HEM ŞAİR HEM DERVİŞ BİR SULTAN II. BÂYEZÎD HAN
II. Bâyezîd, Fatih’in oğlu, Yavuz Sultan Selim’in babası ve Cem Sultan’ın baba bir kardeşi. 34 yaşında sekizinci padişah olarak tahta çıktı. Dönemi içinde başarılı bir yönetim sergiledi. Fakat onu daha da önemli kılan ilim, kültür, sanat konularına verdiği önem ve tıpkı Fatih, Kanuni, I. Ahmed gibi “divan” sahibi bir sultan olmasıdır.
II. Bâyezîd’in söylediğimiz bu özelliği daha çocukluk yıllarında başlayan bir hadisedir. Her şeyden önce güçlü bir tahsil gördü. Devrin önemli âlimlerinden dersler aldı. Matematik, felsefe, hat ve edebiyat konularında kendini çok iyi yetiştirdi. Arapça ve Farsçanın yanı sıra Uygur ve Çağatay Türkçesini de öğrendi. Resim ve musiki ile de ilgilendi. Kaynaklar, onun valilik yaptığı dönemde, çevresinde önemli bir edebî muhit oluşturduğunu yazarlar. O böyle bir muhitte görev yaptığı Amasya’da kültürel anlamda pek çok önemli işe imza attı.
II. Bâyezîd, padişah olduğunda da onu bu defa İstanbul’da aynı kültürel gayretlerin insanı olarak görürüz. İstanbul, onun zamanında devrin önemli din, ilim ve sanat adamlarının toplandığı bir şehir hâline geldi. O da böyle bir muhit içerisinde şiirler yazmaya başladı. Onun şiir alakasında tasavvufa olan alakası da etkili olmuştur. Bu yüzden “Bâyezîd-i Velî” olarak anılagelmiştir. Yine döneminde birçok eserin Türkçe yazılması noktasında katkısı ve önemli teşvikleri olmuştur ki bu da en az şairliği kadar önemli bir husustur. Ne yazık ki o da şair kimliğiyle epeyce zaman incelemelere konu olamamıştır.
Şairliği ve Bir Şiiri
II. Bâyezîd, Ahmed Paşa ve Necati Bey etkisinde şiirler yazdı. Bunları bir divan hâline getirdi. Şiirlerinde “Adlî” mahlasını kullandı. Farsça şiirleri de bulunmaktadır. Onun şiirleri arasında bahar temalı gazeli onun şiir dünyasını veren özelliklere sahip bir metindir. Bu şiir muhtevası itibariyle bir tevhid örneği olarak da okunabilir. Bu şiir şöyle başlar:
Hâb-ı gafletden uyanup zînet-i eşcâra bak
Kudret-i Hakk’a nazar kıl revnak-ı ezhâra bak
Gözün aç gör nice ihyâ oldı emvât-ı zemîn
Haşr-i ecsâda o münkir itdügi inkâra bak
Sebz-pûş olup kıyâma turdılar her bir şecer
Kıldılar secde huzûr-ı kalb ile kühsâra bak
Menber-i şâh üzre çıkmış va‘z ider murg-ı çemen
Selsebîl âyâtını tefsîr ider enhâra bak
Meşrebün âb-ı revân gibi eger sâf eyleyüp
Âşık-ı sâdık geçersen gel berü dîdâra bak
Hâr fikri bülbüle gülden komaz bûy-ı vefâ
Yok hisâbına say ağyârı berü gel yâra bak
Yarın anda kalmayam dirsen figān ü zârda
Adliyâ bunda işitdügün figān ü zâra bak
Şiir, her şeyden önce Divan şiirinde somut tabiat tasvirleri yok diyenlere önemli bir cevap niteliğindedir. Zira bu metin baştan sona bir tabiat tasviridir. Ama sadece bundan da ibaret değildir. Bir hikmet ve tefekkür metnidir. Zira şair tabiatta yani yaratılmış olandan hareketle Yaradan’a yönelmekte ve dikkati Cenab-ı Hakk’ın yaratış kudretine çevirmektedir. Bunun için de okurdan beklediği gaflet uykusundan uyanmasıdır. Şiirin bugünkü Türkçeyle manasını verdiğimizde söylediğimiz bu anlam özellikleri daha kolay görülecektir.
1. Gaflet uykusundan uyanıp ağaçların süsüne bak! Hakk’ın kudretine bak, çiçeklerin güzelliğine, parlaklığına bak.
2. Gözünü aç, yerin ölüleri nasıl dirildi, gör!.. Cesetlerin diriltilmesi konusunda o inkârcının ettiği inkâra bak.
3. Her bir ağaç, yeşile bürünüp ayağa kalktı... Gönül huzuruyla secde eden şu dağlığa bak!..
4. Bülbül, dal minberi üstüne çıkmış, vaaz ediyor… Selsebil âyetlerini okuyan şu ırmaklara bak!”
5. Eğer huyunu, yaratılışını akarsu gibi temizleyip sadık âşık geçinirsen, beri gel, (güzel) yüze bak!”
6. Diken düşüncesi, bülbülün gülden vefa kokusu almasına izin vermez. Başkalarını, rakipleri hiçe say; buraya gel, Dosta, Sevgiliye bak.
7. Ey Adlî, ‘Yarın ahirette feryat edip ağlamayayım’ dersen, burada duyduğun feryat ve inlemelere bak.
Gazel tekrar belirtecek olursak tam anlamıyla bir hikmet gazelidir. Ele aldığı konuya bakış açısı ise tamamen tasavvufidir. Zira tasavvufun tecelli kavramına dikkat çekilmekte, söylenenlerle konu ile ilgili ayetlere telmih yapılmaktadır. Bu durum şu açılardan da önemlidir. Şiir, her şeyden önce dinî ve tasavvufî bilgi müktesebatı gayet geniş olan bir şairin eseridir. Diğer yandan da şiirle insanlara öğüt ve hikmet vermektedir.
Bu şiirin bende uyandırdığı bir husus da şudur. Kaynak tasavvuf olunca divan şiir ile tekke şiirinin hayli müşterekleri olduğu ortaya çıkıyor. Mesela bu gazelin 3 ve 4. beytinde “dağların secde etmesi”, “bülbülün vaaz etmesi” bana hemen Yunus Emre’nin “Her bir çiçek bin naz ile över Hakkı nazar ile/Bu kuşlar hoş avaz ile ol Padişahı zikr eder” beytini hatırlattı. Orada da varlık âleminin kendi hâlleri ve dilleriyle tespihat içerisinde oldukları belirtilmektedir. Konu zaten Kur’an temellidir. Zira bu tarz bir yaklaşımı veren çok sayıda ayet vardır. Bu gazelin bir özelliği de 2. Bâyezîd’in Türkçe hassasiyetini ortaya koyan bir metin olmasıdır. Zira aradan geçen onca zamana rağmen son derece anlaşılır bir nitelik taşımaktadır.
Veli Padişah
II. Bâyezîd’in veli sultan olarak tanındığını söylemiştik. Şu anekdot da bu açıdan hayli anlamlıdır: Her seferden dönüşünde elbisesinde biriken tozları toplar ve bir kavanozda biriktirmiş. Yine bir harp dönüşü elbisesini çıkartmış, üzerindeki tozları, büyük bir itina ile toplamaya çalışıyormuş. Hanımı Gülbahar Hatun “Efendim, merakımı hoş görün, her cihad dönüşü o tozları niçin biriktirdiğinizi sorabilir miyim?” demiş. Padişah da, tebessümle: “Benim senden gizlim yoktur Gülbahar Hatun. Bu tozların mezarıma konulmasını vasiyet edeceğim. Çünkü hadis-i şerifte, “ayakları Hak yolunda tozlananları Allahu Teâlâ’nın cehennem ateşinden koruyacağı” buyurulmaktadır. İşte Hak yolunda, kâfirlerle cihad ederken üstümüze bulaşan tozları bu yüzden topluyoruz. Vasiyetimizdir; öldüğümüzde bunları kabrime koysunlar.” demiş. Gerçekten de II. Bâyezîd Han, biriktirdiği bu tozlardan bir tuğla yaptırdı. Vasiyeti gereğince de bu tuğla, öldüğü zaman kabrine konulmuş.
Onun hayatında böyle daha çok hadise vardır. Tarihî kaynaklardan bunlar okunabilir. Fakat netice olarak şunları söyleyebiliriz. II. Bâyezîd gerek eğitimi, gerek sanat, kültür konularındaki hassasiyeti ve tabi şairliği ile de Osmanlı sultanları arasında özel ve önemli bir yere sahiptir. Sözü Sehi Bey’in onu anlattığı şu cümlelerle bitirelim. “Âlim, fazıl, kâmil, şiirleri çok, yetenek sahibi ve her konuda mahir bir kimseydi. Ok atanların seçkiniydi. Zamanında çektiği yayı kimse çekememiştir. Salih, dindar, doğruların ve âlimlerin dostu, maarif ehline karşı alâkadar, adalet ve cömertlikte eşi bulunmaz, hayır sahibi bir padişahtı.”