HULÛSİ EFENDİ'NİN DÎVÂNI'NDA NEFİS TERBİYESİ
Osman Hulûsi Efendi yakın zamanda kaybettiğimiz Hak âşığı bir Allah dostudur. Hayatta iken onun ilminden¸ irfanından ve muhabbetinden pek çok insan istifade etmiştir. Ama o¸ hizmetini daha geniş coğrafyalara¸ uzun asırlara yaymayı hedeflemiş¸ gelecek nesilleri düşünmüş¸ ilim ve irfanını eserleriyle ebedîleştirmeyi arzu etmiştir.
Osman Hulûsi Efendi yakın zamanda kaybettiğimiz Hak âşığı bir Allah dostudur. Hayatta iken onun ilminden¸ irfanından ve muhabbetinden pek çok insan istifade etmiştir. Ama o¸ hizmetini daha geniş coğrafyalara¸ uzun asırlara yaymayı hedeflemiş¸ gelecek nesilleri düşünmüş¸ ilim ve irfanını eserleriyle ebedîleştirmeyi arzu etmiştir.
Hulûsi Efendi'nin ilim ve irfanının sonradan gelenlere aktarılması¸ açıklanması böylece hizmet halkasının devam ettirilmesi gerekmektedir. Tarih boyunca kıymetli insanların kaleme aldıkları eserler¸ ardından gelenler tarafından çeşitli şekillerde çalışmalara konu edilmiş ve böylelikle o insanların eserleri daha da yaygınlık kazanmış¸ fikir ve düşünceleri daha çok kitlelere ulaşmıştır.
Hulûsi Efendi'nin eserlerine bakıldığında o eserlerin üzerinde nice çalışmalar yapılacak mahiyette mânâca çok zengin¸ derin ve bereketli eserler olduğu görülecektir. Onun şahsiyetine damgasını vuran şey¸ almış olduğu tasavvuf eğitimidir. Hulûsi Efendi¸ geleneğimizde var olan irfan ırmağının hâlâ akmaya devam ettiğini¸ kurumadığını¸ yosunlaşmadığını gösteren örneklerden biridir. Onun varlığı¸ örnekliğinin tazeliği günümüzün birçok olumsuzluklarına rağmen tasavvuf eğitiminin imkânı ve başarısını göstermesi bakımından bizim için büyük bir ümittir. Hulûsi Efendi'nin ardından gelen bizler onun eserlerinde ele aldığı konulara dikkatleri çekmek¸ onların altını çizmek Hulûsi Efendi'nin irfan dünyası hakkında gelecek nesillere bir farkındalık oluşturmak gibi görevlerle mükellefiz. Onun mânâ âlemindeki sırlarını araştırmak ve anlamak gerekmektedir. Bunun için onu tüketmek değil¸ eserleriyle üretmek durumundayız. Tâ ki onun irfan pınarı akmaya devam etsin ve nice susamışlar buradan susuzluklarını gidersin.
Gerek Kur'ân-ı Kerim'de gerek hadis-i şeriflerde sık sık kullanılan kavramlardan biri de hiç şüphesiz nefs kavramıdır. Bu kavram hırş şehvet¸ öfke¸ mal ve makam düşkünlüğü gibi insanı öz benliğinden¸ insanlığından uzaklaştıran olumsuz nitelikleri içerir. Ahlak'ı güzelleştirmek ve edep sahibi olmak en başta nefsi bu gibi kötü hasletlerden arındırmakla mümkündür. Nitekim Allahu Teâlâ şöyle haber vermiştir: "Kişiye ve onu şekillendirene¸ sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene and olsun ki nefsini arıtan saâdete ermiştir. Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır."[1] Bu yüzden Hak dostları rivâyetlerden de hareketle nefsi insanın saâdetini engelleyen düşman olarak ilan etmişler ve onunla savaşmayı gündeme getirmişlerdir. Hemen hemen bütün sûfîlere göre ahlâkın güzelleşmesi için mutlaka nefsin eğitilmesi gerekmektedir. Çünkü insanın en büyük düşmanı olan nefis[2] insana ısrarla kötülüğü emreder¸[3] onu aşağılara çeker. Bu yüzden insan nefsiyle büyük bir mücâdele içerisinde olmalı ve mutlaka Allah'tan yardım dilemelidir. Çünkü rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v) Allah'tan kendisini göz açıp kapayıncaya kadar bile nefsinin eline bırakmamasını istermiştir.[4] Bütün Allah dostları gibi Hulûsi Efendi de bu hakîkatlere işaret etmiş ve nefsin amansız bir düşman oluşunu şu dizelerle dile getirmiştir:
Bu nefs-i bed-likânın leşkeri yağmâ eder varım
Kerem kılıp inâyetle bu tuğyâna eriş ey yâr[5]
Hulûsi Efendi nefsin hevâ ve heveslerine uyulmamasını öğütler.
Edelim terk-i hevâvü hevesi cümle ne var
Nice dil uzatalım sevgili ihvânımıza[6]
Görüldüğü gibi nefis öyle büyük bir düşmandır ki; bütün varımızı yok eder ve bizi iflasın¸ zarar ve ziyanın eşiğine sürükler. Bu sebeple bu düşmanla savaşmak ve onu etkisiz hâle getirmek¸ nefsin elinden kurtulmak gerekmektedir. Zira nefis çok sayıda askerleri olan güçlü bir düşmandır. Hulûsi Efendi bu hakîkati şöyle dile getirir:
Nefsinin askerini kahra müdârâ kılma
Dostlara lutf eyle düşmânamüdârâ başka[7]
Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere insanın kendi varlığını¸ var olduğu bütün değerleri yok etmeyi hedefleyen düşman iyice bir tanınmalıdır. Nefis insanı insanlığından çıkaran en büyük düşman olarak görülmeli ve o¸ insan için öncelikli bir tehdit unsuru olarak algılanmalıdır. Hulûsi Efendi nefsi aradan çıkarmadan dosta¸ yani Hz. Allah'a vâsıl olmanın mümkün olmadığını belirtmektedir. Bundan sonra ise insanın yapacağı nefsinin zaaflarını¸ kusurlarını fark edebilmesidir. Hulûsi Efendi bu hususu şöyle dillendirir:
Hulûsî nefsini râm eyle nefsin râmî olmazdan
Anı bas pehlivân ol başka bir mağlûb arama[8]
Nefsin zaaflarının¸ ayıp ve kusurlarının farkına varan insan artık onunla mücadele etmeye yönelmeli ve nefsi üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışmalı¸ onun arzu ve isteklerini bastırmalıdır. Bu öyle bir mücadeledir ki bu savaşın gâlibi cihanın merdi övgüsüne layık olur¸ gerçek bir pehlivânnişânını alır. Hulûsi Efendi'nin dizelerinde dile getirilen bu benzetmeler Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in hadisinde geçen şu ifadeyi çağrıştırmaktadır. "Asıl pehlivân güreşte değil¸ öfkelendiği anda öfkesini yenen kişidir."[9]
Bu yolun merdinden olup nefsini basdın ise
Merd-i meydân-ı cihânsın gel yokuş düz arama[10]
Bilindiği gibi ihlâs her işte Allah'ın rızasını gözetme niyetini ifade eder. İnsan önce niyetini¸ amacını belirlemeli ve bu niyeti her ortamda mutlaka göz önünde bulundurmalıdır. Kişinin niyeti Allah'ın rızası olmalıdır ki din dilinde buna ihlâs denir. Hulûsi Efendi ihlâs olmadan nefs-i emmâreden kurtulmanın imkânsızlığını şöyle dile getirir:
İhlâs ile hâs eylemeden gönlü Hulûsî
Emmâre-i nefsin yönü Rahmân'a yönelmez[11]
Hulûsi Efendi bu beyti ile sanki şu hadise işaret etmektedir: "İnsan vücûdunda bir et parçası vardır ki¸ o sâlih olursa bütün vücûd salâh bulur. O fesâda uğrarsa bütün vücûdfesâda uğrar. Dikkat edin bu et parçası kalptir."[12] Tabii ki burada kalp ile kastedilen insanın mânevî yönünü ihtivâ eden gönüldür. İnsan davranışlarının temelinde düşünceler ve duygular çok önemli rol oynar. Düşünce ve duyguların oluştuğu yer de gönül âlemidir. İnsanın âzâlarından güzel davranışların zuhûr etmesi için evvelâ gönlünde güzelliklerin yeşermesi gerekmektedir. Bu nedenle tasavvuf ehli büyükler insanı terbiyede ağırlıklı olarak gönlü terbiye etmeye yönelmişlerdir. Hulûsi Efendi bu hakîkati yukarıdaki beyitte dile getirmektedir. Gönül hâs olmadan nefsi terbiye etmek mümkün değildir.
Nefis ile mücâdelede Hulûsi Efendi'nin dile getirdiği yollardan bir diğeri de cân zevkine yönelmektir. Nefsin arzu ve isteklerinin insan üzerindeki etkisi bu arzuların kişiye aşırı derecede bir zevk vermesidir. Nefsin arzularının vereceği zevk ancak cân zevki ile bastırılabilir. Bu hakîkatı Hulûsi Efendi şöyle ifade eder:
Cân zevkine yet nefsi bırak tâlib-i Hakk ol
Her derdine dermânın ola merhem-i sohbet[13]
Nefis ile mücâdelede izlenecek bir diğer yol ise tâattır. Kul Allah'ın emirlerine itâat ettiğinde nefsin arzu ve isteklerine karşı gâlip gelecektir. Zira ibadet ve tâatsızlık nefsin hoşuna giden hallerdendir. Bu durum Dîvân'da bu şu şekilde zikredilir:
Nefsin başı hoş olur gerçi bî-namâz ile
Sen namâzı bırakma mi'râc et namâz ile[14]
Bütün bunlardan anlaşıldığına göre Hulûsi Efendi'nin ahlâk anlayışının temelinde nefsi kötü hasletlerden arındırma¸ gönlü ilâhî aşk ile nurlandırarak güçlendirme vardır. İnsanın dosta yani Allah'a ulaşması ve ebedî mutluluğa erebilmesi için nefsin kötü hasletlerinden kurtulması gerekmektedir. Nefsin temizliği konusunda Hulûsi Efendi'nin öne çıkardığı kavramlar ihlâş cân zevki¸ tâat ve gönül eğitimidir. Hulûsi Efendi'nin görüşlerinin şu aşamalardan oluştuğunu söyleyebiliriz:
Nefsin insanın özünü tehdit eden en büyük düşman olduğu kabul edilmelidir.
Nefis düşmanının silah olarak kullandığı arzular¸ hevâ ve hevesler birer silah ve tuzak olarak fark edilmelidir.
Bu tuzaklarla mücâdele edilmelidir.
Bu mücâdelede en önemli kavram ihlâstır. İnsan niyetinin yani amacının sürekli her ortamda farkında olmalıdır.
Nefsin insan bedenine zevk veren arzularına karşı kişi cânın yani ruhun zevkine yönelmelidir.
Ayrıca nefsin arzularına karşı tâat ile karşılık verilmelidir.
Büyük bir Hak dostu olan Hulûsi Efendi İslâmî hakîkatleri pek yüksek bir dille¸ şiirin diliyle ifade etmiş¸ kendisinden sonra gelenlere Hak ve hakîkat yolunun esaslarını göstermiştir. Bu yolun esaslarının başında edeb ve ahlâk gelmektedir. O¸ kaynağını¸ muhtevâsını ve çerçevesini Kur'an ve Sünnet'ten alan bir edebi ve ahlâkı savunmuş; bu tarz bir ahlâkın gerek fert gerek cemiyet için kurtuluşun tâ kendisi olacağını bildirmiştir. Onun savunduğu ahlâk Kur'an ahlâkıdır. Bu ahlâk yüce Yaratıcı'ya karşı yüksek bir sorumluluk duygusuna dayalı bir ahlâk olduğundan her zaman ve her yerde yaşanabilir bir ahlâktır. Bu ahlâk imana dayalı bir ahlâk olduğundan muvaffakiyetlerle ve lütuflarla dolu bir ahlâktır. İnsanı kemâle¸ huzura erdirici bir ahlâktır. Bizâtihî Hulûsi Efendi'nin kendi şahsiyeti Kur'an ahlâkının her zaman ve mekânda ne derece muvaffak olduğunu göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Bu nedenle nesillerimize vereceğimiz en büyük hediye onların hayatlarını tezyin edecek olan Kur'an ahlâkı olacaktır. Bu ahlâk kişinin kendi zaafları ile olan mücâdeleye dayanır. Buna tezkiye-i nefs derler. Aynı zamanda bu ahlâk daha ulvî duygularla ruhu donatmaya¸ lâhûtî âleme gönül açmaya dayanır ki buna da tasfiye-i kalb derler. İşte insan tâ Hz. Peygamber (s.a.v.)'den itibaren gelen bu iki esasa sülûk etmekle kemâle erer. Hulûsi Efendi hu hakîkati hem hâliyle hem de kâliyle ortaya koymuştur.
[1] 91/Şemş 6-10
[2] Beyhakî¸ Sünen¸Zühd
[3] 12/Yûsuf¸ 93
[4] Heysemî¸ Mecmeu'z-Zevâid¸Dâru'l-Fikr¸ hno: 17409¸ 10/288
[5] Dîvân¸ 43/6
[6] Dîvân¸ 251/4
[7] Dîvân¸ 270/5
[8] Dîvân¸ 11/5
[9] Buhârî¸ Sahih¸Edeb 76
[10] Dîvân¸ 9/4
[11] Dîvân¸ 101/7
[12] Buhârî¸ Sahih¸ İman 40¸ no: 52¸ 1/20
[13] Dîvân¸ 26/11
[14] Dîvân¸ 278/1
Kadir DEMİRCİ
YazarTefsir, hadis ve fıkıh âlimi. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in bacanağı, Şeyh Edebali’nin hemşehrisidir. Doğum tarihi bilinmemektedir. Sultan Orhan devrinde vefat etti. Karamanlı olan Durs...
Yazar: Muammer YILMAZ
Şeyh Abdurrahman Erzincanî’nin soyu, Orta Asya’dan gelerek Erzincan’a yerleşmiştir. Evlâd-ı Rasûl’den ve Yıldırım Bâyezîd devri meşayihlerindendir. Zamanının gerekli ilimlerini memleketi olan Erzincan...
Yazar: Resul KESENCELİ
Millî şairlerimizden Orhan Şaik Gökyay’ın “Bu Vatan Kimin” adlı şiirinden iki dörtlükle yazımıza başlayalım. Bu vatan toprağın kara bağrında Sıradağlar gibi duranlarındır, Bir tarih boyunca onun ...
Yazar: Sırrı ER
Yavaşça gözlerini açtı. Nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Son hatırladığı şey zıplarken bir tele takıldığı ve karnının çok acıdığı idi. Ne kadar çabalasa da o telden kurtulamamış bitap düşmüştü. ...
Yazar: Emine Yılmaz DERECİ