İBÂDETLERİN HİKMETLERİ VE TERBİYE YÖNÜ
Din, inanç, ibâdet ve muâmelât hükümlerinden meydana gelen İlahî bir yapıdır. İnanç ve temel ibâdetler ve bu ibâdetlerin oluşturması gereken ahlâkî erdemler Yüce Allah’ın bütün peygamberlerine vahyettiği, öğrettiği, uygulattığı ve ümmetlerine teblîğ etmelerini emrettiği evrensel hükümlerdir. İnsanlar arası ilişkileri ve insanların evren ve Allah ile ilişkisini düzenleyen muâmelât hükümlerinin temel hedefi evrensel olmakla birlikte tür, şekil ve icrâsı her peygamberin şerîatında az çok farklılık gösterir. Müslümanın Müslüman olduğunu gösteren ve başkalarını da Müslümanlara özendiren esasen güzel ahlâk ve erdemli davranışlardır. İnanç ve ibâdet bu davranışları sağlar, geliştirir ve korur. İnancın ve ibâdetin ruhuna içine sindiği, ruhunda yer ettiği ve içselleştiği Müslüman sosyal davranışlarında, toplumsal ilişkilerinde alış-verişinde iyilik ve farklılığı temsil eder. Bu güzel davranışlarıyla insanlara örnek olur. Çünkü o, Allah’a ibâdet ikliminde yetişmiştir. Her Müslüman için iyi olmak, erdemli olmak ve örnek olmak kaçınılmaz bir hedef ve zorunluluktur. Herkes bunu hayatı boyunca elinden geldiği kadar en üst seviyeye çıkarma gayreti ve eğitimi içerisinde olmalıdır. İbâdetler esasen dinin taabbudî hükümlerini oluştururlar. Taabbudî, mânâsı, gerekçesi ve sebebi sorgulanmayan ve sırf emredildiği için yapılan hüküm demektir. Bu anlam en çok ibâdetlere uygun olduğu için bu gibi hükümleri ifade etmek için ibâdet kökünden bir kelime kullanılmıştır. Zira ibâdeti sorguladığımız zaman onu değişime açık hale de getirmek durumunda kalırız. Bu da dinin istikrârını ve evrenselliğini zedeler. Bu yüzden taabbudî hükümler dinin sâbit ve değişmez ayaklarını oluştururlar. Mânâyı, hikmeti, sebebi bu ibâdetlerin mevcut durumunda aramak durumundayız. Dolayısıyla mü’minlerin görevi, bunları sorgulamadan, sağlam ve sahih kaynaktan olduğu gibi alıp uygulamaktır. Çünkü ibâdetleri akılla gerekçelendirme imkânı yoktur ve ibâdetler kıyasa da konu olmazlar. Dinin ve dindarlık zihniyetini oluşturup devam ettirmenin de temeli olan ibâdetlerin kulların bilip bilemeyeceği birçok hikmeti vardır. Bu hikmet yönlerini sınırlandırmak mümkün değildir. Çünkü hikmet illetten farklı olarak yere, zamana, kişiye göre değişkenlik arzeder. Bu yüzden herhangi bir ibâdete dair sayılan ya da tesbit edilen hikmetin her mükellef bakımından ve her zaman mutlaka meydana gelmesini beklemek doğru olmaz. Meselâ namaz her türlü kötülükten Müslüman’ı engeller; bu doğrudur ve namazın temel hikmetlerinden biridir. Ancak namaz kıldığı halde hâlâ bir takım kötülükleri yapan kimseleri gördüğümüzde namazın onu neden kötülükten engellemediğine şaşırırız. Bu durum namazın hikmetine zarar vermez. Yani namazın engelleme hikmeti olmadığından değil, meselâ o kişinin kıldığı namazla ve şahsıyla alakalıdır. Onun için kesin olmasa da hikmetler ibâdetlerin rûhudur. Müslümanlar bunları tesbit edip kendilerini bu yönde eğitmek durumundadırlar. İbâdetlerin eğitici yönü hikmetlerinde gizlidir. Hikmete uygun olarak ibâdet yapabilen Müslüman ibâdetle kendisini eğitmiş demektir. Buna göre ibâdet ettiği halde ahlâken istenen seviyeye gelememiş olan bir Müslüman’ın eğitimi hâlâ eksik demektir. Yani namaz kıldığı halde kötülüklerden kendisini alıkoyamayan, oruç tuttuğu halde kalbini, zihnini ve âzâlarını kötülüklerden çekemeyen, zekât verdiği halde cimrilikten ve pintilikten kurtulamayan, hacca gittiği halde sabırsız davranan ve günah işleyebilen bir Müslüman, eğitim noktasında hâlâ geri bir noktadadır. Bunun yolu, kendisini bu hikmetleri yakalamaya zorlaması, her gün, her hafta ve her yıl hedef koyması ve ibâdetlerini bu bilinçle yapması gerekir. Bir bütün olarak ibâdetler mü’minler için eğitim sürecidir. Ancak bazıları bu süreçte daha erken başarı elde ederken bazılarının başarısı sınırlı kalır. Bunu eğitim süreciyle örneklendirirsek şöyle bir benzetme yapabiliriz: Bazı insanlar okula gelmeden önce hazır bilgilerle gelir ve bazen de çok zeki olurlar, gerektiğinde bunlar sınıf atlarlar. Bazıları ise sıfır noktasından başlarlar. Bu noktadan başlayıp devamlı orada kalanların eğitim gördüklerine hükmedilemez. Bunlar sadece okula gidip gelirler. Belli bir başarı gösteremedikleri için diploma da alamazlar. Sorulduğunda okula gittiklerini söylerler ancak bir şey de öğrenip bir ilerleme kat edemedikleri için sadece kendilerini avutmuş, vakitlerini harcamış ve yorgunluktan başka bir şey elde edememiş olurlar. İşte yıllarca ibâdet ettiği halde ibâdetin tabîî sonucu, semeresi ve meyvesi olan güzel ahlâkı ve erdemleri elde edememiş olan Müslümanların durumu da bunun gibidir. Nitekim Yüce Kur’ân, ibâdetinin kendisini eğitmediği Müslümanları şu şekilde tasvir etmekte ve ayıplamaktadır: “(Ey insan! Görünüşte namazını kılan, ibâdetlerini yerine getiren fakat ahlâksız, kişiliksiz, saygısız ve merhametsiz tavırlarıyla cenneti, cehennemi ve) hesabı yalanlayanı(n kim olduğunu) bilir misin? İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulu doyurmaya (gayret göstermeyen, insanları böyle iyiliklere) teşvik etmeyen. Öyleyse yazıklar olsun (böyle) namaz kılanlara! Kıldıkları namaz(ın ruhundan ve hedefinden habersiz, ibâdetin kişiye kazandırdığı üstün ahlâkî vasıflar)dan gâfil olan. İnsanları aldatmak için (ibâdeti gösteri haline getirerek veya Allah’tan başkalarını memnun etmek için ibâdet ederek) gösteriş yapan ve (en ufak bir iyiliğe,) yardıma engel olan (o sözde ‘dindarlara’) yazıklar olsun.”1 Herhalde Allah Rasûlü (s.a.v.), “Nice namaz kılanlar vardır ki, onların yanına ancak yorgunlukları kalır. Nice oruç tutanlar vardır ki, onların aç ve susuz kalmaktan başka elde ettikleri bir şey yoktur.”2 meâlindeki sözleriyle bu durumda olan ibâdet ehlini kastetmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in arkasında beş vakit namaz kıldığı halde kendisini kötülüklerden koruyamadığından yakınan bir sahâbîye Hz Peygamber (s.a.v.) namaza devam etmesini ve namazın kendisini mutlaka eğiteceğini söylemesinden, namazın bilinçli kılınması durumunda eğitici olduğunu anlıyoruz. Ebû Hanîfe de şadırvanda usulüne uygun olarak abdest alan bir genci görmüş ve “Keşke bu genç bir de ana-babasına karşı güzel davransa ve saygılı olsa o zaman bu abdest hedefine ulaşır.” demiştir. Bütün bunlar ibâdetlerin eğitici fonksiyonuna işaret etmektedir. İbâdetlerin eğitim yönünü ortaya çıkaran da onların hikmetlerini bilip hedef haline getirmekle olur.
Abdullah KAHRAMAN
YazarBütün peygamberlerin getirdiği mesajın iki yönü vardır; din yönü, şerîat yönü. Bazen din ile şerîat kelimeleri birbirilerinin anlamını kapsayacak şekilde kullanılır. Ancak özel kullanımda din kavramı,...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
Mustafa Takî Efendi, millî mücadelemizin kahramanlarından ve ilk meclisin medrese kökenli mebuslarından bir zattır. Takî Efendi’nin vefatına kadar gerçekleştirdiği bütün faaliyetlerini, “Müslümanların...
Yazar: Fatih ÇINAR
Gerçek ve olması gereken dengeli dindarlık, dinin hedef ve misyonuna uygun ve dinen olması gereken boyutlarıyla kabul edilip yaşanması olduğu halde, zaman zaman dindarlık algısında ve tezâhürlerinde d...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN
Asıl ismi Yakup, babası İbrâhim b. Habîb Ensârî’dir. Kûfe’de doğup büyümüş, orada okumuştur. Soy olarak Arap’tır. Büyük dedesi Sa’d b. Büceyr sahâbedendir. Yaşı küçük olmasına rağmen Uhud Savaşı’na ka...
Yazar: Abdullah KAHRAMAN