HOCA SADEDDİN EFENDİ
Hoca Efendi diye ün kazanan, Hoca Sadeddin Efendi Yavuz Sultan Selim’in has nedimi ve yakını olan Hasan Can’ın oğludur. Sadeddin Efendi 1536 yılında Kanuni Sultan Süleyman devrinde İstanbul’da doğdu ve 1599 senesinde vefat etti. Sadeddin Efendi, küçük yaştan itibaren ilim tahsiline başladı. Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi ile Karamanlı Mehmet Efendi’den ilim öğrendi. Yirmi yaşında iken yardımcı müderris olarak İstanbul’da Murat Paşa medresesinde ders vermeye başladı. Sonra Bursa’da Yıldırım Medresesine, tayin edildi. Bu sebeple Hoca Efendi diye anılmaya başladı. Şehzade Murat tahta çıkmak üzere Manisa’dan İstanbul’a gelirken, Sadeddin Efendi de beraberinde idi. Sultan Murat yolculuk sırasında yanında göremediği hocasını sordu. Yanındakiler onun bindiği atın ham olması dolayısıyla biraz geride kaldığını söylediler. Bunun üzerine Sultan Murat derhal kendi yedek atlarından birini altın işlemeli eyer ve süslü takımlarla donatarak ona gönderdi ve yetişinceye kadar bekledi. Sadeddin Efendi’ye bundan sonra “Hace-i Sultanî/Sultan Hocası” ve Reis-ül Ulemâ/Ulemâların Başı” unvanları verildi. Devletin iç ve dış siyasetine yardımcı oldu. Sultan Murad’dan sonra 1595 yılında Osmanlı tahtına çıkan Üçüncü Mehmed’in de hocası olan Sadeddin Efendi, iki sultana da hocalık yaptığı için Câmiü’r-Riyaseteyn unvanını da aldı. Bu sırada üçüncü Murat zamanında açılan (başlayan) Osmanlı-Avusturya savaşı devam ediyordu. 1595 yılında başlayan savaşlarda iki taraf da ağır kayıplar vermişti. Estergon, İbrail, Kili Kaleleri düşman eline düşmüştü. İstanbul’da kalmak isteyen Üçüncü Mehmet, bizzat Sadettin Efendi’nin tavsiyesi ile kerhen de olsa Avusturya seferine çıktı. Öyle ki Kanuni’nin vefatından 30 yıl geçmesine rağmen, hiçbir padişah ordusuna bizzat başkumandanlık etmemişti. Üçüncü Mehmet, yanında Hoca Sadeddin Efendi de olduğu halde, 100.000 kişilik bir ordu ile İstanbul’dan hareket etti (edildi). Ve Ösek Kalesi’ne ulaşıldı. Rumeli Beylerbeyi ile Kırım kuvvetleri de Ösek Kalesi önünde, Üçüncü Mehmet’le birleştiler. Ösek’te toplanan savaş divanında bazı vezirler, Tuna vadisinden ilerleyip Viyana’yı muhasara etme teklifinde bulundularsa da Hoca Sadeddin Efendi, bu teklife karşı çıkarak şunları söyledi: “Bu doğru bir düşünce değildir. Viyana merhum Kanuni zamanında da kuşatıldı. Fakat düşman Almanya içlerine çekilip gitti. Bizimle karşılaşmadı. Viyana’yı almak da mümkün olmadı. Şimdi Viyana’ya gittiğimizde düşman yine memleketin içine çekilerek bizimle karşılaşmayacaktır. Biz Viyana’yı kuşatırken onun müttefikleri bizi arkamızdan çevirerek çekilme yolumuzu kapatacaklardır. Müşkül duruma düşmemiz mümkündür. Bu yüzden ben, Viyana’yı değil, Tisa Nehri’nden Eğri Kalesi’ne gidilmesini ve buranın zaptını teklif ederim. Eğri Kalesi alınırsa Avusturya ile Romanya’nın yardım yolları elimize geçecek, birbirinden ayrılan ve yardım alamayan düşmanları, birer birer dize getirmek mümkün olacaktır…” Hoca Sadeddin Efendi’nin fikirlerine çok güvenen Sultan Mehmet, bu fikri derhal kabul etti. Eğri Kalesi 20 gün süren muhasaradan sonra zapt edildi. Haçova denilen yere gelindiğinde Arşidük Maksimilyan’ın başkanlığında Haçlı kuvvetleriyle karşılaşıldı. Haçova’da bir divan toplanılarak düşmana karşı nasıl hareket edileceğini kararlaştırıldı. Sadeddin Efendi’nin isteği ile savaşa çıkan Üçüncü Mehmet, araba sarsıntısından ve yolun meşakkatlerinden çok rahatsız oldu. Padişah toplanan divanda resmen orduyu Sadrazama bırakıp, İstanbul’a dönmek istediğini açıkladı. Bazı vezirler de Sultan Mehmed’i desteklediler. Bu duruma karşı çıkan Hoca Sadeddin Efendi; şu uzun konuşmayı yaptı: “Şevketlü sultanımızın savaş zorluklarından rahatsız olduğunu biliriz. Unutmamalı ki, savaşın zorluklarından biz ve bütün ordu rahatsızdır. Savaşın meşakkatlerine katlanmadan zafer kazanmak nerede görülmüştür. Bu iş vezirlerin işi değildir. Bir kale fethetmekle davaya halledilmiş nazarı ile bakmak, kalenin imdadına gelen küffarın başını ezmeden geri dönmek, yılanın kuyruğuna basıp önünden kaçmak demektir. Kur’ân-ı Kerim’de meâlen; “Düşmanlarınız aman dileyip silahlarını terk edinceye kadar onlarla savaşınız. Düşmana sırt çevirmeyiniz.” buyrulur. Düşman aman dilememiş silahını terk etmemiştir. Düşmanla karşılaşmadan ona sırtımızı çevirirsek yarın hesap gününde Allahu Teâlâ’nın huzuruna ne yüzle çıkarız. Bir Osmanlı sultanının bir sebep olmadan ve düşmanı imha etmeden, gazâ meydanını terk etmesi, şimdiye kadar görülmemiştir. Ecdadımızın ruhları bizi ayıplar. Din düşmanları ile savaşmak muhakkak lazımdır. Dini ve devleti müdafaa etmek, onun şanını ve şerefini göklerden ayaklar altına düşürmemek için savaşmak üzerimize farzdır. Bu uğurda can verinceye kadar hepimizin savaşması, sultanın değil, Allahu Teâlâ’nın emridir. Zaten biz onları yok etmezsek, onlar bizim üzerimize gelip bizi yok edecekler.” Bu ibretli konuşma damarları korlaştırdı. Padişah Üçüncü Mehmed’inde yerinde kalmasını sağladı. Ertesi sabah iki tarafın kuvvetleri harp vaziyeti alıp birbirine yanaştı. Osmanlı Ordusu’nun merkezinde Sultan Mehmet, sağında vezirler, solunda Kadıaskerler ile Hoca Sadeddin Efendi bulunmakta idi. Sol kolda Rumeli, Karaman, Maraş eyaletleri, Beylerbeyileri, sağ kolda Rumeli ve Temeşvar Beylerbeyilerinin kuvvetleri vardı. Savaşın başlamasıyla birlikte düşman birlikleri Padişahın bulunduğu merkez kısmına saldırdılar. Üçüncü Mehmet, otağına çekilerek, sırtına Peygamber Efendimiz’in Hırka-i Şerif’ini giyip, eline mızrağını aldı. Sağ koldaki Hasan Paşa’nın kuvvetleri dağıldı. Böylece düşman kuvvetleri ordusunun içine daldı. Yağmaya başladı. Vaziyet tehlikeli bir hal almıştı. Bu durumu bizzat seyreden Padişah Sultan Mehmet yanında bulunan Hoca Sadeddin Efendi’ye; “Efendi şimdiden sonra ne yapmamız gerek.” diye sorunca metanetini kaybetmeyen Hoca Sadeddin Efendi: “Sultanım, lazım olan, yerinizde sebat ve karar etmektir. Cengin hali budur. Ecdadınız zamanında Rasûlullah Efendimiz’in mucizeleri ile İnşallah Teâlâ fırsat ve nusret (başarı) ehl-i İslâm’ındır. Hatırınızı hoş tutun.” dedi. Panik başlamış ve düşman kuvvetleri çadır arasına kadar girmiş ordugâhı zaptetmişti. Düşmanın böyle çadırlar arasına girdiğini gören seyis, aşçı, deveci, katırcı, karakollukçu denilen hizmetçi gurubu, bu çadırları zapteden düşman üzerine kazma, kürek, balta ve odun gibi şeylerle hücuma geçerken, aynı zamanda, “Düşman kaçıyor!” diye bağırarak, askerleri geri dönmeye başardılar. Bu sırada ön kol kumandanı Çağalazâde de, gizlendiği pusudan çıkarak süvarileriyle hücuma geçti. Osmanlı Ordusu’nun sağ kolunu bozmuş olan yirmi bin düşmanı, bataklıklara sokarak imha etti. Üçüncü Mehmed’i dimdik atın üzerinde, Hoca Sadeddin Efendi’yi de onun yanı başında atının gemlerinin tutmuş gören akıncılar ve Kırım atlıları, zaferi kazandığını zanneden düşmana korkunç bir darbe indirdiler ve ellibini öldürüldü. Böylece kaybedilmiş sayılan Haçova Savaşı büyük bir zaferle neticelendi. On bin duka altın ile beraber, Alman toplarının büyük bir çoğunluğu ele geçti. Hoca Sadeddin Efendi, Eğri Seferi’nden dönüşünden sora kendisini daha çok ilme ve eğitim işlerine verdi. Devrinde bütün ülemânın adetâ “Kutbu/Ulusu” haline geldi. Padişah Üçüncü Mehmet 1598’de Hoca Sadeddin Efendi’yi Şeyhülislâmlık makamına getirdi. Kendisi 1 yıl sekiz ay Şeyhülislâmlık yaptı. Bu sırada halkın işlerini hiç aksatmadı, gerekli fetvaları hazırlamakta büyük bir maharet gösterdi. Her Cuma halkın dertlerini dinlerdi. Herkesin lisanına (diline) göre Türkçe-Farsça-Arapça verdiği cevaplarla halkını memnun ederdi. Üçüncü Sultan Murad’ın ölümünün dördüncü yılı dolayısıyla Ayasofya Camii’nde hatim ve mevlit duası okunacaktı. Hoca Sadeddin Efendi camiye gitmek üzere evinde abdest tazelerken fenalaştı. Öyle olduğu halde camiye gitti. Dua biterken ruhunu teslim etti. Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Eyüp Sultan’da yaptırmış olduğu Darü’l-Kurrâ/Kur’ân Okulu bahçesine defnedildi. 1599 senesinde vefat ettiğinde 63 yaşında idi. Sevgili Peygamberimizin vefat gün ve yaşlarında o da, Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu. Büyük bir ilim ve fikir adamı da olan Hoca Sadeddin Efendi önemli eserlere de imza attı. Osmanlı tarihinin büyük kaynaklarından olan “Tacüt-Tevarih” adlı eseri, kendi devrine kadar meydana gelen olayları anlatır.
Muammer YILMAZ
YazarAnadolu’da yaşayan evliyanın ve âlimlerin büyüklerinden İbrahim Hakkı Erzurumî Hazretleri, 18 Mayıs 1703 senesinde Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğdu. Babası Osman Efendi de veli bir zattı. Annes...
Yazar: Muammer YILMAZ
Milletlerin dünya arenasında huzur içinde yaşayabilmeleri¸ çağdaş uygarlık yolunda birbirleriyle yarışabilmeleri için bireylerine çok büyük görevler ve sorumluluklar düşmektedir. Milletlerin dü...
Yazar: Muammer YILMAZ
"28 Mayıs'ı 29 Mayıs'a bağlayan gecenin sabahına doğru¸ mehter Gülbanklar' vurmaya koyulmuş¸ Haliç mum ışığı içinde kendinden geçmiş¸ tekbir sesleriyle dalga dalga ...
Yazar: Muammer YILMAZ
“Anne, Yüce Yaradan’ın “Hâlık” ve “Rahim” isimlerinin tecellisine mahzar olup, İlâhi emaneti yüklenendir. Yeni bir canı bu dünyaya hediye ederken korunan ve aranandır. Kucağı Cennet bucağıdır. A...
Yazar: Muammer YILMAZ