HZ. PEYGAMBER (S.A.V.) VE DOSTLUK
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in özelliklerini sayın. denecek olsa, doğru sözlü olması, güvenilir olması, güzel kelâmlı olması, merhametli ve saygılı olması gibi, sayılabilecek ne kadar güzel haslet varsa hepsi sayılabilir. Bunların hepsi Allah Rasûlü’ne çok da güzel yakışır. Bunlar sayıldığı zaman, ona olan sevgimiz sebebiyle mübâlağa yapmış olmadığımızı çok iyi biliriz. Çünkü her bir iyi sıfatın onun hayatında bir yeri vardır ve her biriyle ilgili olarak hayatından örnekler bulma imkânımız bulunmaktadır. Zaten bu meziyetleri dolayısıyla insanlar kendisini sevmişti ve ona bağlanmışlardı.
Unutmamak gerekir ki, Allah Rasûlü’nün getirdiği dinin benimsenmesinde onun şahsiyetinin çok büyük payı vardır. Eğer o ahlâkî meziyetlerle donanmış olmasaydı, getirdiği din ne kadar güzel olursa olsun, etrafında kimse olmazdı.1 Oysa insanlar yüce dinimizin nasıl bir insan istediğini onun şahsında görmek suretiyle İslâm’a ısınıyor ve canını bu uğurda verecek noktaya geliyordu. Çünkü Allah Rasûlü sevilmeyecek gibi değildi.
Arkdaşlara Karşı Vefâlı Olmak
Onun sadece arkadaşlarına verdiği değere ve vefâya baktığımızda bile ne büyük bir insanla karşı karşıya olduğumuz anlıyoruz. Hz. Peygamber (s.a.v.), Mekke’de kimlerle yola çıktıysa vefât edene kadar o insanları hep yanında tuttu. Yanında kim vardıysa ölene kadar onlar sürekli yanındaydı. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Bilâl-i Habeşî, Zeyd bin Hârise ve diğer arkadaşları hep böyleydi. Kutlu elçinin bir tek arkadaşının bile fire vermemiş olması dikkatinizi çekmiyor mu? Numunelik olsun, tek bir arkadaşı bile onu yarı yolda koymadı veya o arkadaşını dışlamadı. Başarılı olmanın anahtarlarından biri işte burada yatmaktadır.
“Vefât edene kadar nasıl oldu da bu arkadaşlıklar yürüdü ve hiç aksamadan devam etti?” denecek olursa, cevap olarak bazı başlıklar zikredilebilir. Bunlar bizim için de hayat ve başarı dersidir:
- Öncelikli olarak Hz. Peygamber (s.a.v.) ve yakın arkadaşları arasında her zaman bir “saygı mesâfesi” olmuştur. Arkadaşları onu peygamberleri olması yanında liderleri olarak da kabul etmişlerdir. Bu sebeple saygı ve sevginin doruğu yaşanmakla birlikte, aradaki hassas mesâfe her zaman korunmuştur. Bir başka ifadeyle, herkes kendi sınırını bilmiştir.
- Dostluk ahlâkî değerler çerçevesinde yürümüştür. Bu sebeple birbirlerine karşı kırıcı, aşağılayıcı, alay edici ve benzeri bir ifade asla kullanılmamıştır. Hitap ve ilişki tarzı her zaman belli bir düzeyde olmuştur. Buna “olgun insanların erdemli dostluğu” diyebiliriz.
- Allah Rasûlü ile aralarındaki dostluk, yapılacak işlerde istişâreye ve herkesin kendi düşüncesini rahat bir şekilde ifade etmesine engel değildi. Hatta bu bazen sert çıkışlara bile sebep olmaktaydı. Meselâ Hz. Ömer, Hudeybiye Antlaşması’ndaki bazı maddeler aklına yatmadığı için Allah Rasûlü’ne karşı çıkmış ve kızmıştı. Hatâsını daha sonra anlayacaktı. Bununla birlikte herkes karşıdakinin yapısını bildiğinden, farklı görüşlerin tabiata uygun bir şekilde dile getirilmesi aradaki dostluğun bozulmasına sebebiyet vermiyordu. Çünkü karşıdakinin samimiyetinden ve Müslümanların iyiliğini istediğinden emin idiler. Bu sebepledir ki, Hz. Ömer’in elinin veya dilinin değmediği bir tek insan neredeyse yoktu, ama vefât ettiğinde ağlamayan tek Allah’ın kulu da yoktu.
- Hz. Peygamber (s.a.v.), yakın arkadaşlarını her zaman için istişâre mekanizmalarında bulundurmuştur. Çünkü onlar Mekke Dönemi’nden itibaren gelişen süreci çok iyi bilmekteydiler ve Allah Rasûlü’nün yanında adeta pişmişlerdi. Bu sebeple basîretli ve doğru karar verme hususunda diğer sahâbîlere göre daha birikimliydiler. Bu da Allah Rasûlü’nün onlara özel bir önem vermesine ve yanında bulundurmasına sebebiyet veriyordu.
- Allah’ın son elçisinin, onlar için uygun görmüş olduğu işleri yüksünmeden yerine getiriyorlardı. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hayatı boyunca onlara buyurmuş olduğu her hangi bir işten mâzeret beyan ederek kaçtıkları, başka bir ifadeyle kaytardıkları veya işi başkasına yıkmaya çalıştıkları görülmemiştir.
Bütün bunlar ve zikredemediğimiz diğer arkadaşlık ilişkileri bir araya gelince sonradan halife olacak olan insanların Allah Rasûlü’ne neden bu derece yakın olduklarını daha iyi anlayabilmekteyiz. Kezâ bu ilişkilerden kendimize dersler çıkarma imkânı elde edebilmekteyiz.
Demek oluyor ki, insanın hayatta başarılı olması, belli makamlara ve imkânlara erişmesi geçmişini ve dostluklarını unutturmamalıdır. Malum olduğu üzere, insan dostları olduğu sürece bir anlam ifade eder. Çünkü bu dostlar her zaman ona doğruyu söylerler ve hayrını isterler.
Geçmişimizle Bağımızı Devam Ettirmek
İnsanın konumu yükseldiği veya maddî imkânları arttığı zaman etrafında pek çok kişi toplanabilir. Lakin bu kişilerin çoğu bir beklenti içerisindedir. Ne zamanki o koltuktan düşer veya maddî imkânlarını kaybeder, yanında kimse kalmadığını görerek kahrolur. İşte bu noktada gerçek dostluğun önemi daha da önem kazanır. Bu yüzden bize düşen, Rabb’imizin ihsan buyurmuş olduğu her türlü nimete şükrederek, geçmiş günlerimizi şenlendirdiğimiz ve birbirimizle dayanışma içinde olduğumuz dostları unutmamamızdır. İnsan kibirlenerek burun kıvırabilir ama tekrardan onlara ve arkadaşlıklarına muhtaç olacağı günlerin gelmeyeceğinin bir garantisi yoktur. Her şey bir yana, kul olmamız geçmişimizle bağımızı devam ettirmemizi gerektirir.
Şunu unutmamak gerekir ki, İslâm’ın biz Müslümanlardan yapmamızı istediği ibadetlerin bir yönü dostluğun pekişmesine, aramızdaki kardeşlik bağının güçlenmesine yöneliktir. Cemâatle namazı bir düşünelim. Allah’a ibadet olması yanında Müslümanlarla aramızdaki dostluk bağını ne kadar güçlendirdiğini hepimiz biliyoruz. Öncelikle cami sebebiyle Müslüman kardeşlerimizin geneline olan gönül bağımız pekişiyor. Bunun yanında yeni dostlar ediniyoruz. Kaldı ki camide başlatılan dostluk çok farklıdır. Bunun yanında arkadaşlarımızla aramızdaki irtibat cami vesîlesiyle güçlendiriyor, iyi ve kötü günlerde birbirimizin yanında duruyoruz. Neresinden bakarsanız bakın, sadece cemaatle namaz bile dostluğumuza büyük katkı sağlamaktadır. Ortaklaşa kurban kestiğimiz hayvan dostluklar kazanmamıza, dostluğumuzu pekiştirmeye aracılık etmiyor mu? Komşulara dağıttığımız hisse aynı işlevi görmüyor mu? Bir de hac ve umre ibadetlerini düşünün? Dostluğa ne kadar katkı sağlıyor değil mi? Kezâ zekât ile fitrenin de bu yönü çok güçlüdür.
“İyi Bilirdik Diyebilmek”
İslâm esasında biz mü’minlerin birbirimizle dost olmamız için neler yapmamız gerektiğini Kur’an’da farklı âyetlerde tafsilatlı anlatmış, ölçüleri koymuştur. Allah Rasûlü de hadisleri ile anlatmak yanında uygulamalı olarak göstermiştir. Bu durumda yapılacak olan, inandıklarımızı icrâata dökmektir. Bunu başaramıyorsak ve bizimle gerçekten gönül bağıyla dostluk kurmuş arkadaşlarımız yoksa kulluğumuzu ve insanlarla olan münâsebetlerimizi ölmeden önce hesâba almamız gerekir. Musallâya konulduğumuzda cemâate nasıl bildiği sorulduğunda, samîmî dostlarının gönülleri yanarak iyi bilirdik demeleri gerçekten çok önemlidir. İşte bu, insanın iyi dostluklar kurup kurmadığının delilidir.
Rabb’imiz, “
Allah, düşmanlarınızı çok iyi bilir. Allah size dost olarak da yeter, yardımcı olarak da yeter.”
2 buyurarak bizim önce kendisine dost olmamızı ister. Bunun anlamı her zaman Rabb’imizin rızâsını önceleyeceğimiz, bunun yanında yaratıcımızla iletişimizin dostluk üzerinden yürümesi gerektiğidir.
Rabb’imiz bizi kendisine dost yaptıktan sonra kendi aramızda nasıl olmamız gerektiğini de hatırlatır: “
Erkek ve kadın bütün inananlar, birbirlerinin dostudurlar.”
3
Birbirimizle dost olmazsak ne olacağını da haber verir: “İnkâr edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar.”
4 Bu âyet, günümüzü ne güzel anlatıyor değil mi? Ya şu uyarıya ne demeli: “Mü’minler
, mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah’tan ilişiği kesilmiş olur. Ancak onlardan sakınma haliniz müstesnâ
dır. Allah size kendisinden korkmanızı emrediyor. Nihâyet dönüş Allah’adır.”
5 “
Ey iman edenler! Sizden olmayanı dost edinmeyin. Onlar sizi şaşırtmaktan geri kalmazlar. Sıkıntıya düşmenizi isterler. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır; sî
nelerinin gizlediği ise daha büyüktür. Size âyet
lerimizi açıkladık, eğer düşünürseniz.”
6 “
Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp da, kâfirleri dost edinmeyin.”
7
Allah Rasûlü’nün kutlu buyruklarıyla yazımızı tamamlayalım: “
Mü’min, kendisiyle dostluk kurulabilen insandır. Kimseyle dostluk kurmayan ve kendisiyle de dostluk kurulamayan insanda hayır yoktur.”
4 “
Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse her biriniz kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin.”
5
Dipnot
* Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM
1. 3/Âl-i İmrân, 159.
2. 4/Nisâ, 45.
3. 9/Tevbe, 71.
4. 8/Enfâl, 73.
5. 3/Âl-i İmrân, 28.
6. 3/Âl-i İmrân, 118.
7. 4/Nisâ, 144.
8. Müsned, 9198.
9. Ebû Dâvûd, 4833.