HAYAT ALAN TOZLAR
Dar ve kırık bir pencerenin etrafında biriken tozların ahenkli uçuşu¸ bir güneş parıltısıyla belirginleşiyordu. Aslında bilindik bir tabloydu. Güneş yavaş yavaş kendisini hissettirdiği anda kırık pencereden içeri girip odanın yarı kısmını aydınlatırdı. İşte bu andan itibaren o tozlar da en az evdekiler kadar bin bir cümbüşle dans ederlerdi.
Çok enteresandır ki bu tozlar evin duvarlarından başlayıp kanepe üstlerine¸ fiskoslara¸ kitap raflarına¸ mutfak dolaplarına¸ televizyon ekranlarına kadar ulaşabiliyorlardı. Her sabah kırık pencereden giren güneş&ce
Dar ve kırık bir pencerenin etrafında biriken tozların ahenkli uçuşu¸ bir güneş parıltısıyla belirginleşiyordu. Aslında bilindik bir tabloydu. Güneş yavaş yavaş kendisini hissettirdiği anda kırık pencereden içeri girip odanın yarı kısmını aydınlatırdı. İşte bu andan itibaren o tozlar da en az evdekiler kadar bin bir cümbüşle dans ederlerdi.
Çok enteresandır ki bu tozlar evin duvarlarından başlayıp kanepe üstlerine¸ fiskoslara¸ kitap raflarına¸ mutfak dolaplarına¸ televizyon ekranlarına kadar ulaşabiliyorlardı. Her sabah kırık pencereden giren güneş¸ tozları eğlendiriyor¸ arkasından giren rüzgâr tozları dağıtıyordu.
Kadın her gün aynı eziyetle siliyordu her yeri ancak yeniden türüyorlardı. Silmesinden belki saniyeler sonra başka tozlar var olan boşluğu dolduruyorlardı. Devinimli bir şekilde bu tozlar hayatın her köşesinde yer alıyorlardı.
Kadının tozlarla mücadelesi güneşin kırık pencereden girmesiyle başlar ve uzun bir mücadelenin ardından biterdi. Ancak biten toz olmaz¸ kadının enerjisi olurdu.
*****
İnce bir rüzgâr havanın ihtişamında süzüle süzele ilerliyordu. Önce yaşlı ağaçlardan birkaç yaprak kopartıyor¸ açık pencere bulursa perdelerini havalandırıyordu. Sokaktaki çöplerle adeta dans ediyor¸ kendince bir şarkı söylüyor¸ insan bulursa da usulca yanaklarından öpüyordu.
İşte o rüzgâr bulduğu son açık pencereden içeri girdi. Kadın¸ rüzgârın etkisiyle uyandı. Ansızın ayaklandı ve pencereyi bir hamlede kapattı. Kocası çoktan işe gitmişti. Mutfağa yöneldi. Çayı tüpün üstüne koyduktan sonra¸ üstünü giyinmek için odasına girdi. Evin halini pek iç açıcı bulmadığından eski püskü elbiselerini giyindi. Kızıl saçlarını¸ kırmızı bir eşarpla buluşturdu.
Yorgun bir geceden sonra dolunay isteksiz de olsa dünyayı güneşe teslim etmişti. Kadın kırık pencereyi açar açmaz güneşin etkili okları doldurmuştu evi. Bu sırada tozlar dalga geçercesine evin her bir köşesinde uçuşmaya başladılar. Bazı tozlar gruplar hâlinde dönüyorlardı. Tıpkı hacıların Kâbe'yi tavaf ettikleri gibi... Kendilerinden geçmiş gibiydiler. Belirli bir sistemde ilerleyenlerde vardı. Bunlarsa evin eşyalarına yapışıyorlar¸ birikimli olarak güzel olan her şeyi çirkinleştirmeye çalışıyorlardı. Yüzlerce¸ binlerce hatta milyonlarca toza destek veren rüzgâra ne demeli? Yapıştıkları yerde çaresiz kaldıklarında masumane bakışlarla yardım beklerler. İlk yardımlarına koşan rüzgârdır. Cesaretlenip coşarlar sonra. Peki¸ neden tozlar var? Olmasaydı ne olurdu? Amaçları ne? Bilinmez ve Allah'ın işine de karışılmaz. Vardır elbet bir hikmeti.
Kadın tozlarla savaşına başlamıştı. Her yer titizlikle temizleniyordu. Pencere kenarlarının tozlarını bir güzel aldı. Ardından kapılar
Televizyon ekranından¸ peteklerden¸ çekyat üstlerinden ve birçok yerden tozları kovmuştu. İki silahı vardı. Biri bezdi diğeri ise süpürge makinesi. Bezleri yeteri kadar kullanmıştı. Sıra süpürge makinesindeydi. Büyük bir hışımla kaptı makineyi ve çalıştırdı. Halıların haşatını çıkarırcasına süpürdü. Yorulduğunu içten içe hissettiği anda kesiliverdi. Göz ucuyla odanın içerisini süzdü. Az önce bezle sildiği bütün eşyaların yeniden tozlandığını görmüştü. Derin bir nefes aldı. Sıkıntı ve hayret duyguları arasında gidip gelmeler yaşadı. Bildiği bir tek şey vardı oda bu tabloyla ilk kez karşılaşmamış olmasaydı.
Tozların da en büyük silahı tabii ki rüzgârdı. Sistemleri sağlamdı. Boş buldukları alanın ya da boşalan bir alanın üstüne bir eşkıya gibi çökmesini iyi biliyorlardı.
Kadın her gün aynı eziyetleri çektiği için durumun acı tarafının farkındaydı. Ama kararlıydı. Bir kez daha eline aldı bezi ve yeniden deli gibi silmeye başladı. İşlem bittiğinde tekrar halı üstündeki tozlarla savaşına döndü. Çetin bir mücadeleden sonra temizlendiğine inandırdı kendini. Makineyi susturunca ansızın sessizlik çöktü. Birkaç saniye sessizliği dinledikten sonra televizyonu açma gereksinimi duydu. Odadaki temizlik işlemi bitmiş ve savaşı kazandım duygusunu içine kazımıştı. Televizyonu açmak için yöneldiğinde kapkara ekranın yeniden tozlandığını gördü. Bu durum canını sıkmıştı. Ekrana bakarak anlam vermeye çalıştı kendince. İnce bir serzeniş ritminde hayıflandı. Pes dedi. Tozlarla savaşında yenilgiyi kabul ettiğinin en büyük kanıtıydı bu.
Tozlar galibiyet sarhoşu olmuşlardı. Rüzgârdan aldıkları güçle fethediyorlardı evi. Çılgınlar gibi eğleniyorlardı. Onların bu marifetini gün yüzüne çıkartan tek etmense güneşti. Güneş ışığında izlendiklerini iyi biliyorlardı.
Kadın çayını demledikten hemen sonra televizyonu açtı. Bir haber kanalında durdu. Son dakika haberi olduğu için dikkatini çekmişti. İsrail'in¸ Filistin topraklarında yer alan Gazze'de ki Müslümanları katletmesinin haberini veriyorlardı. Yüzlerce ölünün olduğunu¸ insanların suçu olmadan bir hiç uğruna nasıl bombalara maruz kaldıkları anlatılıyordu. Bir kadının acı feryadı yansıyordu tozlu ekranda. İsrail askerinin kutsal kitapları Tevrat'ı okuyup acımasızca attığı bomba sonucu beş kız çocuğunu kaybetmiş. Yürek burkan feryadından sonra bir profesör yaşanan bu sıcak olaylar karşısında yorum yapmaya başlamıştı. "Bu katillerin sonu gelmez. Biri gitti mi oluşan yeni boşluğu öteki dolduruyor. Hayatın her köşesinde varlar. Ne kadar mücadele edilirse edilsin ellerinde çok büyük imkânlar¸ arkalarında ise sağlam güçler var. Bize düşen sabretmek ve inancımızı kaybetmemek
Her şeyin bir adaleti vardır ve elbet bir gün tecelli edecektir."
Kadın¸ sertçe sıktığı yumruğunu dişleri arasında ezmekle yetindi sadece.
Mustafa BECİT
YazarDinî-tasavvufî eserlerde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in beden özelliklerini ve manevî şahsiyetini ifade için çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Bunlardan Nûr-ı Muhammedî veya Hakîkat-i Muhammediye konulu e...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Osmanlı padişahlarının onuncusu, 89. İslâm halifesi olan ve “Muhteşem Süleyman” olarak anılan Kanûnî Sultan Süleyman 1494 (bir rivayete göre ise 1495)’te, babası Yavuz Sultan Selim’in sancakbeyi (vali...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Kanûnî’nin küçük oğlu Selim, 28 Mayıs 1524’te İstanbul’da dünyaya geldi. Annesi Hürrem Sultan, saray içinde sözü geçen, etkili bir kadındı. Saray kadınlarına ve hizmetkârlara, Şehzade Selim’in terbiye...
Yazar: İsmail ÇOLAK
“Sâde” yazmak, “basit” yazmak değildir. Çoğu kimse sâde kelimesini basit kelimesiyle aynı anlamda kullanır. Oysa sâde, içinde derinlik barındıran bir kavram… Fakat basit, sathîdir; yüzeysel, üstünkörü...
Yazar: Bilal KEMİKLİ