İÇİMİZE OLAN YOLCULUK
Geçen gün elime bir antika ütü geçti. Demirden, ağırca döküm bir ütü. Yaklaşık 15 cm derinliğinde, üstü yine demirden kapaklı, kilidi kuş şeklinde, içine kor ateş konarak sıcaklık elde edilen, ahşap sapıyla elleri yakmamak için ince düşünceli davranan bir emektar. Zamanında çok yüz güldürmüş, mis gibi ayaz kokan çamaşırları düzeltmiş, cemiyet içinde sahibinin yüzünü ağartan kıyafetlere intizam vermiş kara-kuru bir ütü. Âdeta “Sakla beni hulk içinde, göstereyim seni halk içinde.” diyen esvaplara ufak bir dokunuşla çekidüzen veren, sanki fî tarihinden kalma gibi etrafa bön bön bakan ancak vakarından, azametinden hiçbir şey kaybetmeyen bir demir yığını… Rahmetli teyzem yokluğu da varlığı da iliklerine kadar yaşamış bir Osmanlı hanımefendisi idi. İhtilallerin, savaşların husûle getirdiği buhranların, genç yaşta üç çocukla dul kalmanın pişirdiği, olgunlaştırdığı bir “hayat üniversiteli” bilge. Dünyanın çarkı içinde öğütülmüş hâl ehli bir acuze. Bir asra yaklaşan ömrünün son demlerinde bile yatmadan önce Osmanlıcadan hikâyeler okur, titreyen eliyle hatıra defterini yazar, kâh ilginç masallarla kâh Peygamberler Tarihi’nden kesitlerle beni daha uykuya dalmadan hayal âlemimde mest ederdi. Bazen yuvarlanarak yürüyen devden korkar bazen zümrüd-ü ankayı Hz. Süleyman’ın hüdhüdüne benzetir bazen de ormana pikniğe giden çocukların, kaybolmamak için geçtikleri yollara ekmek kırıntıları bırakarak gittiğini, dönüşte kuşların o ekmekleri yemesinden dolayı ormanda kayboluşları ile derinden hüzünlenir, ağlamaklı olurdum. Gün gelir Kaf Dağı’nın zirvesine çıkar, aşağıda kuzuları kovalayan kurdu korkuyla izler, başımın üzerinden geçen postacı güvercinlerin süzülüşünü seyrederdim. Gün gelir ateşten denizi mumdan gemilerle geçer, karanlık ufukları-kızıl bulutları temaşa ederdim. İçim daralır, canım sıkılır, kasvet yüklü hâlet-i rûhiyeyle o atmosferden kurtulmaya çalışırdım. Hiç yaşanası şeyler mi bunlar? Mutlak muhal. Oysa bu alegorilerin, çocuğun zihin dünyasını geliştirdiğini, üretkenliğini arttırdığını, ileriki yıllar için bir temel taşı olduğunu söyleyen uzmanların tespiti ne kadar yerinde. Cevval-hünerli-demir çiğneyen teyzemin istikbal inşa eden gayretini anlamam yıllarımı aldı. Kabri cennet bahçesi olsun. Bunları neden anlattığımı merak ediyor olmalısınız. Girizgâhta bahsettiğim ütü var ya, çilekeş teyzemin elinde güzelliklere imza atan o ütü, tekaüde ayrılmış, boynu bükük vaziyette şimdi oğlunun evinde, içine kurutulmuş çiçek doldurulmuş, bakır kaplar, bakır semaver, eski radyo, oymalı sandık, sararmış, duvar panosu yapılmış bohça kenarıyla vs. bir köşede eve dekor malzemesi olmuş, yaşadığı serencamı tahayyül ediyor âdeta. Bir ibret vesikası olan ve sanki müzayede eseri gibi bir köşede paha biçilmeyi bekleyen; endamıyla, hafızalara kazıdığı hatıralarla, yıllanmış ev halkını zaman tüneline bindirip neticede lavanta kokulu sandığın kapağını açan kap-kacaklar! Siz, gençliğimizin şâhidi olduğunuz kadar, Teğâbun Suresi’nin “Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir.” ayet-i kerimesinin en güzel müfessirlerinden birisiniz de. “Mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan.” beytinin ahşap ya da metala dönüşmüş hâlisiniz. Vaktinde önemli görev ifa etmiş olsanız da şimdi kıymetten düştünüz, zira siz bir metasınız. Çocuklarımızın evcilik oynadığı gibi biz de sizlerle dünya oyunu oynuyoruz. Zamanınız dolunca tedavülden kalkmaya mahkûmsunuz. Ebedî âleme uğurladığımız sevilenler yok ancak siz, boyanız dökülse bile, hâlen buralardasınız. Belki kıymetlisiniz, belki ince ve kırılgansınız, sırçadan, kristaldensiniz, belki doğal yaratılışınıza hiç müdahale edilmeden doğadan koparılıp getirildiniz vesaire... “Yere iyi davran, göğe iyi davran, eşyaya, Kur’an’a, canlıya, her şeye iyi davran.” ilâhî emri gereği, gemiyi yükselten su misali hayatımızda varsınız. Size yani fâni olana gönül vermek ancak abesle iştigaldir. “Bir varmış bir yokmuş…”larla büyüyen insanoğlunun takılmadan, oyalanmadan, zaman israfı yapmadan hakiki kullukla serfirâz olması, belki bütün mesele bu. Bir muamma olan hayat, cevabı bulunamayan en büyük bilmece. Geçişler, iniş-çıkışlar, saltanat-sefaletiyle cevabını ancak “Mahşer günü herkes pişman olacak. İman edip hayırlı amel işleyen niye daha fazla yapmadığına, imansız olan ise aklını kullanmadığına pişman olacak.” hadis-i şerifi gereği o gün alacağız inşaallah. Dereler aktı geçti, kurudu vakti geçti, Nice han nice sultan tacı bıraktı geçti, Dünya bir pencereymiş, her gelen baktı geçti Abdal Yûnus’un bu dizeleri çok güzel özetliyor bütün yazdıklarımızı. Razı olmuş ve razı olunmuş şekilde, mahşer günü en az pişman olanlardan kılınmamız temennisiyle efendim.
A. Tuba BÂKİLER SÜTDEDE
YazarAdamın biri, yola çıkmak üzere olan Hz. İsa’ya “Sana yoldaş olabilir miyim?” der. Teklifin kabul edilmesi üzerine beraber yola koyulurlar. Bir nehir kenarına varınca yemek molası için otururlar. Yanl...
Yazar: A. Tuba BÂKİLER SÜTDEDE
Ülkemizde semt pazarlarında, marketlerde kolaylıkla bulabildiğimiz brokoli, aslında tam bir sağlık deposu. Brokolinin faydalarına dair yapılan araştırmalarda; obeziteden diyabete, kalp hastalıklarına ...
Yazar: Nesibe AYDIN
Sultan İbrahim’in en çok sevdiği Kadın Efendisidir. 1630’ların başında doğduğu ve Çerkez asıllı olduğu rivayet edilmektedir. Tarihçi Dimitri Kandemir’e göre Kırımlıdır. Tarihçi Agafangel Krımski, kard...
Yazar: Bengisu HAYAT
Yüce Rabbimiz Tekvir sûre-i celîlesinde kıyametin kopma ânını zihinlere o kadar dehşetli tablolarla çizer ki, hayal gücünüz oranında, birkaç fırça darbesiyle çizilen büyük bir tu...
Yazar: A. Tuba BÂKİLER SÜTDEDE