Hulûsi Efendi’nin Nasihatlerinde İdeal İnsan Tipi
Nasîhat, Arapça “Nush” kökünden türemiş olup “saf, hâlis olmak” anlamına gelir. Bu kelime, başkasının hata ve kusurunu düzeltmek için çaba göstermek, iyiliği teşvik etmek ve kötülükten kaçınmaya yönelik öğütler vermek için kullanılır. Aynı zamanda doğruluk, samîmiyet ve dürüstlüğü ifade eder.
Arapça “va’z” kelimesi de dinî öğüt vermenin yanı sıra bir kişinin kalbini yumuşatıcı ve iyiliğe teşvik edici sözler anlamına gelir. “İza” ve “pend” gibi Arapça ve Farsça kelimelerde “nasîhat” kelimesinin karşılıklarıdır. İslâm âlimleri, nasîhatin doğru yöntem ve kurallarına dair bazı ilkeler belirlemiştir.
İbn Hibban, bazen nasîhatin olumsuz bir tepkiyle karşılanabileceğini belirterek sadece kabul etmeye istekli olan kişilere nasîhat etmenin önemini vurgular. Zîra nasîhate teşekkür etmeyen bir kişiye öğüt vermek, verimsiz bir toprağa tohum ekmek gibidir. Nasîhati kabul etmeye yanaşmayanlar genellikle kibirli kişilerdir. Ayrıca, nasîhat gizlice yapılmalıdır. Doğru bir şekilde yapılan nasîhatler, insanlar arasındaki sevgiyi, saygıyı ve dostluk anlayışını arttırırken kardeşlik bağlarını da güçlendirir.
Farklı kültürlerde, dürüstlüğe ve ahlâka değer veren bireylerin oluşturduğu toplumlar için öğüt verici eserlere sıkça rastlanır. Bu tür eserler genellikle semavî dinlerin ve ahlâk felsefecilerinin belirlediği ilkeler doğrultusunda yazılır. Arap ve İran geleneğinde de bu tür eserlerin birçok örneği bulunmaktadır.
Türklerin ise İslâm dininin nasîhat etmeyi önemsediğine dair âyetler ve hadislerin etkisiyle, Müslüman olduktan sonra bu tür kitaplar yazmaya başladığı bilinmektedir. Nasîhatnâmeler genellikle ahlâkî ve öğretici eserlerdir. İslâm toplumlarında, ahlâkın teorikten ziyâde pratik uygulamasına önem verilmiştir.
Bu nedenle, dinin koymuş olduğu helâl-haram kuralları ile yaşayan geleneğin içindeki doğru ve yanlış davranışları ele alan nasîhatnâme türünde kitaplar yazılmıştır. Yazarlar, kendi gözlemlerinden, tecrübelerinden ve kültürel alanlarındaki birikimlerden yararlanarak âyetler, hadisler, atasözleri ve vecîzelerden öğütler verirler. Ayrıca, çeşitli hikâyeler anlatılarak kıssadan hisse çıkarılması teşvik edilir.
Nasîhatnâmeler veya diğer adıyla Pendnâmeler, İslâmî temellere dayanan ahlâk ve edep prensiplerini kısa ve özlü ifadelerle dile getirerek özellikle genç nesillere öğüt vermek amacıyla yazılmış eserlerdir. Ahlâk konusu, edebiyatın önemli konularından biridir ve bu nedenle öğretici nitelikteki eserler ile dinî-tasavvufî mahiyetteki eserlerde geniş bir şekilde ele alınır.
Türk edebiyatında öğüt verme geleneği oldukça eski zamanlara dayanır ve atasözleri gibi kalıplaşmış ifadeler bu geleneğin en belirgin örneklerindendir. Kutadgu Bilig, Atebetü’l-Hakâyık gibi eserler bu geleneği sürdürmüş, Ahmet Yesevî’nin Hikmetler’i de bu çizgiyi devam ettirmiştir. Yunus Emre’nin Risâletü’n-Nushiyye’si ise sadece ahlâk konusunda değil, aynı zamanda estetik bir dille Kur’ân-ı Kerim ve hadislerden çıkarılan dersleri de sunar.
Nâsih ve nasîhatçi kelimeleri, genellikle “öğüt veren” anlamında kullanılır. Bu anlamıyla, Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Hûd’un kavmine hitabı sırasında kullanılmıştır. Hz. Hûd, kavmine gönderildiğinde onlara güvenilir bir öğütçü olduğunu bildirmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) ise bir hadisinde “nasîhat” kelimesini “samîmiyet” anlamında kullanmıştır.
Allah Rasûlü’nün “ed-dînü’n-nasîha/Din, samîmiyettir.” hadisiyle dini, samîmiyet şeklinde tarif ettiği bilinmektedir. Dolayısıyla nasîhat, Hakk’a içtenlikle bağlanmak, O’nun emir ve yasaklarını samîmiyetle yerine getirmek ve Allah Rasûlü’nün sünnetine uygun bir hayat tarzı sürdürmek anlamına gelir.
Bu doğrultuda, nâsih olmak için bu değerlere samîmiyetle bağlı kalmak ve diğer insanların da bu yolu takip etmelerini sağlamak önemlidir. İyiliği emretmek, kötülüklerden sakındırmak, insanları iyiye, güzele, doğruya çağırmak ve onlara tavsiyelerde bulunmak, öğüt vermek için gereklidir. Bu amaçla, her kesimden insanlara nasîhat etmek maksadıyla birçok eser yazılmış ve bu eserler, kültürümüzün önemli yapıtları arasında yer almıştır.
İslâm, ilâhî kaynaklı dinlerin sonuncusu olup Allah’ın emirlerini ve yasaklarını insanlara en olgun ve mükemmel şekilde bildirdiği evrensel bir dindir. Diğer dinlerin savunduğu gibi, İslâm da insanların bu dünyada mutlu olmalarını ve âhirette kurtuluşa erişmelerini amaçlar.
İslâmî eserler içerisinde “Nasîhatnâme” türü, dünyevî ve uhrevî hedeflere ulaşmada önemli bir role sahiptir ve bu eserler, insanların iki dünya mutluluğuna ulaşmalarını kolay kılmayı amaçlar. Nasîhatnâmeler, insanların saygın, erdemli, onurlu ve müstesnâ hayatlar geçirmelerini hedefleyerek toplumun her kesimine hitap eder.
Ancak Allah’ın Kur’ân’da belirttiği gibi, insanları yeryüzünde halife kılan ve onları birbirinden farklı derecelerde sınayan O’dur. Bu nedenle, insanların içinde bulunduğu pozisyon ve sorumlulukları göz önüne alındığında, önder şahsiyetlerin belki de en fazla dikkat etmeleri gereken husus; sözlerinin ve amellerinin doğruluğudur.
Birçok tasavvuf büyüğü yol gösterici olan rehber şahsiyetlerin bu dünyada peygamberlerden sonra insanlara irşâd ve tebliğci kişiler olduğunu ve dolayısıyla sorumluluklarının herkesten daha önemli olduğunu ve hareketlerinde azamî dikkatli davranarak yaşam sürmeleri gerektiğini vurgulamıştır.
Tasavvuf, insanın kötü vasıflarından kurtulma ve iyi vasıfları kazanma yollarını, manevî merhâleleri geçerek en üstün mertebe olan “insan-ı kâmil”e ulaşma kurallarını ve tevhidin sırlarını konu edinen bir ilimdir. Allah’ın rızasına ulaşmak ve ebedî mutluluğa erişmek için terbiye-yi nefsi ve hüsn-ü ahlâkı tavsiye eder.
İç ve dış dünyayı aydınlatma, sûret ve sîreti temizleme sürecini ele alır. Tasavvufun temel konuları insan ve özellikle insanın rûhu, ahlâkî ve psikolojik yapısıdır. Bu ilmin bir gayesi de Hz. Peygamber (s.a.v.)’den sonra, onun manevî liderliğini üstlenebilecek gerçek vârislerini, yani velileri ve sûfîleri yetiştirmektir.
Ayrıca, insanın rûhunda gizli olan ilâhî sırları keşfetmek ve açığa çıkarmak da önemli bir hedeftir. Tasavvuf aynı zamanda, insanın ölmeden önce ölmenin ne anlama geldiğini ve nasıl gerçekleşeceğini öğretir. Sonuç olarak, tasavvufî sistemdeki amaç, ahlâkın en yüksek seviyesine ulaşmak için Hz. Peygamber (s.a.v.)’in izlediği ve gösterdiği yoldan ilerleyerek, iç ve dış olgunluğuyla insanlığın en güzel örneği olan Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hakiki vârisi olmaktır.
Görüldüğü gibi, Kur’ân ve sünnet kaynaklı bir hedefin insanları ulaştıracağı nokta, Allah ve Rasûl’ünün ahlâkıyla ahlâklanmaktır. Tasavvufun amacı da Allah’ın rızasını kazanmak için nefisleri temizlemek, güzel ahlâkı benimsemek ve özetle Allah ve Rasûl’ünün ahlâkıyla bütünleşmektir.
Tasavvufun insan hayatına kattığı derinlikte, her insan hareketinde; içtenlik, sabır, Allah’a güven, dünyaya karşı azlıkla yetinme, iç zenginlik, fedakârlık, cömertlik, terbiyeli davranışlar, namazda derin saygı, tevâzu içinde dua etmektir. Ayrıca dünya meselelerine karşı ilgisizlik, ebedî hayata olan özlem, karakterin düzenliliği, ruhun huzuru, merhamet, zayıflara şefkat, duyarlılık, alçak gönüllülük, cesaret, Allah’ı sevmek, iyilik ve lütufların incelikleri, hata yapanı affetmek, seni terk edene kucak açmak, seni mahrûm bırakana vermek gibi konular yer alır.
İslâm’a îman etmek, yüksek medeniyetleri ve büyük şahsiyetleri ortaya çıkaran insanlık, inanan, düşünen, çalışan, fikir üreten ve toplumun fertlerini bir araya getiren, hoşgörüyle tüm kalpleri coşturan, birleştiren ve kendi toplumunu maddî ve manevî açıdan yükselten, mevcut duruma yeni katkılar sağlar.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Ateş Efendi (1914-1990), şiirlerinde olduğu gibi hayatının tamamını ilâhî bir aşkla Allah’a, O’nun en büyük eseri olan insana ve insanlığa adamıştır. Hizmeti, Allah’a hizmet olarak görmüş, her zaman Hakk’la olan ilişkisini göz önünde bulundurarak yaşamış ve ömrü boyunca sadece Allah’la alışveriş yapmıştır.
O, bir gönül sultanı olarak insanlığa örnek olmuş ve yaşamı boyunca manevî yükselişe odaklanmıştır. Gönül ehli insanlar, sadece kendi kurtuluşlarına ve manevî yükselişlerine değil, aynı zamanda müritlerinin terbiyesine ve çevrelerindeki insanların ilişkilerine de önem verirler. Emr-i bi’l-ma’rûfu uygulayarak örnek bir insan olmanın yanı sıra, irşad ve nasîhat yoluyla veya mektuplar aracılığıyla insanlara rehberlik ederler. İdeal insan tipinin gerekliliklerini insanlara öğütlerle anlatırlar.
Hulûsi Efendi’nin ideal insan modelini anlamak için, onun hayatı ve karakter özelliklerine bakmak faydalı olacaktır. Bu ideal insan, hayatı boyunca sergilediği tutum ve davranışlarıyla tanınmıştır. Özellikle de oğlu Kemal Ateş’e yazdığı mektupta belirtilenler ve çevresindekilerin anılarında anlatılanlar bu ideal insan tipini yansıtmaktadır. Herkes, onu bu şekilde tanır ve bilir.
Darende’deki etkisi ve kendisine duyulan saygı, İslâm’ın önerdiği ideal insan modeline uygun olduğunu gösterir. Hulûsi Efendi’nin otoritesinin temeli, söyledikleri ile yaptıkları arasındaki uyum, yani kişiliğidir. Hulûsi Efendi’ye göre, bu kapı sadece bir tarîkat kapısı değil, aynı zamanda Allah’ın misafiri olarak kabul edilen, yardım, barış ve arabuluculuk gibi hizmetlerin sunulduğu bir kapıdır.
Bazı insanlar için ise onun ilmi ve ışığıyla aydınlanacakları bir okul ve kalp hastalıklarından kurtulacakları bir şifâhane niteliğindedir. Hayatını insanlığa hizmete adayan Hulûsi Efendi, birçok çalışmada bulunmuş ve vakıf faaliyetlerine katılmıştır. İnsanî ilişkilerde ve hayır işlerinde öncü bir rol üstlenmiştir. Bu ideal insan tipi betimlemesi olarak Hulûsi Efendi’nin oğlu M. Kemal Ateş’e yazdığı mektup örnektir:
“Yavrum Kemal’e!
Öncelikle, Allahu Azimü’s-Şân Hazretleri’ne ve O’nun Habîb-i Edîbi, Rasûl-i Necîbi, Nebîlerin Sultanı, Muhammed Mustafa Aleyhisselam Hazretleri’ne tam imanla inanmanı ve Allah’ın emirlerine saygı göstermeni, yasaklarından da sakınarak bütün Allah’ın yaratıklarına merhamet etmeni tavsiye ederim. Allah’a imandan sonra, Allah’ın yarattıklarına merhamet etmek kadar güzel bir şey yoktur.
“Adın nedir?” diye sorulduğunda “Kemal” diyeceksin. Çünkü sana “Kemal” olarak ad verilmiştir. İnsanın adının Kemal olması, onun kemalini artırmaz. Sen kâmil bir insan olup her yönünün mükemmel olması için çaba göstermelisin.
Kişinin soyunun güzelliği, güzel terbiyesidir. Daima büyüklerine saygı göster ve küçüklerine şefkat et. Böylece hem saygı hem de şefkat gibi iki önemli özelliğe sahip olmuş olursun. Kıskançlık yapma. Kin, hased, insanın rûhunu en alt seviyeye indiren şeylerdir. Cömert ol, çünkü cömertlik erdemli bir davranıştır.
Onun sayesinde yüce makama ulaşmanın yolu bulunur. Cömert ol, çünkü cömertlik Allah’ın sevdiği; cimri ise Hakk’ın düşmanıdır. Allah’ın iradesi asla değiştirilemez. Öz kontrol ve terbiye, kişinin karakterini güzelleştirerek mükemmelliğe ulaşmasına yardımcı olur.
Her zaman iyilere yakın ol, kötülerden uzak dur. Kişinin ölçüsü, iyilere yakın olduğu kadardır. Pislikten, çöplük yerden daima kötü, esansçı dükkânından ise güzel koku gelir. “Falanın oğluyum, falan yere mensubum.” şeklinde davranma. Dış görünüşün terbiyeli duruşun, manevî mükemmelliğin aynasıdır.
Bir şişeye ne koyarsan onu gösterir. Birine bir şey tavsiye ederken önce kendi nefsiyle uygula; kabul ederse diğerlerine de söyle. Nefsinin kabul etmediği bir şeyi başkalarına anlatırken Allah’tan utan. Allah’ın yardımı ve rehberliği seninle olsun.”
Oğuzhan AYDIN
YazarBu toprağı vatan kılan büyük rûhların izinde giden bilge şahsiyetler yetişmiştir. Vatan kılmaktan murâd, kılıçla açılan şehir kapısından içeri girdikten sonra orayı “bizim şehrimiz" hâline getirmektir...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Sosyoloji; insanların oluşturduğu toplumların her türlü faaliyetlerini farklı bir açıdan inceleyen bir bilimdir. Görüşlerini sistematik temellerle beslerken konulara eleştirel yaklaşımlar getirir. Biz...
Yazar: Oğuzhan AYDIN
Prof. Dr. Cafer Sadık Yaran, din felsefesi, ahlak ve İslam düşüncesi alanında önemli eserler ortaya koymuş bir akademisyendir. "Müslümanın Edinmesi Gereken Ahlaki Erdemler" adlı kitabı, bireyin İslam ...
Yazar: Yusuf HALICI
Anadolu irfan medeniyeti; hayatı ve insanlığı, ahlaki bir bütünlük içinde ele almaktadır. Bu değerli insanların sergilemiş oldukları davranış ve kullandıkları dil, ahilik kültürü, irfan medeniyetini b...
Yazar: Oğuzhan AYDIN