. Her kim insanların en zengini olmak isterse, Allah katında olana, kendi elinde olandan daha fazla güvensin.”[9]
Ebü’l-Leys Semerkandî tevekkülün en iyi azık olduğunu ifade etmektedir. Nitekim bu konuda Ebû Mutî‘ Belhî ile Hâtem-i Esam arasında geçen şu konuşmayı zikretmektedir. Ebû Mutî‘, Hâtem-i Esam’a, “Bana ulaşan haberlere göre sen yanında hiçbir yiyecek ve içecek almadan uçsuz bucaksız çölleri sadece tevekkülle geçebiliyormuşsun?” dedi.
Hâtem-i Esam ona, “Hayır ben oralara yanıma yiyeceğimi ve içeceğimi alarak geçiyorum.” diye cevap verdi. Ebû Mutî‘, “Peki senin azığın nedir?” diye sordu. O, “Benim azığım şu dört şeydir: Ben bütün dünyayı içindekilerle birlikte Allah’ın azığı olarak görüyorum. Bütün mahlûkatı Allah’ın iyâli olarak görüyorum.
Bütün sebeplerin ve rızıkların Allah’ın elinde olduğunu biliyorum. Ben Allah’ın hükmünün her yerde geçtiğini biliyorum. İşte, bunlar benim azığım.” şeklinde cevap verdi. Bunun üzerine Ebû Mutî‘, “Ey Hatem! Senin azıkların en güzel azıklardır. Sen bu azıklarla âhiret çöllerini bile geçersin. Dünya çöllerini nasıl geçmeyesin ki!” dedi.
Şakîk-i Belhî bana tavsiyelerde bulun diyen birine, “Şu üç şeyi hatırından çıkarma: Allah’a ibâdet eder, kulluğunu yaparsan seni iman ve sırât üzerinde sâbit kılar. Allah’ın düşmanlarına karşı savaşırsan sana yardım eder. Allah’a verdiğin sözde sâdık olursan, O da sana verdiği sözü (cenneti) yerine getirir.” demiştir.
Bu bağlamda mutasavvıflar Allah’ın rızık vermeye kefil olduğunu ve o rızkın kişiyi bulacağını söylemektedir. Onlar Allah’a ihlâsla kulluk etmeyi, bu yolda çabalamayı ve Allah’a güvenmek gerektiğini zikretmektedir.[10]
Tasavvuf ehline göre dalga dalga ve sürekli tecellî eden mânevî sınavlara karşı sâdık ve samîmî bir şekilde, tıpkı bir pervânenin, öleceğini bildiği halde kendini ateşe atması gibi, defalarca kendini korkmadan ateşe atıp Allah’a daha da yaklaşmak için mücâdele vermek oldukça zor görülmektedir.
Bu anlamda sıdk, bir erdem olarak fütüvvet ehlinin sıfatlarından biri sayılmakta ve sıddıklık da âyette belirtildiği üzere şehitliğin önünde yer almaktadır: “Kim Allah’a ve peygambere itâat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır.”[11]
Bu sebeple de küçük cihadın ucunda şehitlik dahi olsa sıddıklık daha üst bir mertebe ve nefs ile yapılan mücâdele de, zâhirî her türlü mücâdeleden daha büyük bir cehd olarak görülmektedir.
[1] Halil İbrahim Şimşek, “İsmail Hakkı Toprak’ın Bazı Tasavvufî Görüşleri”, Bir Gönül Eri, Buruciye Yayınları, Sivas 2010, s. 282- 283.
[2] Süleyman Ateş, “İhlâs” Maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 2000, c. 21, s. 535-537.
[3] Hamit Demir, “Osman Hulûsi Efendi’nin Hayatı, Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı”, Doktora Tezi, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas, 2023, s. 159.
[4] Es-Seyyid Osman Hulûsi Ateş, Divan-ı Hulûsi-i Darendevî, (Haz: Mehmet Akkuş- Ali Yılmaz), Nasihat Yayınları, İstanbul, 2006, s.9.
[5] Ebû Saîd Harrâz, Kitâbu’s-sıdk, Doğruluk Kitabı Allah’ın İpine Nasıl Sıkı Sıkı Tutunuruz?, çev. Hacı Bayram Başer, Hayy Kitap, İstanbul, 2013, 13.
[6] Harrâz, Kitâbu’s-sıdk, 13.
[7] Ateş, Divan-ı Hulûsi-i Darendevî, s. 82.
[8] Kübra Mıcık, Ebü’l-Leys Semerkandî ve Tasavvuf Anlayışı, Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak, 2023, s. 81-82
[9] Ebu Nuaym, Hilyet’ül-Evliyâ, 3/18.
[10] Mıcık, a.g.e., s. 55
[11] 4/Nisâ, 69.
Musa TEKTAŞ
Yazar2008 yılınca Mehmet Nuri Yardım Bey ve arkadaşları tarafından Eskader kurulmuş ve derneğe bağlı sanatalemi diye de bir site açılmıştı. Arkadaşım Umut Bulut derneğin Cağaloğlu’nda Timaş’ın karşısındaki...
Yazar: Aydın BAŞAR
Yüce Allah Ankebût Sûresi 45. âyette şöyle buyurmaktadır:“(Rasûl’üm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibâdet...
Yazar: Mehmet SOYSALDI
Yaratılıştaki Yüz Güzelliğini Koruyarak Mahşerde Mahcup Olmamak İçinde yaşamış olduğumuz şu âlemde, yaratılmış olan bütün güzellikler Cenab-ı Hakk’ın ilâhî güzelliğinin bir yansımasıdır. Çünkü gü...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Yüce Yaratıcı’nın insanlığa son seslenişi Kur’ân, hayat rehberidir, hayat düsturudur, hayat kitabıdır. O sadece ibâdetlerde okunmak için gelmemiştir. Bunun yanında o, dünya hayatını dizayn ederek insa...
Yazar: Ali AKPINAR