HZ. PEYGAMBER (S.A.V.)’İ ANMAK
- Hadis:
"Bir kimse bana bir salât-ı şerîfe getirirse, Cenâb-ı Allah ona on kere rahmet eder, on günahı düşürülür ve on da derece verilir.”
[1]
Somuncu Baba Diyor ki:
“Hadiste Yüce Ehadiyet'ten ilâhî feyzin Rûh-i Muhammedî vasıtasıyla ulaşacağına işaret vardır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) ezelî ve ebedî olarak Kutbu'l-aktâb'dır. Bu durumda tâlibe gerekli olan Yüce Efendisiyle münâsebeti ona salât etmek ve sünnetlerine yapışmak sûretiyle sağlamaktır. Salât ile ona yaklaşan kimseye, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e tâbi olması sebebiyle on rahmet gelir. Ayrıca kendisiyle Hak arasındaki on perde kaldırılır, Allah'a yakınlaşma derecelerinden on derece yükselir.”
Hadisin Yorumu
Gerek Kur’an’da ve gerekse hadislerde Allahu Teâlâ’nın devamlı zikredilmesine büyük teşvik vardır. Meselâ bir âyette Yaratıcı’mız şöyle buyurur:
“Siz beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin!”[2] Bu hususun pek çok âyette vurgulanması elbette pek çok hikmeti barındırmaktadır. Bunların en başında ise, kulun yaratıcısı ile olan bağını güçlü bir şekilde devam ettirmesi gelmektedir. Kul her vesile ile rabbini hatırlayıp anacak ve hayatını o doğrultuda devam ettirecektir. Böylece Allah ile olan irtibatı hayatını istikâmet üzere tutmasını sağlayacaktır. Kuvvetlenen bu bağ ile mü’min aynı zamanda korkudan dolayı değil, Allah’a olan derin muhabbet ve sevgisinden dolayı hayatına çeki düzen verecek, sevdiği Yaratıcı’sının râzı olmayacağı bir yanlışa düşmemeye gayret edecektir. Bütün bunları yaparken de Allah’ı andığı ve onu sürekli hatırladığı için sevap kazanacaktır. En güzeli de yaşadığı hayatta mutlu olacaktır. Yaratıcı’mızın şu fermanını bir de bu bakış açısıyla okuyalım:
“Onlar ki inanırlar ve kalpleri Allah'ı anmakla huzur bulur. Bilesiniz ki, kalpler Allah'ı anmakla yatışır.”[3]
Unutmayalım ki, bizler namazımızın her anında rabbimizi tesbih ederiz. Tekbir bir tesbihtir, Sübhâneke bir tesbihtir, Fâtiha bir tesbihtir, rükû ve secde duâları birer tesbihtir, her rükün bir tesbihtir. Bunun yanında diğer zamanlarımızda da Yaratıcı’mızı tesbih ederiz. Burada da aynı hikmet söz konusudur. Allah’ı anmamız kuru kuruya bir zikir değildir. Esas olab bu anmanın sonunda insanın yaşantısını düzene sokmasıdır.
Aynı durum Allah Rasûlü için de geçerlidir. Hz. Peygamber (s.a.v.) pek çok hadislerinde kendisine salât u selâm getirilmesini talep etmektedir. Bir hadislerinde şöyle ferman etmektedirler:
"Kıyâmet günü bana insanların en yakını, bana en çok salâvat okuyandır."[4] Bu ve benzeri hadisler, Allah Rasûlü’nü devamlı gören ve onunla bir arada bulunanlardan ziyâde uzakta yaşaması sebebiyle zaman zaman görme fırsatı bulan veya hayatında bir kez görebilmiş uzak bölgelerde yaşayanlar ile Son Elçi’nin vefâtından sonra yaşayacak olanlar içindir. Nitekim vefât etmiş olması sebebiyle bizlerin Hz. Peygamber (s.a.v.)’i görme imkânı bulunmamaktadır. Aramızdaki iletişimi canlı tutacak en önemli araç ise Son Elçi’yi anmaktır. İşte salavat bunu en iyi gerçekleştiren araçtır. Böylece insan namaz öncesinde, namazda, namaz sonrasında ve diğer zamanlarında Allah Rasûlü’nü andığında onun sevgisini gönlüne iyice yerleştirmiş olur. Çünkü bir şeyi ne kadar çok anarsanız gönlünüzdeki yeri o derece kavîleşir. Aynı zamanda bu anma, sevmenin de göstergesidir. Zira insan neyi çok seviyorsa dilinde hep o olur. Böyle devam eden insan, son elçiyle mânen hemhal olur ve Allah Rasûlü’nün yaşantısını kendisine örnek edinir. Çünkü sürekli anarak sevgiyi tazelemenin peşinden uygulama gelir. Böylece mü’min hareketlerinde, insanlarla olan ilişkilerinde ve Rabb’ine karşı görevlerinde nefsine çeki düzen vermeye başlar. Sevdiği Peygamber gibi olmaya, onun gibi yaşamaya başlar. Bu durum mü’minin hem kalbini mâsivâdan tasfiye eder, hem de yaşantısını kemâle erdirir. Bu sebeple salavat getirmeyi ihmal etmemek gerekir.
Demek oluyor ki, hem Rabb’imizi hem de Peygamberimiz (s.a.v.)’i anmak sadece bir tek şeye hizmet eder: “Kulluğumuzu daha iyi noktaya taşımaya.”
Sevgiyi Sözden Eyleme Taşımak
Bir insan birini sevdiğini söyleyince bunun tezâhürlerinin hayatına yansımasını bekleriz. Sevgisini dile getirmesine rağmen, sevdiğini iddia ettiklerini üzecek işler yapıyorsa, burada gerçek anlamda bir sevgiden söz etmemiz mümkün olmaz. Hatta yalancılık ve riyakârlıktan bahsetmemiz mümkün olur. Ayrıca yaşamda kendisine yer bulmayan kuru sevginin bir anlamı yoktur. Bu, arkadaşına kazık attıktan sonra onu çok sevdiğini dile getirmeye benzer. Bu yüzden eylem söze şahitlik eder. Bu şahitlik bazen tasdik bazen de yalanlamak şeklinde olur. Eylemler sözü destekliyorsa tasdik edilmiş, tersi durumda da yalanlanmış olur. Bu yüzden söz ile eylemi birbiriyle uyumlu hale getirmek gerekir. Bunun yolu da elbette sevdiğimizi söylediğimiz Allah Rasûlü’nü hayatımızda rehber edinmemizdir. Hiç şüphesiz salavat bu yola girmenin icaplarındandır.
Allah Rasûlü’nü Anmak Niçin Önemli
Unutmamak gerekir ki, Allah’ın kitabı sadece Hz. Peygamber (s.a.v.)’e indi. Biz ona güvenerek Kur’an’ın Allah kitabı olduğuna iman ettik ve bu kitapta insanlardan istenilenlerin neler olduğunu ve nasıl yerine getirileceğini yine kitabın kendisine indirilmiş olandan öğrendik. Çünkü kitap kendisine indirildiğinden dolayı bu yüce buyrukta Rabb’imizin neyi murad ettiğini en iyi anlayacak olan odur. İslâm büyüklerinin Hz. Peygamber (s.a.v.)’i yaşayan bir tefsir olarak tanımlamaları bu yüzdendir. Çünkü ona bakmak sûretiyle İslâm’ın nasıl yaşayacağını görme imkânına sahip olunuyordu. Günümüz Müslümanları için görme imkânı olmadığından dolayı rehberliğini hadislerden ve sünnetlerinden öğrenmek durumundayız. Çünkü Allah, Kur’an’ında Hz. Peygamber (s.a.v.)’i biz Müslümanların önüne rehber olarak koymuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in rehberliği sadece sahâbe için olmadığına, bizim için de, bizden sonrakiler için de geçerli olduğuna göre, elimizdeki imkânlar nispetince Allah Rasûlü’nün rehberliğine tâbi olmak durumundayız. İşte hadisler ve sünnetler burada devreye girmekte ve bizi Allah Rasûlü ile buluşturmaktadır.
Sınavımızın başladığı yer de burasıdır. Peygamberimiz (s.a.v.)’le hadisleri ve sünnetleri vesilesiyle buluşmamızdan sonra onun peşinden gitme ölçümüze göre sevgimiz kendisini belli edecektir. Bu sebeple şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Allah Rasûlü’nü kendisine rehber etmeyenin Allah’ın istediği gibi bir kulluk yaşaması aslâ mümkün olamaz. Bunun yolu ise Allah Rasûlü’nü tanımaktan geçer. Salavat getirmenin bir anlamı da budur. Biz salavat vesilesiyle Allah Rasûlü’nü hatırlıyoruz. Hatırladıkça ona sevgimiz artıyor. Sevgimiz arttıkça da onu tanımaya ve ona uymaya iştiyâkımız coşuyor.
Allah Rasûlü’nün Hayatını Okumak
Dünyanın ahlâkî açıdan belki de en kötü dönemini yaşadığımız şu zaman diliminde, başta kendimiz olmak üzere insanlarımızın, hâssaten de gençlerimizin önüne peşlerinden gidecekleri ve yaşantısını örnek alacakları bir rehber koyma zaruretimiz vardır. Onların zihin dünyalarında bir peygamber tasavvuru ve sevgisi oluşturmak zorundayız. Bunun elbette pek çok yolu vardır, ancak bu dönemde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in insânî yönünü öne çıkarak çok kitap yazılmıştır. Bunlardan okumalar yapmak sûretiyle gençlerimize Allah Rasûlü’nün sevgisini kazandırabiliriz. Özellikle din kültürü öğretmenlerimizin her dersin sonunda Hz. Peygamber (s.a.v.)’den birer hatıra aktarmaları güzel olur.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’e Saygısızlık Etmemek
Son zamanlarda bazı insanlar Hz. Peygamber (s.a.v.)’den bahsederken sadece adını anmakla yetinerek “Muhammed” demektedir. Sanki sıradan bir insandan bahseder gibi Allah Rasûlü’nü sıradanlaştırmaktadırlar. Oysa aynı kişiler herhangi bir devlet adamının huzuruna girerken veya onunla konuşurken saygı ifadelerini ihmal etmemektedirler. Meselâ bir valinin yanına girip, adı Ahmet ise ona “Ahmet ne var ne yok?” dememektedirler. Çünkü bu büyük saygısızlık olur. Bunun yerine “Sayın valim.” diye hitap etmektedirler. Dünyanın bütün ülkelerinde benzeri saygı ifadeleri kullanılmaktadır. Ama iş Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelince, Allah Rasûlü hiçbir vasfı olmayan bir kişi konumuna indirilmekte, saygısızlık edilmektedir. Bu üslup insanların gözünde Allah Rasûlü’nü değersizleştirerek büyük zarar vermektedir.
Bizim Hz. Muhammed’i anarken salavat getirmemiz bir açıdan ona olan saygımızı da ifade ettiğinden, Allah Rasûl’üne karşı gereken hürmeti göstermiş oluyoruz. Bundan dolayıdır ki, klasik kitaplarımızda salavat konusu ele alınırken, bir mecliste Hz. Peygamber (s.a.v.) anıldığında en az bir kez salavat getirilmesi istenmiştir. Sohbet Hz. Peygamber (s.a.v.)’le ilgili olduğunda, adını her anışta salavat getirmek mümkün olmayabilir. Buradaki zorluk sebebiyle oluşan geleneğimiz çerçevesinde “Hz. Muhammed” ve benzeri hürmet ifadelerini kullanmak yeterli olabilir. Unutmayalım ki, Hz. Peygamber (s.a.v.)’ şöyle buyurmuştur:
"Gerçek cimri, yanında zikrim geçtiği halde bana salâvat okumayandır."[5]
Değerlerle Oynamak
Her toplumu ayakta tutan değerleridir. Değerlerden uzaklaşıldıkça, milleti bir arada tutan kıymetler çözülmeye başlar ve sonunda toplum birbirinden kopar. Yaşamış olduğumuz dönemde, değerlerinden uzaklaşan bir toplumun kendi varlığını devam ettirebilmesi aslâ mümkün olmadığından ve başka kültürlerin etkisinde eriyip yok olacağından dolayı bizi biz yapan özelliklerimize sahip çıkmak durumundayız. Allah Rasûlü’ne salavat getirmemize bir de bu noktadan bakmamız gerekir. Bundan ödün vermek demek en temel değerlerimizden birini hayatımızdan çıkarmak demektir.
[1] Hadis için bkz.
Nesâî', Sehv, 56, rakam: 1296; Beyhakî,
Şuabu'l-Îmân, II/210, rakam: 1554.
[2] 2/Bakara, 152.
[3] 13/Ra’d, 28.
[4] Tirmizî, 484.
[5] Tirmizî, 3546.