HULÛSÎ EFENDİ (k.s.)’NİN HAKİKAT DİLİ
“İslam düşüncesiyle gelişen klasik şiirde ve tasavvuf şiirinde bilinmeyenlerin anlatılabilmesi için bilinenlerden ona karşılık bulmaya çalışma gayreti vardır.”
“Edebiyat sembolizmi ve mecazı devreye sokarak bir üst dil oluşturmuştur. Şairlerimizi ve şiirlerini doğru anlayabilmek için bu üst dili bilmek ve onu öğrenmeden yargılamaya kalkmamak gerekir.”
Ömrü boyunca ağzına bir damla şarap koymamış olan Hulûsî Efendi (k.s.) şiirlerinde şarap içmekten ve sarhoş olmaktan söz eder. Dahası meyhanenin neşesinden dem vurur. Sakinin kadehle şarap sunarak kendisini sarhoş etmesini ister. Bunlar edebiyat dilini bilmeyenler için anlaşılır bir şey değildir. Hayatını Allah’ın emirlerini yerine getirmekle, yasaklarından uzak durmakla geçirmiş olan bu kalplerin sevgilisi insan nasıl olurda Allah’ın haram kıldığı bir şeyi şiirlerinde över. Öte yandan eşinden başka bir hanıma yan gözle bakmamış edep timsali olan bu insan nasıl olurda genç biri gibi şiirlerinde aşktan ve sevgiliden söz eder. Sevgilinin alımlı boyundan, işveli tavırlarından, gönül alan fettan bakışlarından, hilal kaşlarından, inci dişlerinden, şarap gibi dudaklarından söz eder.
Günümüzde bir gurup insan işte bu duruma takılmış, sürekli aynı hususu konu edip Hulûsî Efendi ve onun gibilerini tenkit edip durmaktalar. Hulûsî Efendi ile aynı dili kullanmış olan bütün divan, halk, tekke şairlerini tenkit ederler. Sormazlar ki! Bu kadar insan, bir konuda aynı tarzı devam ettiriyorsa bunda bizim anlamadığımız bir şey mi var?
- yüzyılın son mutasavvıf divan şairlerinden olan Hulûsî Efendi de kendinden önce gelmiş şairler gibi bir üst dil olan şiir dilini kullanmış, şiirine görünenin ardında, görünmeyen ancak düşünüldüğünde tespit edilebilen anlamlar yüklemiştir. Şiir dilinde kelimeler, sözlük anlamlarının yanında ona yüklenen mecaz anlamı da temsil eder. Ayrıca şiir dilinde kelimelere gerçek anlamının dışında sembol değerler de yüklenmiştir.
Bilhassa İslam düşüncesiyle gelişen klasik şiirde ve tasavvuf şiirinde bilinmeyenlerin anlatılabilmesi için bilinenlerden ona karşılık bulmaya çalışma gayreti vardır. Bu sebeple sembolizm, ilâhî âlemdeki hakikatin fizikî âlemde ona tekabül eden başka bir madde ile temsil edilmesidir. Onlar, bakî olan şeyleri fanî olan şeylerle bize bildiren araçlardır. Yüce hakikati anlamada sembolik dil dışında kullanacağımız başka bir vasıta da yoktur. Duyu organlarımızla kavrayabildiklerimizin ötesinde ve arkasındaki hakikati gösterebilmek için semboller kullanmak zarurettir. İşte bu zaruretten dolayı edebiyat sembolizmi ve mecazı devreye sokarak bir üst dil oluşturmuştur. Şairlerimizi ve şiirlerini doğru anlayabilmek için bu üst dili bilmek ve onu öğrenmeden yargılamaya kalkmamak gerekir.
Bu durum sadece bizde değil hem diğer İslam edebiyatlarında hem de Batı edebiyatlarında vardır. Dante, Allah’ı anlatmaya en uygun nesne olarak güneşi gösterir. Güneşin merkezde olması, çevresine ayrım yapmadan ısı vermesi, ışık saçması vs. sebebiyle yaratıcıya benzediğini söyler. Klasik Türk edebiyatında ise güneş, halkına eşit muamele etme, onlara yardım etme bakımından daha ziyade hükümdarın sembolüdür. İşte bu sebeple edebiyatta bir şey sadece göründüğü şey değil, aynı zamanda temsil ettiği şeydir. Ancak Batı düşüncesindeki hakikat algısı ile İslam düşüncesindeki hakikat algısı birbirine uymadığı için bazı farklar vardır. Onlarda görünen neyse odur. Onun arkasında hakikat aranmaz. Onun için onların edebiyatı dünya edebiyatıdır. İslam edebiyatı ise hem dünya hem de Ukba edebiyatıdır. İslam edebiyatları ve Türk edebiyatında görünende görünmeyeni, değişende değişmeyeni yakalama çabası vardır. Nitekim sufî şairler ve divan şairleri aşk ve şarap tabirlerine yeni manalar yükleyerek sırrî bir dil vücuda getirmişlerdir.
Konuyu tekrar Hulûsî Efendi’ye ve onun şiirlerinde haram olan şaraptan ve ter ü taze güzellerden söz etmesine getirelim. Bugün anlamakta güçlük çektiğimiz bu kullanımlar divan ve tasavvuf şiiri geleneğinde temsili kullanımlardır. Onlar gerçek anlamlarında değil temsil ettikleri anlamlarda kullanılmışlardır. Bu sembol diline göre sevgilinin dudağı şaraptır, şarap aşktır. Şarap sarhoş edip insanı kendinden geçirip her türlü düşünceden uzaklaştırdığı için aşka benzetilir. Zira aşkın tesiri de öyledir. İnsanı diğer her türlü düşünceden uzaklaştırır, aklı devre dışı bırakıp gönlü devreye sokar.
Hulûsî Efendi’nin aşkı ezelidir. Ona göre aşk kitabı Ezel meclisinde yazılmış ve âşıklara aşk şarabı orada sunulmuştur. Bu sebeple Hulûsî Efendi dünyada yıllanmış üzüm suyundan oluşan şarabı içerek değil, Ezel meclisinde Ezel sakisi Allah’ın sunduğu ilahî aşk şarabıyla sarhoş olanlardandır.
Ezelden yazıldı kitâb-ı aşkın
Sundu âşıklara şarâb-ı aşkın
Nûş edüben oldum harâb-ı aşkın
Bin cân ile râzî oldum kurbâna (C.3, s.134, 382-2)
[1]
Men Rûz-ı Elest’in meyinin olalı mesti
Bir bâde-peresti
Ser-mest-i ezel câm-ı mey-i bâde-i aşkım
Mestâneyim ammâ (C.1, s. 248, Gazel, 12-2)
Sarhoşun yeri meyhanedir. Bu nedenle Ezelde ilâhî aşk şarabıyla sarhoş olan ve yeryüzüne gönderilen Hulûsî Efendi için dünya da bir meyhanedir. Gerçek âşık burada meyhanecinin elinden aşk şarabını zevkle yudumlamalı, başka bir şeye el uzatmamalıdır:
Biz bir rind-meşrebiz ki meyhâne-i âlemde
Şarâbdan gayrıya el uzatmayız (C.2, s. 44, Gazel, 148-4)
Dünya meyhanesinin sakileri de şeyhler yani mürşitlerdir. Hulûsî Efendi’nin gayreti mürşidinin elinden şarap içmek yani ilâhî aşkı tatmaktır:
Men sâkin-i meyhâne-i gam zâde-i aşkım
Vîrâneyim ammâ
Sâkî bana mey sun bana üftâde-i aşkım
Dîvâneyim ammâ (C.1, s. 248, Gazel, 12-1)
Hulûsî Efendi Divanı’ndaki şiirlere bu üst dili mecaz ve sembol dilini dikkate alarak okumak ve anlamaya çalışmak gerekir. Ondaki mey, meyhane, saki, bade, kâse, mül, bintü’l-ineb gibi meyhane kültürüyle ilgili terimleri, sevgili, leb, la’l, dehan, ebru, zülf, çeşm, kad gibi sevgilinin güzellik unsurlarıyla ilgili terimleri hep gerçek anlamlarının yanında temsil ettikleri mecaz anlamlarıyla dikkate almak gerekir. Aksi takdirde cehaletimizle Hulûsî Efendi’ye ve onun gibi Allah dostlarına bühtanda bulunmuş oluruz.
Üftâde isen gel gel mey-zâde isen gel gel
Âzâde isen gel gel meyl-i mey-i aşk eyle
Gafletden olup bîdâr aşk ile tutup bir kâr
Yâr ile kurup pâzâr meyl-i mey-i aşk eyle
Sıhhat dilesen câna devlet dilesen câna
Vuslat dilesen câna meyl-i mey-i aşk eyle
Meyhâne-i âdemden doldur demi ol demden
Âzâde olup gamdan meyl-i mey-i aşk eyle
Tut zülf-i semen-sâsın et vaslı temennâsın
Gör vech-i mücellâsın meyl-i mey-i aşk eyle
Gel bağrı yanıklarla her dem uyanıklarla
Dildârı tanıklarla meyl-i mey-i aşk eyle (C.4, s. 409, Gazel, 409)
[1] Yazıdaki şiir numaraları şu çalışmadan alınmıştır: Nihat Öztoprak,
20. Yüzyıl Mutasavvıf Dîvân Şairi Seyyid Osman Hulûsî Efendi Dîvânı (İnceleme-Metin-Nesre Çeviri), Nasihat Yayınları, 4 c., Malatya 2020.