Hulûsî Efendi’nin Dil hazinesi
Atalarımızdan miras kalan zengin Türk dili bin yıllar boyunca çok çeşitli badireler atlatmıştır. Türk dili, çağlar boyunca çeşitli dillerle ilişki içinde parlak günlerinin yanında zaman zaman başka dillerin egemenliği altında kaldığı da olmuştur. Ancak o dönemlerde bile kendini daima geliştirmiş, zenginleştirmiştir. Hatta araştırmacıların tespitine göre bu durumlar onun direnç yönünü artırmıştır. Türkçenin ilişkide olduğu dil ve kültürlerden aldığı söz varlıklarıyla kendi söz varlığı renklenmiş, çeşitlenmiş ve zenginlik kazanmıştır. Bu söz varlıkları Türkçenin anlam gücünü geliştirmiştir. Şu anda Türk Dil Kurumu’nun Büyük Türkçe Sözlüğü’nde yaklaşık 600 bin söz varlığı onun gücünün ispatıdır. Söz hazinesi geniş olan dillerin o hazineleri koruyan sultanları ve bekçileri vardır. Onlar kelime hazinesi zengin olan âlimler, şairler, sanatkârlar ve fikir insanlarıdır. Bir insanın kelime hazinesinin zenginliği o şahsın konuştuğu dilin söz varlığını, deyimlerini, söz kalıplarını, atasözlerini biliyor anlamına gelir. Şahsın inancının, kültürünün, dünya görüşünün göstergesidir. Elbette zengin bir söz varlığına sahip olmak bir şahıs için tek başına bir şey ifade etmez. Onunla beraber anlatım gücüne de sahip olmak gerekir. Böyle olmasaydı sözlüğü eline alan kitap yazabilirdi. Son dönemin kelime hazinesi en zengin âlim ve şairlerinden biri de Hulûsî Efendi’dir. Onun şiirlerinin gücü de bu zenginlikten gelir. Hazinesi zengin olmayan bir devlet, halkına ne verebilir? Kelime hazinesi zengin olmayan şair de böyledir. Öğrenmeden, bilmeden, elde etmeden şiir yazmaya kalkanların şiirlerinden ne beklenebilir ki! Bağdatlı Rûhî’nin asırlar öncesinden serzenişte bulunması bu yüzdendir: Gör zâhidi kim sâhib-i irşâd olayım der Dün mektebe vardı bugün üstâd olayım der Bir şairin şiirini güçlendiren önemli etkenler vardır: Şiir tekniğini bilmek, ilim sahibi olmak, ideal sahibi olmak, aşk ve sevgi sahibi olmak gibi. Onlardan biri de güçlü bir kelime hazinesine sahip olmaktır. Hulûsî Efendi bunların hepsine sahip biri idi. Onun anlayışına göre “hüsn ü cemal” sahibi olmak insana fayda vermez. İnsan hüner, marifet ve edep sahibi yani ehl-i kemal olmalıdır. Bunun için de ilim ve irfan öğrenmek gerekir. Bu yüzden Hulûsî Efendi iki kaynaktan beslenerek ilim sahibi olmuştur. Onlardan biri büyüklerin /pirlerin sohbeti, diğeri kitaplar. İlkokuldan ömrünün sonuna kadar terk etmediği bu iki mektep onun dilinin zenginliğinin temeli olmuştur. Günümüzde Hulûsî Efendi gibi divan tarzında şiir yazanların bazılarında görülen ciddi bir sıkıntı vardır. Onlar kelime seçiminde önceki yüzyıllarda kalmışlardır. Tıpkı onaltıncı yüzyılda yaşıyor gibi o yüzyılın kelimeleriyle dolu şiirler yazarlar. Hulûsî Efendi gerek kelime kadrosu, gerekse şiir dili itibarıyla hem geçmişi hem de yaşadığı dönemi temsil eder. Yani Osmanlı döneminde kullanıma girmiş, her yönüyle Türkçeleşmiş nice güzel kelimelerin yanında günümüzde yaşayan Türkçedeki karşılığını da kullanmıştır. Birkaç örnek verelim: Onun şiirlerinde gönül için dil, sîne, derûn kelimelerinin yanında “kalp” kelimesi de geçer: Gönül sen “küntü kenz” in mahzenisin sırr-ı vahdetde Derûn-ı lâ-mekânın lâne-i ankâ-yı aşkdır hep (Divan, Gazel, 27-5) (Ey gönül! Sen vahdet sırrında gizli hazinelerin saklandığı yersin. Senin mekândan arınmış kalbin, aşk Anka’sının yuvasıdır hep.) İki cihânın mebdei bir kalb içinde gizlidir Âyîne-i dîdâr olur âşıkların gönülleri (Divan, Gazel, 447-2) (İki cihan bilgisinin kaynağı bir kalp içinde gizlidir. Âşıkların gönülleri, sevgilinin aynasıdır.) Deşt kelimesinin yanında “çöl” kelimesi de geçer: Bu Rûhü’l-Kuds’ü yârın sırrına eylemeyip mahrem Fenâ deştinde koydum gayrı sırra âşinâ kıldım (Divan, Gazel, 267-5) (Bu ilâhî ruhu sevgilinin sırrına yöneltmedim de fâni dünya çölüne koydum, (maalesef ona) başka sırları öğrettim.) Aldıkda elde isen Bildikde dilde isen Susuz bir çölde isen Düş yola kalma âciz (Divan, 145-2) Şâne ve âşiyan kelimelerinin yanında “yuva” kelimesi de geçer: Bir kez Hulûsî’nin görmeğe ümîdi yok Bilmem o âşiyândaki pîr ü cüvânlar ne oldu kim bilir (Divan, Gazel, 103-8) (Hulûsî’nin bir kez bile görmeyi ümit etmediği o yuvadaki yaşlı ve gençler bilmem ne oldu kim bilir?) Yap yâr ser-i zülfüne bir yuva karâr tut Ey murg-ı gönül anla ki kuş lânesiz olmaz (Divan, Gazel, 163-4) (Ey gönül kuşu! Kuş yuvasız olmaz, onun için sevgilinin saçlarının üstüne (=tepesine) bir yuva yap ve oraya yerleş.) Dildâr, dilber, yâr, nigâr, hûb, habîb kelimelerinin yanında “sevgili” kelimesi de geçer: Sensin bu hüsn ü aşkdan murâd ey nigâr Sensiz hüsn ü aşka kim i‘tibâr eder (Divan, Gazel, 92-12) (Ey sevgili! Bu güzellikten ve bu aşktan maksat sensin. Sen olmadıktan sonra güzelliğe ve aşka kimse itibar etmez.) Aldandık şîrîn sözüne Kul olduk âhû gözüne Sevgilinin gül yüzüne Açıla gönül açıla Şen ola gönül şen ola (Divan 20-1) Güftâr kelimesinin yanında “söz” kelimesi de geçer: Söylese güftârı hoş şîve-i reftârı hoş Hâsılı her kârı hoş yok beğenilmez yeri (Divan, Müfred, 382) (Sevgili konuşsa sözleri hoş, yürüse edası hoş, hâsılı her işi hoştur; onun beğenilmeyen yeri yoktur.) Dilimizde söz gurûru olmadan Gönlümüzde öz huzûru ola hoş (Divan, Müfred, 437) (Dilimizde söz gururu olmasından, gönlümüzde iç huzuru olması ne hoş.) Dünyanın bilinen en eski ve köklü dillerinden olan Türkçenin güçlü olduğu birçok hususiyeti vardır: Tarihsel derinliği, coğrafi yaygınlığı, söz varlığının genişliği, ilişki ve nezaket sözlerinin yoğunluğu, akrabalık adlarının çeşitliliği, atasözleri ve deyimlerin çokluğu ve anlatım gücü gibi. Bu alanlarda günlük konuşma dilinde unutulmaya yüz tutmuş birçok kelime ve ifade kalıpları Hulûsî Efendi’nin divanında yer almaktadır. Onun divanının kelime kadrosu 1990’larda yazılan eserlerin kelime kadrosuyla karşılaştırıldığında mukayese edilemeyecek bir zenginlik göze çarpar. O, bu özellikleriyle bir ayağı geçmişte bir ayağı gelecekte olan üzerinden kelimelerin taşındığı köprü gibidir. Geçmiş ile geleceği birbirine bağlayan bir kültür köprüsü.
Nihat ÖZTOPRAK
YazarHulûsî her bâr yâdın olup yâr Kur gizli pâzâr yârın unutma (Hul...
Yazar: Vedat Ali TOK
Mahlas geleneği Mahlâs, şairin şiirdeki ismidir ve aynı zamanda şiire attığı imzadır. Türk edebiyatı geleneğinde hemen her şairin gerçek isminin dışında şiirlerinde kullandığı “mahlâs” diye adlandı...
Yazar: Nihat ÖZTOPRAK
Klâsik Türk edebiyatında şairler bir anlatım geleneği olarak “sâkînâme”ler yazmışlardır. Sâkî, Arapçada “su veren su dağıtan” demektir. Edebî terim olarak sâkînâme sâkîyi, şarabı, şarabın içildiği mec...
Yazar: Nihat ÖZTOPRAK
Tasavvufî anlayışı benimseyerek dervişâne bir hayatı tercih eden ilk dönem zâhidleri dünyayı, dünya malını kalbe sokmayı kötülemek suretiyle fakrı; zenginliğe tercih etmişlerdir. Bu yolda ilerlerken,...
Yazar: Musa TEKTAŞ