İbrahim Hakkı Erzurumî
Anadolu’da yaşayan evliyanın ve âlimlerin büyüklerinden İbrahim Hakkı, 18 Mayıs 1703 senesinde Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğdu. Babası Osman Efendi de veli bir zattı. Annesi Hasankale’nin ileri gelenlerinden Dede Mahmut’un kızı Şerife Hanife Hanım’dır. İbrahim Hakkı’nın hak âşığı, ilim ve hayâ madeni olarak tanıttığı babası bazı maddî ve ruhî problemler sebebiyle sıkıntılı bir dönem yaşamış. İbrahim Hakkı’nın doğumuyla bir ferahlık hissetmekle birlikte sıkıntısı devam etmişti. Erzurum’a yerleşen Osman Efendi burada yörenin ileri gelen ilim ve tasavvuf erbabıyla tanışmış ve 1170’de yolculuğa çıkmış, Siirt’e yaklaşık 7 km uzaklıkta bulunan Tillo’ya (bugünkü Aydınlı) uğramış, yörenin tanınmış mürşitlerinden İsmail Fakirullah’a intisab ederek buraya yerleşmiş, böylece yıllardır aradığı huzura burada kavuşmuştur. İbrahim Hakkı, yedi yaşına geldiğinde annesi Şerife Hanife Hatun’u kaybetti. Babası Osman Efendi, İbrahim’i amcasına emanet etti ve tasavvufta kendisini yetiştirecek bir rehber, âlim aramak için sefere çıktı. Kısa sürede Siirt’in Tillo kasabasında İsmail Fakirullah’ın büyüklüğünü, Yüce Yaradan’ın katında yüksekliğini anladı. Ondan ilim öğrenmek veya hizmet etmek için geceli-gündüzlü çalıştı. Dokuz yaşına basan öksüz İbrahim Hakkı, babasının hasretiyle yanıyordu. Amcası Molla Ali Efendi, İbrahim Hakkı’yı alarak Tillo’ya babasının yanına götürdü. İbrahim Hakkı Tillo’da babasına kavuşmasını şöyle anlatır: “Ben dokuz yaşında idim. Ali amcam beni babamın yanına götürdü. Bir ikindi vaktinde Tillo’ya girdik. Dergâha vardığımızda babam ile hocası namaz kılıyorlardı. İlk bakışta İsmail Fakirullah’ı görünce mübarek yüzü, bana pederimden daha yakın geldi. O anda yüzünün cezbesi gönlümü aldı. Aklım, onun güzelliğiyle, duruşundaki heybete ve olgunluğa hayran kaldı. Gönlümü, ona kaptırdım. Babam beni kendi odasına götürdü. Şefkat ile ilim öğretip, lutf ile terbiye etmeye başladı.” İbrahim Hakkı ilk tahsilini babasında yaptı. Tefsir, hadis, fıkıh gibi zâhirî ilimleri öğrendi. Babasının arkadaşı Molla Muhammed Sıhranî’den astronomi, matematik gibi zamanın fen bilgilerini öğrendi. Hatta kalbine şifa bulmak için de İsmail Fakirullah’ın mânevî terbiyesine girdi. İbrahim Hakkı, babasının vefatından sonra hocasının emriyle Erzurum’a gitti. Amcalarının da teşvikiyle sekiz sene ilim tahsil etti. Erzurum Müftüsü Hazık Muhammed’den okudu. Yirmi beş yaşında tahsilini tamamlayıp muhabbet ateşiyle yandığı hocası İsmâil Fakirullah’ın yanına geldi. Burada hocasının 1734 senesinde vefatına kadar hizmetiyle şereflendi. Sonra Erzurum’a döndü. Küçük yaşta ayrıldığı Hasankale’ye gelip yerleşti. İbrahim Hakkı, Hasankale’de evlendi, sonra İstanbul’a gitti. Şeyhi Fakirullah’ın Sultan Birinci Mahmut yanında saygınlığından faydalanarak padişahla görüşüp ilgi ve takdirini kazandı. Saray kütüphanesinde çalışmasına izin verildi. Özellikle yeni Astronomiye ilgisinin bu kütüphanedeki çalışmalarıyla başladığı söylenebilir. İbrahim Hakkı İstanbul’da iken kendisine müderrislik pâyesi verildi ve ders okutması şartıyla Erzurum’daki Abdurrahman Gazi Dede Tekkesi’nin zaviyedarlığı (tekke şeyhliği) tevcih edildi. Erzurum’a döndükten sonra Halip Efendi Camii’ndeki imamlık görevini sürdüren İbrahim Hakkı, bir müddet sonra aynı zamanda iyi bir musikişinas olan oğlu İsmâil Fehim’in tahsilini tamamlaması üzerine bu görevi ona bırakarak ilmî faaliyetlere daha fazla zaman ayırabilmek için günlerinin çoğunu Hasankale’de geçirmeye başladı. İbrahim Hakkı 1755 senesinde resmi bir hizmet için İstanbul’a çağrılan Erzurum gümrükçüsü Mehmet Sun’ullah ile birlikte ikinci defa İstanbul’a gitti. O, ilkinden daha uzun sürdüğü anlaşılan bu ikinci ziyaret sırasında kütüphanelerde çalıştı. Nitekim Marifetnâme’yi İstanbul dönüşünden kısa bir süre sonra tamamlaması onun bu eserle ilgili olarak İstanbul’da yoğun bir hazırlık çalışması yaptığı kanaatini vermektedir. İbrahim Hakkı, Hasankale’ye dönünce bir yandan Marifetnâme’nin telifiyle meşgul olurken bir yandan da öğrenci yetiştirmeye başladı. Abdurrahman Gazi Dede Tekkesi’nin zaviyedârlığı Sultan Üçüncü Mustafa tarafından 1760 yılında yenilendi. Bu arada önemli eserlerinden İrfâniyye’yi tamamladı. İbrahim Hakkı 1763 senesinde hatıralara bağlılığı ve vefa duygusunun çokluğundan, hocasının memleketi olan Tillo’ya üçüncü defa gelişinde büyük bir ilgiyle karşılandı. Muhtemelen Tillo’ya yerleşmesini sağlamak üzere onu hocasının torunu Fâtıma Hatun’la evlendirdiler. Bu sırada İnsaniyye adlı eserinin telifini tamamlayan İbrahim Hakkı 1746 senesinde hocasının oğlu Mustafa Fâni ile birlikte hacca gitti ve dönüşte yine Tillo’da kaldı, burada öğrenci okutmaya ve eser yazmaya devam etti. Bu arada Mecmûatü’l-Meâni’yi bitirdi. İbrahim Hakkı, zaman zaman Tillo’da, “Cebel-i Ra’sil Kuvâ” ismindeki tepeye çıkardı. Öğrencilerine de; “Bu tepe, yakında büyük bir nama kavuşacaktır.” derdi. Bu tepeye bir musalla taşı yaptırdı. Her uğradığında oraya otururdu. Ölümü, ahreti ve hesabı düşünürdü. 1768’de Erzurum müftüsü Şeyh Mustafa Efendi ile beraber üçüncü defa çıktığı hac yolculuğu sırasında amcasının oğlu Yusuf Nesim’e Şam’dan yazdığı mektupta eserlerinin oralarda bile arandığını ve ilgiyle okunduğunu bildiriyor, kendisinden bazı kitaplarını temin edip göndermesini rica ediyordu. Yolculuğunun ardından Erzurum’a döndü. Yaklaşık üç yıl sonra oğlu İsmail Fehim ile birlikte tekrar Tillo’ya giderek buraya yerleşti. İbrahim Hakkı 1775’te altı ay kadar süren ağır bir hastalığa yakalandı. Hasankale’deki öğrencilerinden Derviş Halil kendisini ziyarete gelmiş, ancak İbrahim Hakkı onun ölçüsüz davranışlarından rahatsız olmuştu. Bir süre Tillo’da kalan Halil, hocasının yeni yazdığı bazı eserleri de okumuştu. Daha sonra Erzurum’a dönünce hocasının bir sır kitabını okuduğu yolunda sözler sarf ederek güya onun itibarını arttırmak istemiş, ancak bu açıklama herkeste bir merak uyandırmıştı. Muhtemelen bu haberin, kendisi hakkında olumsuz fikirlerin çıkmasına yol açacağından kaygılanan İbrahim Hakkı Sünnî akideye bağlılığını ispat etmek amacıyla âyet ve hadislerden başka şeylerle meşgul olmayı bıraktığı mesajını veren Urvetü’l-İslâm ve Hey’etü’l-İslâm adlı iki eser yazarak değişik kişilere gönderme gereğini duydu. Bunun yanında Erzurum’daki Yusuf Nesim’e de bir mektup göndererek “Avnikli Kezzâb” diye andığı Halil’in anlattıklarına inanmamalarını ve onun söylediklerinin iftira olduğunu bildirdi. Bu arada şeyhinin kızı olan son eşinin genç yaşta ölümü İbrahim Hakkı’yı derin etkiledi. Kısa bir süre sonra şeyhinin büyük oğlu Hamza Ganiyullah’ın ölümü üzerine yalnızlığı daha da artan İbrahim Hakkı 22 Haziran 1780 tarihinde vefat etti. Ölümünden iki yıl önce yazdığı vasiyetnamesinde şeyhinin kubbesi altına defnedilmesini, oraya şeyhin evlâtlarının gömülmesi gerektiğinin belirtilmesine rağmen bu bir fedakârlık olarak telakki eden İsmail Fakirullah’ın oğlu Mustafa Fanî’nin isteği üzerine şeyhinin türbesine defnedildi. Ölümü için de; “Hudâyı (Rabb’ini) bilmeye ancak cihane geldi sultanım” mısraı tarih olarak düşürüldü. Bizzat İbrahim Hakkı tarafından yaptırılan, plânı da kendisine ait olan bu kubbeli türbe yaklaşık 40 metrekare olup sekizgen bir kaide üzerine oturtulmuştur. Günümüzde bir ziyaret mahalli olan türbede her yıl 18 Mayıs-22 Haziran tarihleri arasında çeşitli faaliyetler yapılmaktadır. Hayatını ilim öğrenmek, öğretmek ve kitap yazmakla geçiren İbrahim Hakkı’nın çoğu Türkçe olan eserlerinin sayısı hakkında değişik rakamlar verilmiştir. Bağdatlı İsmail Paşa 32 eser adı sıralamış, Bursalı Mehmet Tahir bu sayıyı 39’a çıkarmıştır. Eserlerinin bir kısmını manzum olarak kaleme alan İbrahim Hakkı genellikle Hakkı, bazen da Fakirî mahlasını kullanmış. Türkçeden başka Arap ve Fars dillerinde de manzumeler yazmış, kaside, gazel, rubâi ve kıt’alarında ilmî, dinî, tasavvufî fikirlerini ustalıkla dile getirmiştir. Divanındaki şiirler tamamen tasavvuf neşvesiyle yazılmıştır.
Muammer YILMAZ
Yazarİnsanoğlu kendini bildiği ve çevresini tanıdığı andan itibaren hayatın hiç de kolay olmadığını anlamaya başlar. O artık yalancı dünyanın, dertleriyle, ıstıraplarıyla, sevinçleriyle iç içedir. Sert ese...
Yazar: Muammer YILMAZ
Tasavvuf velilerin yolu olduğu için kar gibi temiz bir yoldur ki asla leke kabul etmez. Onda leke olduğunu zannedenler elmas ile cam parçasını ayırt edemeyen kimselerdir. Günümüzde dine düşmanlık etme...
Yazar: Aydın BAŞAR
Gerçek sanatkârlar mütevazı insanlardır. Çünkü yaptıkları sanat eserlerinin gerçek sanatkârın eserleri yanında bir hiç olduğunun farkında, idrakindedirler. Kâinata tefekkür gözüyle bakar onlar ve Rabl...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
"Darende'm¸ Somuncu Baba'm gönül yârim. Yüzyıllardır tüten maneviyat ocağım. Dîvân-ı Hulûsî'nin sadâsı gönül dağım. Altın Silsile'den gelen temiz nesline merbuttur gönül bağ...
Yazar: Muammer YILMAZ