HZ. PEYGAMBER (S.A.V.) VE DÜRÜSTLÜK
Allah Rasûlü, İslâm’ı insanlara anlatmaya başladığında pek çok zorlukla karşılaştı. Kur’an’ın pek çok âyetinde belirtildiği gibi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’i getirdiği vahiy açısından suçlamaya, değersizleştirmeye gayret ettiler. Hatta onu mecnun olmakla bile suçladılar. Yönelttikleri suçlamalara baktığımızda, tamamının kökeninde Allah Rasûlü’nün aklî melekelerini kaybettiği ithamı olduğunu görürüz.
Onun şahsiyetiyle ilgili olarak bir karalama söz konusu değildir. Meselâ yalan konuşan, başkalarının hakkını gasp eden, güvenilmez, hareketleri tutarsız, geçimsiz biri olduğu yönünde en küçük bir suçlama yoktur. Karşı tarafta yer alanlar, onun insanlığı için söyleyecek ve suçlayacak bir şey bulamamışlardır. Hatta bu yönde bir şey aramaya, geçmişini didik didik etmeye girişmemişlerdir. Çünkü doğumundan kırk yaşına kadar bu insan hep onların içindeydi. Kendilerinden biriydi. Huylarına ve davranışlarına varıncaya kadar onu yakından tanıyorlardı. Zaten Mekke küçük bir yerdi. Nüfusu yirmi ilâ yirmi beş bin arasındaydı. Küçük bir ilçe kabul edin. Böylesine az nüfuslu bir yerleşim yerinde kırk yıl yaşadığınız zaman herkes sizi tanır, zihinlerinde nasıl biri olduğunuzla ilgili olarak kesin ve değişmez kabul oluşur.
İşte Allah Rasûlü de böyleydi. Tek bir Allah’ın kulunun, onu karakteri ve ahlâkı açısından suçlayacak bir dayanağı yoktu. Çünkü içlerinde dünyaya gelmiş ve yine içlerinde o yaşa varmıştı. Bu şuna benzer: Nasıl ki bizler akrabamızla ilgili olarak çeşitli düşüncelere sahibizdir, Mekkeliler de Allah Rasûlü ile ilgili kesin bir kanaate sahiptiler. Ki bu kanaat müsbet yönde idi. Tâ ki nübüvvetini ilan edinceye kadar. Ne zaman Hz. Muhammed (s.a.v.) peygamberliğini ilan etti, her şey tersine döndü. Yerleşik sistemi ellerinde tutan güç sahipleri, onun bütün bir geçmişini ve iyi insanlığını bir yana bırakarak karşısında düşman kesildiler. Çünkü kurdukları çark bozulacaktı.
Kur’an ve Hz. Peygamber (s.a.v.)
Şunu aslâ unutmamak gerekir: Kur’an’da iyi sıfat olarak zikredilen her ne var ise, bunlar Hz. Peygamber (s.a.v.)’de mutlaka vardır. Çünkü Allah, gönderdiği peygamberin yapmadığı bir şeyi ümmetinden istemez. İstemiş olsaydı, bu abes olurdu ve insanların İslâm’ı reddetmeleri için gerekçe oluştururdu. Şunu deme hakları olurdu: “Bizim bazı sıfatlara sahip olmamızı istiyor, ancak peygamber olduğunu iddia eden kimsenin bunlarla alakası yok. Bu da dininin bâtıl olduğunu göstermeye yeter.”
Kur’an’da emredilen iyi hasletlerle ilgili durum böyle olduğu gibi, sakındırılan kötülüklerde de tersinden benzer bir durum vardır. Şöyle ki: Rabb’imiz Kur’an’da fenâlık olarak saydığı her ne var ise, Hz. Peygamber (s.a.v.) bunlardan fersah fersah uzaktır. Çünkü yüce kitap hırsızlık, yalan, gıybet, içki içmek ve benzeri fenâlıklardan hem Hz. Peygamber (s.a.v.)’i hem de diğer insanları sakındırıyor olsaydı, bu sefer de şöyle diyeceklerdi: “Kendisi irşâd edilmeye muhtaç biri, bize nasıl ahlâkî önderlik yapacak? O da bataklıkta, biz de.”
Güzel olan şu ki, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hayatında, ne nübüvvet öncesinde ne de sonrasında eleştirilebilecek böylesi bir şey, bir yanlış iş aslâ yoktur. Zaten Müslüman olmadan önce Şam’a giden Ebû Sufyan’a Hırakl, “Muhammed sizden ne istiyor?” diye sormuş, o da şu cevabı vermişti: “Namaz kılmamızı, doğru sözlü ve iffetli olmamızı, sözümüze sâdık kalmamızı, emânetin gereğini yerine getirmemizi istemektedir.”
1
Şimdi şu âyetlere bir bakalım:
1- “
Yine onlar ki, emânetlerine ve verdikleri sözlere riâyet
ederler.”
2
2- “
Ey iman edenler! Verdiğiniz sözleri yerine getirin.”
3
3-
“Öyle ise seninle beraber tevbe edenlerle birlikte
emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”
4
4- “
Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şâhit
lik eden kimseler olun. (Haklarında şâhit
lik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şâhit
liği) eğer, büker (doğru şâhit
lik etmez), yahut şâhit
lik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”
5
5- “
Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şâhit
lik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”
6
Allahu Teâlâ’nın İstediği Bir Kul Olabilmek
Bu âyetlere baktığımız zaman Hz. Peygamber (s.a.v.) üzerinden bize hitap edildiğini anlarız. Çünkü Allah Rasûlü bu âyetleri bizlere teblîğ etmek için Allah katından almıştır. Bunları bizlere ulaştırmasının amacı ise bellidir. O da Allahu Teâlâ’nın istediği gibi olmak. Ona gelince, zaten hayatı tam da Allah’ın istediği gibidir.
Rabb’imizin buyruklarını bizlere teblîğ eden son elçi, bunlar ve benzeri âyetlerde istenilen hususları kendisi de dile getirmiş, bir anlamda Allahu Teâlâ’nın buyruklarını teyit ederek dikkatimizi çekmiştir. Adeta bizlerin Kur’an’la daima irtibatta olmamızı ve ilahî buyruklardan gâfil kalmamamızı istemiştir. Meselâ şöyle buyurmuştur:
1- “
Doğruluktan ayrılmayınız. Doğruluk sizi ‘iyiliğe’, o da sizi cennete ulaştırır. Kişi doğru olur ve daima doğru iş yaparsa Allah katında sıddî
klardan yazılır. Yalandan sakınınız. Yalan da insanı günaha, o da cehenneme götürür. Kişi durmadan yalan söyler ve yalan üzere iş yaparsa Allah katında yalancılardan yazılır.”
7
2- “
Dürüst ve güvenilir tüccar, Â
hirette peygamberler, sıddîkler ve şehitlerle beraber olacaktır.”
8
3- “Üç şey
münâ
fığın alâ
metidir: Konuştuğunda yalan konuşur. Söz verdiğinde uymaz. Emânet edildiğinde hıyâ
net eder.”
9
Şimdi sıra kendimizi kontrole geldi:
Allah Rasûlü’nü çok sevdiğimizi ve onu kendimize rehber aldığımızı her fırsatta söylemekten keyif alıyoruz. Hatta bununla övünüyoruz. Ancak söylem önemli olmakla birlikte asıl olan eylemdir. İnsanın söylediği eylemiyle uyuşmuyorsa, bunun pek değeri olmaz. Bu sebeple önce kendimize karşı ne kadar dürüst olduğumuza bakmak durumundayız. Rabb’imizin bizlerden istedikleri ile yasakladıkları husûsunda ne kadar hassasız? Ayrıca aile fertlerimiz bizi nasıl görüyor? Oğlumuz, kızımız ve eşimizin kafasında bizimle ilgili kanaat nedir acaba? Bütün bunların yanında alışverişte bulunduğumuz veya aynı iş yerinde çalıştığımız kişilerin bizlere bakışı nasıldır? Esasında hepimiz bizimle ilgili ne düşünüldüğünü çok iyi biliyoruz. Şâyet çocuklarımız da dâhil olmak üzere etrafımızdakilerin bizimle ilgili kanaatleri bizi mahcup edecek ise o zaman Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ne kadar uyduğumuzu sorgulamak durumundayız?
Meselâ bize bir dükkânın kasası emânet edildiğinde giren-çıkan husûsunda hassas mıyız? Ticârî faaliyetlerimizde yalan konuşmadan dürüstçe alışveriş yapıyor muyuz? Bizi tanıyanlar bizleri ne kadar güvenilir buluyorlar? Bütün bunları kendimize sorduğumuzda alacağımız cevap ne durumda olduğumuzu ve ne yapmamız gerektiğini öğretecektir. Şimdi size soruyorum: İnsanların terâzisinde kendinizi nasıl buluyorsunuz? Akşam kafanızı yastığa koyduğunuzda bunun bir hesabını yapın isterseniz.
Hatırdan çıkarmamamız gereken son bir husus bulunmaktadır. O da şudur: Hz. Peygamber (s.a.v.), dürüst ve ahlâklı bir insan olmasaydı, getirdiği kitap ne kadar güzel şeylerden bahsederse bahsetsin, kendisine inanan bir tek Allah’ın kulu olmazdı. Çünkü kitap bir şey söylüyor kendisi tersini yapıyor olurdu. Aynı şekilde, güzel insan olmamızı isteyen ve bizlere ahlâkî tavsiyelerde bulunan bir kişinin anlattıklarını kendi hayatında yaşamadığını anladığımız anda her şey biter. Onun söyledikleri bizleri zerre kadar etkilemez. Çünkü söz ile eylem uyumlu değil. Aynı durum bizim için de geçerli. Başta ailemiz olmak üzere etrafımızdakilerin ahlâklı ve dürüst olmalarını isteriz. Ancak bizi diyenler zekâdan yoksun değiller. Belki nezâketen yüzümüze karşı bir şey demiyorlar ancak kalplerinden nelerin geçtiğini ancak Allah bilir. Dolayısıyla, biz ne kadar Müslümanız?
Aziz kardeşlerim! İslâm kâl (söz) dini değil hâl (hayata geçirme) dinidir. Sözünü hâline hâkim kılan kurtulmuştur. Konuşup yapmayan vebâlini artırmıştır. O yüzden önce dürüst olalım. Hem Allah’a hem de çevremize karşı.
Dipnot
*Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM
1. Buhârî, 2681.
2. 23/Mü’minûn, 8.
3. 5/Mâide, 1.
4. 11/Hûd, 112.
5. 4/Nisâ, 135.
6. 5/Mâide, 8.
7. Buhârî, 6094.
8. İbn Mâce, 2139.
9. Buhârî, 33.