Her Yaşta Kur’ân Öğrenmek
Mü’minin Rabb’ine yönelik yaptığı her şey ibâdettir. Namaz kılmak, oruç tutmak gibi taat dediğimizde hemen aklımıza gelen her şey yanında kul hakkına dikkat etmek, gıybetten kaçınmak gibi hususlar da ibâdettir. Rabb’imizin bize yönelik emir ve yasaklarını öğrenmemizi sağlayan Kur’ân’ı okumak da ibâdetin bir parçasıdır. Allah Rasûlü’nün hadislerini okumak da aynıdır.
Kur’ân Okumak Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Yaptığını Yapmaktır
Arapçasından okumuş olduğumuz âyetler bizzat Allah tarafından gönderilmiş olan ifadelerdir. Bunlar insan sözü değildir. İnsan Kur’ân’ı okurken Allah’ın kelâmını tekrar etmiş olur. Bunun yanında Hz. Peygamber (s.a.v.)’i örnek alarak âyetleri bizzat onun gibi okur.
Dolayısıyla Kur’ân okuyan bir anlamda Hz. Peygamber (s.a.v.)’i taklit eder. Esasında bir insanın Hz. Peygamber (s.a.v.)’i yüzde yüz taklit edebileceği ibâdet sayısı azdır. Örneğin namazımızı ve haccımızı ne kadar ona benzetmeye çalışsak ve onun yaptığı gibi yapmaya gayret etsek bile mutlak sûrette bir yerinde farklılık oluşur.
İbâdetimiz birebir onun yaptığının kopyası olmaz. Sonuçta birer insanız. Ancak Kur’ân okumak böyle değildir. Metni Hz. Peygamber (s.a.v.)’in insanlığa okuduğu hâliyle önümüzdedir ve aynı şekilde kırâat etmek durumundayız. Bu nedenle Kur’ân okumak hem Peygamberimiz (s.a.v.)’i birebir örnek almak hem de onun “Kur’ân okumak” sünnetini devam ettirmektir.
Kur’ân Okumak Ortak Değerlerimizdendir
Dünyanın neresine giderseniz gidin, insanlar Allah’ın kelâmını onun nâzil etmiş olduğu kelimeler üzerinden okurlar. Ümmet pek çok uygulamada olduğu gibi, burada da vahdeti korumuş, İslâm’ın değerlerinden birine sahip çıkmış olur. Bu nedenle okunan Kur’ân’lar İslâm ümmetini ümmet yapan temel dinamiklerden bir tanesidir.
Tıpkı ezan gibi. Nitekim yeryüzünün herhangi bir bölgesinde Arapçasından Kur’ân’ı okuyan birini gördüğünüz zaman, mü’min bir kardeşimizi görmenin verdiği keyifle son derece mutlu oluruz. Çünkü bizi biz yapan değerlerden birini yapmaktadır. Ve bu birliktelik kardeşimizi kolayca tanımamızı sağlar.
Kur’ân ile Aramıza Başkası Girmemelidir
Hiçbir meal Allah’ın nâzil etmiş olduğu metnin karşılığını aynı lezzette sunamaz. Bu yüzden Arapçasından okunmayan Kur’ân asla aynı tadı vermez. Çünkü biri Rabb’in vahyi, diğeri kul elinden çıkma bir çalışmadır. Bu durum, mânevî hazzı tadabilmek için mushafı aslından okumayı gerektirir.
Böyle yaptığımızda Allah’ın kelâmı ile aramıza bir kul girmemiş olur. Çünkü meâlinden okuduğumuz zaman Allah ile aramıza bir başkasını koymuş, onun anladığını Allah kelâmı olarak okumuş oluruz. Bu da bizi Kur’ân’ın aslına yöneltir.
Meale de Bakılmalıdır
Kur’ân elbette anlaşılmak ve amel edilmek için nâzil olmuştur. Sadece Araplara inmiş bir kitap değildir. Bu nedenle mealini de okumak gereklidir. Mealini de okuyalım ki tüm insanlığa inmiş olan kitapta yüce Rabb’imiz bizlere ne tür emirler ve müjdeler ferman ediyor, bunları öğrenmiş olalım.
Çünkü Müslümanın Allah’ın kitabıyla bağını koparmaması şarttır. Bu yüzden Arapçasından okumak yanında mealine bakmaya çalışmak da güzel olur. Herkesin Arapça öğrenmesi mümkün olmadığına göre meali yanımızdan eksik etmemek durumundayız.
Bu arada şu gerçeği de unutmayalım: Farklı dillerdeki tercümeler hiçbir zaman Allah’ın kelâmını karşılamaz. Mealler arasında farklılıklar olabilir. Kur’ân pek çok mânâyı içeren ilâhî bir kitaptır. Mütercimler bu manalardan birini öne çıkarmış olabilirler.
Yaşlıların Kur’ân Öğrenmesi
Gençliğinde Kur’ân okuma imkânını bulamamış yaşlılarımızın, kaç yaşlarında olduklarına bakmaksızın, Kur’ân öğrenmek için çaba sarf etmeleri gerekir. “Bu yaştan sonra öğrenmek zor olur.” diyerek kendilerini geri çekmemelidirler. Bir iki deneme sonrasında ye’se kapılarak, “Ben bu işi hâlledemeyeceğim.” diye üzüntü ve ümitsizliğe düşmemelidirler.
Elbette yaşlılıkta öğrenmek gençlikteki gibi değildir. İnsanın bedeni gibi hâfızası da dinçliğini kaybeder. Bununla birlikte azim sahibi olmak her şeyin başıdır. Allah’ın kitabını öğrenmeye çalışmanın verdiği hazla ısrardan vaz geçmemek gerekir. Kaldı ki, insan ısrarcı olduğu zaman birkaç harfi, ardından diğer harfleri öğrenmeye başladığında büyük keyif almaya başlar.
Okumayı çözdükçe aldığı tat zirveye çıkar. Öğrenmek için büyük bir iştihaya sahip olur. İyice öğrenene kadar Allah’ın kitabını elinden bırakmak istemez. Hele de okumayı bir çözdü mü, “Öğrenemiyorum.” diyen insanın birkaç ayda bir hatim yaptığını ve günlük okumayı kendisine vird edindiğini görürsünüz. Bu aşamaya geldikten sonra da başlangıçta yaşamış olduğu yılgınlık için esef ettiğini ve neden daha önce öğrenmeye çalışmadığına hayıflandığını şâhit olursunuz.
Bu satırların yazarının merhûme annesi 71, babası da 74 yaşında iken ikisi birlikte umreye gittiler. Annem başka milletlerden olan insanların, yaşlısıyla genciyle sürekli Kur’ân okuduklarını görüp kendisinin sadece tavaf, namaz kılmak ve tesbih çekmekle yetinmek zorunda kaldığını düşününce, müthiş derecede üzülür ve hayıflanır. “Memlekete dönünce ilk yapacağım şey Kur’ân okumayı öğrenmek olacak.” diyerek Rabb’ine gözyaşı döker.
Dönüşte babam annemin hocası oldu. Yaşlı insanların birbirlerine bir şeyler öğretmeleri doğrusu çok hoş oluyor. Tamamını kayıt altına alıp sonradan seyretmek gerekir. Babam bazen harfleri unutan anama bağırıyor, bazen kızıp gidiyordu. Ama kavga-gürültü bu işi bitirdiler. Sonrasında yaşlı karı koca karşılıklı Kur’ân okudular evde.
Annem kendisine bir ders edinmiş, her gün en az bir sayfa mutlaka okuyordu. Cuma akşamları Yâsin okumayı da ihmâl etmiyordu. Bu arada Kur’ân’ı kırktan fazla hatmetti. Ziyâretine gittiğimde günlük okumasını sesli olarak yapmasını istiyordum ve ben de başka bir mushaftan babamla birlikte takip ediyordum.
Bunun mânevî hazzını anlatamam. Her şeyden önce, hem annemin hem de babamın mutlu olabilecekleri artı bir şey yaptıklarını görmek beni de mutlu ediyordu. Kur’ân okuduktan sonra adeta bir namazı edâ etmişçesine sevinçli olduklarını söylüyorlardı. Bir evlât yaşlı anne ve babasını huzurlu ve mutlu görmekten başka ne bekleyebilir ki? Bu yüzden, yaşlı büyüklerimizin ilerlemiş yaşlarında Kur’ân okumayı çözüp, bizleri karşılarına oturtarak okumalarını dinlemenin tadına doyum olmaz.
Okuyamıyorum mazeret değildir
Dünyevî meşgalelerimiz ve işlerimizle ilgili olarak bizlere faydası olacak hususları öğrenmekte çok zorlanmayız. Bunlarda yaşımız pek aklımıza gelmez. Bir beklentimiz olduğu için işimizi başarmak için her yola başvururuz. İş Kur’ân’a gelince, öğrenmekte bir parça zorlandığımız için, nefsimiz direnir. Ancak bizlere hitâp eden son hitâbın dünyalık işlerimizden daha önemli olduğu izahtan vârestedir.
Başkalarına Okutmak Yerine Kendimiz Okumalıyız
Ölmüş olan yakınlarımızı anmak ve evimizi Kur’ân’la süslemek için, Cuma geceleri başta olmak üzere zaman zaman Kur’ân okuturuz. Belki bunun için evimize bir hâfız veya hoca çağırdığımız da olur. Ancak bunu en samîmî ve içten yapacak olan birileri varsa onlar da bizleriz, yani ölmüş olanların yakınlarıdır.
Bu nedenle işimizi başkalarına havâle etmek yerine kendimiz yapmaya gayret edelim. Bunun yolu ise Kur’ân’ı okuyabilmekten geçer. Aynı durum kabir ziyâretlerinde de söz konusudur. Birilerinden medet beklemek yerine Kur’ân’ımızı açıp kendimiz okuyabilmeliyiz.
Lâtin Harflerinden Okumamalıdır
Kur’ân’ın Lâtin harfleriyle yazılmış metnini okumaya gelince, Arapçadaki bazı harfler Türkçede yoktur. Bu nedenle Türkçe harflerle Arapça bazı kelimeleri ifade etmek imkânsızdır. Kelimelerin anlamı bu nedenle bozulur. Örneğin Arapçada üç çeşit z, kezâ üç çeşit s, iki k vardır. Ve her birinin kendisine göre bir sesi vardır.
Bu da kullanılan harfe göre mânânın değişmesi anlamına gelmektedir. Bu yüzden aslını öğrenmek en doğrusudur. Arapçasından okumayı öğrenene kadar Türkçesinden okunabilir ancak hedefimiz aslından okumayı öğrenmek olmalıdır. İlâhî lezzeti tatmak için bunu yapabilmeliyiz. Örneğin Arapçadaki ha harfini Türkçedeki h harfiyle telâffuz edersek hallâk yani “yaratıcı” kelimesini “berber”e döndürmüş oluruz. Kezâ peltek ze ile zukire kelimesi “bahsedildi” anlamına gelirken bunu Türkçedeki z ile ifade ettiğimizde “kap dolduruldu” anlamına gelir.
Bu gerçek yanında, “Arapça orijinalinden veya Türkçe harflerle yazılmış Arapçasından okuduğumuzda, anlamını bilmediğimiz için nasıl okuduğumuz önemli değildir.” dememelidir. Çünkü Allah’ın kitabını onun inzâl ettiği gibi okumak ile ifadelerin ağzını burnunu kırmak aynı şey değildir.
Öncelikle Rabb’imize saygımız aslı gibi okumayı gerektirir. Ayrıca Türkçe harflerle yazılmış Arapça metnini okuyan kardeşlerimiz şunu iyi bilmelidirler: Okudukları metni bir Arap dinlese kesinlikle okuduğumuzu anlamaz. Her şey bir yana, Allah’ın indirdiği metni onun indirdiği dil ile okumanın mânevî hazzı ve güzelliği başka bir şeyle ölçülemez.
Yaratıcımız ve Peygamberimiz Bizi Teşvik Ediyor
Rabb’imiz kitabının okunmasını emrederken şöyle buyurmaktadır: “Rabb’inin kitabından sana vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın.”[1]
Hz. Peygamber (s.a.v.) de yüce kitabımızın okunmasının öğrenilmesini, öğretilmesini ve içindekilerle amel edilmesini isteyerek şöyle ferman etmektedir:
“Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve onu başkalarına öğretenlerinizdir.”[2] “Kur’ân-ı Kerim'i okuyan ve hükümleriyle amel edenin anne ve babasına kıyamet günü bir taç giydirilir. Bu tacın ışığı -güneşi evlerinizin içinde farz etseniz- dünya evlerindeki güneş ışığından daha güzeldir. O halde Kur’ân'ı bizzat öğrenen hakkında ne düşünürüsünüz? (Onun sevabını siz takdir edin).”[3] “Kur’ân okuyunuz. Çünkü Kur’ân, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaatçi olarak gelecektir.”[4]
Seferberlik Zamanı
Kendimizi Allah’ın kelâmını okumak ve onun hazını almaktan mahrûm etmeyelim. O lezzeti bir tattığımızda, bugüne kadar ne kadar büyük bir nimeti uzağımızda tuttuğumuza çok hayıflanacağız. Şimdi kolları sıvama zamanı. Mümkünse evdekilerin yardımıyla, bu olmuyorsa bir hocanın yanında diz kırarak Kur’ân okumaya koşalım.
Böylece Allah Rasûlü’nün müjdesine nâil olalım: “Allah’ın evlerinden bir evde Allah’ın kitabını okumak ve aralarında müzâkere etmek için bir araya gelen topluluk üzerine huzur iner, onları rahmet kaplar, melekler onları kuşatır ve Allahu Teâlâ onları kendi katındakilerle birlikte anar.”[5]
En fazla bir ay içerisinde kendi başımıza okuyacak duruma geleceğimizi bilelim. Rabb’imiz çabamızı lütfuyla bereketlendirecek ve çok mutlu olacağız.
Çocuklarımızı İhmal Etmemek
Anne babaya düşen bir görev de çocuklarının Kur’ân okumayı çözmelerini sağlamalarıdır. Çünkü Kur’ân çocuklarımızın dinle olan bağlantılarını sağlayan temel ögelerden birisidir. Bu nedenle yapabiliyorsak kendimiz, elimizden gelmiyorsa bir kursa veya bir bilene göndermek suretiyle erken yaşlarda Kur’ân öğrenmelerini sağlayalım. Hatta kutsal gecelerde etrafına halkalanarak bir parça bize bir şeyler okumalarını sağlayalım. Böylece içten ve neşeli bir ortamla gecemizi değerlendirmiş olalım.
Tüm bunları yaparken anne babalarımızı da Kur’ân öğrenmeye teşvik edelim. Özellikle Cuma akşamları Yâsin, Tebareke ve Cuma Sûrelerini okuyarak evimizi şenlendirelim. Geçmişlerimizin rûhlarını şâd edelim.
[1] 18/Kehf, 27
[2] Buhârî, 4639
[3] Ebu Davud, 1241
[4] Müslim, 1337
[5] Müslim, 4867
Enbiya YILDIRIM
YazarOnbir aya sultan olanGeldi ya şehri RamazanGönüllere huzur dolanGeldi ya şehri RamazanSahur iftarın arasıYanar müminin çırasıRahmet mağfiret ortasıGeldi ya şehri RamazanNur üstüne nur alınırSâlât tera...
Şair: Ramazan PAMUK
İslâm diniyle özellikle de onun ibâdet boyutuyla ilgili meselelerde konuşacak olanların, bu alanda konuşmayı hak eden ehil zevât olması gerekir. Çünkü din birilerinin düşünmeden, araştırma yapmadan fi...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Bembeyaz yağarTemiz bir vicdan kadarİnce ince, lâpa lâpa, daha nice şekli varGökyüzü ona darTatil olan okullarSevince boğulan çocuklarKardan adam yaparBurnuna havuç koyarBoynuna kaşkol takarKızaktan k...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN
Osmanlı’nın, Birinci Dünya Savaşı’nda müttefiklerine yardım amacıyla asker gönderdiği cephelerden biri de Galiçya idi. Bu cephede Mehmetçiklerimiz Ruslara karşı sayısız kahramanlık destanları yazdılar...
Yazar: İsmail ÇOLAK