HASRET ATEŞİNDEN KURTULUP DERMÂN SUNAN SEVGİLİYE KAVUŞMAYI ARZULAMAK
Edebiyatta ateş, âşığın sevgilisine hasretini ve içinde büyük bir buruklukla hissettiği ayrılık hissini ifade için kullanılır. Ateş, âşığın içinde bulunduğu aşkın ızdırabının eseridir. Ayrıca sevgilisine duyduğu özlem, hicran ve hasret de ateş şeklinde kendini gösterir ve daima âşığı yakar. Ateş, gözde tutuşur ve gönülde alevlenir. Âşık, gönlündeki ateşi söndürebilmek için daima gözünden su akıtır. Ama o ateş asla sönmez. Hasret ateşi âşığı yakıp kavurur ama gecesi de gündüzü de sabahı da akşamı da yine âşığa hoş gelir: Nâr-ı hasret cismimi eyler kebâb subh u mesâ Ana hicr ile geçen rûz u leyâlim hoş gelir ( Hasret ateşi vücudumu sabah, akşam yakarak kebap eyler. Ona ayrılıkla geçen gece ve gündüzlerim hoş gelir) Âşığın kaderi hep ayrılık, hicran, firkat acısı çekmektir. Bundan kurtulması da pek mümkün değil gibidir. Âşığın tek isteği sevgiliye kavuşmaktır. Onun çektiği bütün acılar, kederler hep sevgilinin hasretinden kaynaklanır. Âşığın amacı sevgiliye kavuşmaktır ama bir türlü kavuşamaz; kavuşma imkânı bulsa, kavuşsa bile bu olağanüstü durumun heyecanıyla kendinden geçer; sevgiliyle geçirebileceği zamanı iyi değerlendiremez. Bu defa sevgilinin karşısında heyecandan kendisini kaybeder; dili tutulur, ne diyeceğini bilemez. Bir yandan bütün hedefi sevgiliye kavuşmak olan ama kavuşma şansını da iyi kullanamayan âşığın trajik bir hâli vardır. Âşık ne sevgilinin hasretine dayanabilmekte ne de bu hasreti sona erdirmeyi başarabilmektedir. Âşık, sevgiliye kavuşmak için yanıp tutuşur; ancak ne yaparsa yapsın sevgiliye kavuşma imkânını bulamaz. Âşık, sevgili karşısında sürekli hasret çekmeye mahkûmdur. Divan şiiri geleneğinde âşığın kaderi ayrılık ve hasrettir. Âşık, sürekli olarak sevgiliye kavuşmak ister; sevgilinin hasretine dayanacak gücü yoktur. Sevgiliye kavuşma ümidiyle yaşar. Sevgiliyi rüyada görme ihtimali bile âşık için büyük bir müjdedir. Sevgiliye rüyada kavuşma fırsatıyla yıllarca gözüne uyku girmediği için onu rüyasında da göremeyip hasret çekmeye devam eder.[1] Edebiyatta seven kişi olan âşığın çektiği çilelerden, sevenin aşırı hasret ve sevgisinden bahsedilince Hz. Yakup’a değinilir. Sevgili uğruna kör olmak, sevilenin kokusunu uzaklardan dahi almak, mâşuğa ait bir parçayı bile hasretle beklemek gibi özelliklerine de çokça temas edilir. Ayrıca “Beytü-l Hazen” diye adlandırılan Yakup’un evi de şiirde en sık işlenen unsurlardan olmuştur.[2] Göz, âşığın sevgisini gösteren işaretlerden biridir. Çünkü mâşuğu için akıttığı gözyaşları onun sevgisinin neticesidir: Vücûdum garka-i hûn olduğunu derd-i hasretden Gözünden hicr ile hûn-âb-efşân olmayan bilmez (Vücudumun hasret derdinden dolayı kana battığını, ayrılık sebebiyle gözünden kanlı yaşlar dökmeyenler anlayamaz.) Gözyaşları ayrılığın, acının ve derdin ifadesidir. Göz o kadar çok ağlar ki artık gözyaşları çeşme olur, sel olur. Ve yine o kadar içten ve acıyla bu gözyaşları dökülür ki artık akan şey, su damlaları değil, kandır. Bu nedenle “kan akıtmak” ve “kan çeşmesi olmak”, hasret ve acı çeken göz için kullanılan tabirlerdir. Âşığın gözüne uyku da girmez: Uyumaz firkat ile kalb-i figârım uyumaz Kan döker hasret ile çeşm-i nizârım uyumaz (Ayrılıktan dolayı yaralı kalbim asla uyumaz. Hasretten dolayı kanlı yaş döken zayıflamış gözlerim uykuya varmaz.) Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Divân’ında hasretten vuslata birçok terennümde bulunur: Ey yârânlar kılın duâ düşdüm ben yârımdan cüdâ Kavuşdursun bizi Hudâ vâ hasretâ vâ firkatâ (Eyvah hasrete, eyvah ayrılığa ki, ey yârânlar dua edin yârimden ayrı düştüm; Allah bizi kavuştursun.) Âşık sevgilisinden ayrı düştüğü için bütün ömrünü âh ile feryâd ile geçirmektedir. Özle Hulûsî yârını terk eyleyip ağyârını Bulmaz isen dil-dârını vâ hasretâ vâ fırkatâ (Hulûsi! Yârini özleyip ağyârı terk ederek, o gönlü hükmü altında tutan sevgiliyi bulamaz ise, hasretten ve ayrılıktan teessür ederim, eyvahlar olsun.) Yukarıdaki beyitin ‘teessür’ ifadesi şarta bağlanmıştır. Hulûsi Efendi (k.s.) özlem ve hasretini ifade ettikten ve sevgiliye kavuşma arzusunu dile getirdikten sonra, “Eğer bunlara rağmen sevgiliye kavuşamazsan hasret ve ayrılığa eyvahlar olsun.” demektedir. Vuslat, kavuşma demektir. Bir şeyin diğer bir şeye ulaşması, onunla irtibat kurmasıdır. Edebiyatımızda ise âşıkın sevdiğine dolayısıyla dermana kavuşmasıdır. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi bir beytinde şöyle buyurur: Gönül derdinle bîmâr oldu dermâna eriş ey yâr Yanar hasret odundan ana ihsâna eriş ey yâr (Ey Sevgili! Gönül, hasret derdinle hasta oldu, senden bir derman bekler. Hasret ateşinin yakıp kavurduğu bu âşığına ihsan edip, kavuşma lütfunu diler.) Gönlün ayrılıktan dolayı dert sahibi olduğunu, sevgilinin vuslat dermanıyla kendine ihsanda bulunmasını ister. Hasret ateşi yüreğini yakıp kavurmaktadır. Ancak sevgili lütfederse bu ayrılık hastalığından kurtulacaktır. Bir Hasretin Kavuşması Şair ruhlu muhabbet ehli, Peygamberimize olan sevgi muhabbet ve hasretlerini güzel nat-ı şeriflerle dile getirmişlerdir. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri bir sohbetlerinde Ka’b b. Zuheyr (r.a.)’in “Bânet Suâd” adlı kasidesinden sohbet buyururlar. Yunus Zabun Bey’in anlattığına göre bir sohbette Darende’ye yakın bir ilçeden ziyaretçiler gelir. İlçe müftüsünün tasavvufî şiirlerin ilahîlerin okunduğu sohbetlere olan itirazından bahsederler. Hulûsi Efendi Hazretleri hiddetlenerek şöyle buyurur: “Oğul Müftü Bey neler söylüyor öyle. Sünnette olmayan şey ümmete zuhur etmez. Dinî ve muhabbet muhtevalı şiirleri Peygamberimiz de severdi, biz de severiz. Şiiri aynı zamanda bir eğitim, öğüt, tebliğ ve irşad aracı olarak görmek lazım.” Sonra Peygamberimizin şairi Ka’b b. Zuheyr (r.a.) ve onun takipçisi İmamı Bûsirî’nin menkıbelerini anlatır: Ka’b b. Zuheyr (r.a.) peygamberliğin ilk yıllarında diğer Arap şairleri gibi geleneksel denilebilecek belli konularda şiirler söylemişti. Daha sonraları Hz. Peygamber (s.a.v.)’i hicveden sözler etti. O nedenle “demi heder edilenler” arasına alınmış, nerede görülürse öldürülmesine karar verilmişti. Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke’yi fethedince Ka’b ve kardeşi Buceyr kaçtılar. Eb-rahu’l-Azzâf denilen yöreye geldiler. Bir süre sonra Buceyr, Ka’b’a “Sen burada davarımıza göz kulak ol. Ben gidip bakayım. Şu adamın yanına varayım. Söylediklerini dinleyeyim. Ne istiyor anlayayım.” dedi. Çok geçmeden Medine yollarına düştü. “Peygamber Şehri”ne gelince, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in huzuruna çıktı. Onu dinledi ve Müslüman oldu. Sahabiler arasındaki şerefli yerini alarak Medine’de kaldı. Kardeşi Ka’b’a bir mektup yazarak Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kendisini ve İslâm’ı hicveden, her biri bir tarafa kaçmış Kureyş şairlerinin görüldükleri yerde öldürülmeleri emrini verdiğini bildirdi. “Eğer canını kurtarmak istiyorsan uçarak Hz. Peygamber (s.a.v.)’in huzuruna gel. O tevbe ederek kendisine gelenleri öldürtmez. Dediğimi yapmazsan kendini ondan kurtaracak yer ara.” diye uyardı. Buceyr’in mektubu Ka’b’a ulaşınca yeryüzü dar geldi. Canının derdine düştü. Kabile halkından düşmanları da onu korkutuyor, herkes artık öldürüleceğini söylüyordu. Kurtuluş çaresi olmadığını anlayınca Hz. Peygamber (s.a.v.)’i methettiği “Bânet Suâd” (Suâd uzaklaştı, gitti) diye meşhur olan kasidesini söyledi. Gündüzleri gizlenerek, daha çok geceleri giderek, Medine’ye ulaştı. Cüheyne Kabilesi’nden tanıdığı birinin yanına indi. Adam onu ertesi gün Allah Rasûlü’nün huzuruna götürdü. Namazdan sonra Ka’b’a Hz. Peygamber (s.a.v.)’i gösterdi. “Allah Rasûlü budur. Kalk yanına git. Ondan aman dile.” dedi. Ka’b, kalktı, Rasûlullah’ın karşısına oturdu. Elini onun elinin üstüne koydu. Fakat Hz. Peygamber (s.a.v.) onu şahsen tanımıyordu. - Ya Rasûlallah! Ka’b b. Zuheyr tevbe edip Müslüman olarak senden aman dilemeye gelecek. Onu huzuruna getirsem kabul eder misin, diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Evet” demesi üzerine ekledi. “Ka’b b. Zuheyr benim ya Rasûlallah.” Peygamberimizin Bürdesi Kurtuluşu Oldu Bunun üzerine Ensar’dan bir sahabi Ka’b’ın üzerine atıldı. “İzin ver Ya Rasûlallah, Allah düşmanının boynunu vurayım.” dedi. Rasûlullah ise “Bırak onu çünkü tevbe edip inkârdan sıyrılarak geldi.” buyurdu. Rasûlullah (s.a.v.)’ın affına mazhar olmanın sevinci içindeki Ka’b, kasidesini okumaya başladı. Heyecan içinde titrek bir sesle okuduğu kasidesi bitince yüzünden memnun olduğu anlaşılan Hz. Peygamber (s.a.v.) ayağa kalktı. Sırtındaki “bürde” denilen hırkasını Ka’b’a giydirdi. “Medih/Naat” edebiyatının bütünüyle günümüze intikal etmiş ilk örneği olan “Bânet Suâd Kasidesi,” İslâm öncesi devir şiir geleneğine uygun olarak söylenmiş güzel bir şiirdir. Nebi (s.a.v.)’i metheden Ka’b bin Züheyr’in meşhur kasidesinin başındaki şu ifadelere bir bakın: Suâd’ı alıp götürdüler buruktur şimdi kalbim Gönlüm, azat nedir bilmez bir köle gibi hazin Söylendi ki bana vaadi varmış Rasûlullah’ın Affolunma umudu varmış onun yanında Rasûl bir nurdur ki herkes aydınlanır onunla Allah’ın çekilmiş bir parlak kılıcıdır o[3] Peygamber Âşığının Gönül Terennümü Bir de Kaside-i Bürde’nin yazarı İmamı Bûsirî Hazretleri’nin hatırası vardır: İmamı Bûsirî bir gün evine giderken yolda rastladığı güzel yüzlü yaşlı bir zat ona: - Yâ Bûsirî, Bu gece rüyanda Rasûlullah’ı gördün mü, diye sorar. İmam-ı Bûsirî: - Hayır, görmedim, diye cevap verir. Bu konuşmadan sonra o yaşlı zat başka bir şey söylemeden ayrılır. Ne var ki İmam-ı Bûsirî’nin gönlüne, o anda Hazret-i Peygamber (s.a.v.)’in aşk ve muhabbeti ve kavuşma hasreti düşer. O gece, rüyasında Hazret-i Peygamber (s.a.v.)’i görür ve içinin neşe ve huzurla dolduğunu fark ederek uyanır. Bunun üzerine Peygamber Efendimizi öven ve nice Peygamber âşıklarını sevgi deryasında yıkayan birçok övgüler yazar. Kaside-i Bürde’nin 149. beytinde bunu şöylece dile getirir: Düşüncemi övgüsüne, yönlendirdiğimden beri, Başı darda her insana, O Resulü buldum hâmi. Dermâna Kavuşmak Daha sonraki yıllarda vücudunun yarısı felç olur. Yürüyemez ve hareket edemez duruma düşer. İşte o zaman bu Kasîde-i Bürde’yi yazıp bununla Cenab-ı Hak’tan şifâ dilemeye yönelir. Kasideyi tamamladığı gece rüyasında Hazret-i Peygamber (s.a.v.)’i görür. Hz. Peygamber Bûsirî’den kendisi için yazdığı kasideyi okumasını ister. O: - Yâ Rasûlallah! Ben sizin için çok kasideler yazdım, hangisini emredersiniz, deyince, Hz. Peygamber (s.a.v.) kasidenin başlangıç beytini okuyarak bu kasideyi işaret eder. Bûsirî kasidesini okurken Hz. Peygamber (s.a.v.) onu zevkle dinler. Tamamı 161 beyitten ibaret olan kasidenin 51. beytinin birinci mısraını: “Hakkında ilmin son hükmü; O da bir insandır ancak” olarak okuduktan sonra ikinci mısraını hatırlayamayarak takılır kalır. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem Hazretleri: “Oku yâ İmam!” diye buyurur. İmâm-ı Bûsirî: “İkinci mısraı hatırlayamadım yâ Rasûlullah!” der. Bunun üzerine mucize içinde mucize üzere Peygamber Efendimiz: “Yaratmıştır O’nu Allah, en hayırlı kul olarak.” şeklinde ikinci mısraını ikmal buyurarak beyti tamamlar. Kasidenin tamamının okunmasından sonra Rasûlullah mübarek avuçları ile İmâm-ı Bûsirî’nin felçli uzuvlarını ovuşturur. Ne derin muhabbetin eseridir ki İmâm-ı Bûsirî uyandığı zaman hastalığının zâil olduğunu görüp Allah’a şükreder. O gecenin sabahında sıhhatine kavuşmuş ve sürûr içinde camiye giderken yolda Şeyh Ebu’r-Recâ Hazretleri’ne rastlar. Ebu’r-Recâ ona: - Yâ Bûsirî! Fahr-i Âlem’i övdüğün kasideyi getir, der. İmâm-ı Bûsirî: - Rasûlullah Efendimizi övdüğüm kasidelerim pek çok. Hangisini istiyorsunuz, diye sorunca, Şeyh Ebu’r- Recâ: - Gönül yakan o hasret mi? Selem’deki komşuları, Selem yurdunun ağaçlarının dallarındaki koku mu? Gözünden akan yaşlara, karıştırıyor kanları, diye başlayan kasideyi istiyorum. Çünkü sen onu Peygamber Efendimizin huzurunda okurken işittim ve O’nun çok memnun olduğunu gördüm, der. Bu kasideyi daha hiç kimsenin duymadığını zanneden İmâm-ı Bûsirî hayretler içinde kalır. [1] Halil Çeltik, “Âşığın Trajik İkilemi: Vuslat Ve Ayrılık”, Turkish Studies, International Periodical For The Languages, Literature And History Of Turkish Or Turkic Volume 5/3 Summer 2010, s. 136. [2] Osman Aslanoğlu, Pervîn-i İ’tisâmî Divanı’nın Tahlili, Yayımlanmamış Doktora Tezi, s. 62. [3] Es-Seyyid Muhammed b. Alevi el-Maliki el-Hüseynî, Mefahim, (Çev: Hasan Ali Yaşar) , s. 222, İst, 2007.
Musa TEKTAŞ
YazarSon zamanlarda birçok İslâmî kavramda büyük bir anlam kayması meydana geldiğini görmekteyiz. Anlam kaymasına uğrayan kavramlardan biri de dindarlık kavramıdır. Dolayısıyla bu yazımızda özellikle dinda...
Yazar: Mehmet SOYSALDI
İnsanlık, dünya yaratıldığından beri iyinin ve kötünün mücâdelesine şâhittir. Allahu Teâlâ, insanı en mükemmel şekilde yaratmıştır; ancak insan, zaman zaman en aşağılık duruma düşme eğilimi sergilemek...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Sohbet; arkadaşlık edip ünsiyet kurmaktır. Bedenle ya da gönülle uzun süre beraberlik hâlinin tesis edildiği, dinî veya dünyevî konuların konuşulduğu toplantıya da sohbet denir. Ancak tasa...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Hilkâtten haşre kadar, bir ince yola düştüm, Emdim ruhunu aşkın, bir başka hâle düştüm. Mızrabı yüreğimin vurdukça tellerine, Gözlerime kelepçe taktı da gitti biri, Bağlandım sükûtuna, yığıldım el...
Yazar: Muhsin İlyas SUBAŞI