HAŞHAŞİ / BÂTINÎ FİTNESİ VE SELÇUKLU MÜCADELESİ- I
Bâtınîliğin Ortaya Çıkması Bâtınîlik/Bâtınîyye; gizli olmak, bir şeyin iç yüzünü bilmek anlamındaki batn veya butûn kökünden türeyen bâtın kelimesine nisbet ekinin eklenmesiyle oluşmuş bir terimdir. Buna göre Bâtıniyye, gizli olanı ve bir şeyin iç yüzünü bilenler anlamına gelir. Terim olarak; her zâhirin bir bâtını ve her nassın bir te’vili bulunduğunu, bunu da sadece Tanrı tarafından belirlenmiş veya O’nunla ilişki kurmuş mâsum bir imamın bilebileceğini iddia eden gruplar” diye tarif edilebilir ki aşırı Şiî fırkalara ve mülhidlere varıncaya kadar birçok zümreyi içine alır. Hasan Sabbâh’ın 1053-1054 yıllarında İran'da İmâmiyye Şiası'nın önemli merkezlerinden biri olan Kum şehrinde doğduğu rivayet edilir. Kendisi, hayatını anlattığı ve adamlarının Sergüzeşt-i Seyyidinâ adını verdikleri eserinde aslen Güney Yemen'de hüküm süren Himyerî krallarının soyuna mensup olduğunu, babasının Yemen'den Kûfe'ye göç ettiğini, oradan da Kum'a ve nihayet Rey şehrine geldiğini ve kendisinin de burada doğduğunu yazmaktadır. Henüz yedi yaşında iken ilme istidadı görülen Hasan Sabbâh özellikle din âlimi olmak istiyordu. Bunun için Dâîlerin önemli faaliyet merkezi hâline gelen Rey şehrine yerleşerek tahsiline burada devam etti ve on yedi yaşına kadar ailesinin mensup olduğu İmâmiyye Şiası'na bağlı kaldı. Bir gün Emîre Zarrab adlı bir Fâtımî Dâîsiyle karşılaştı ve onun konuşmalarından etkilenerek İsmâiliyye mezhebine intisap etti. 1072’de Rey'e gelen Irak bölgesi Başdâîsi İbn Attâş, Hasan Sabbâh'ın kabiliyetli bir kimse olduğunu anladı ve ona Fâtımî Halifesi Müstansır-Billâh'ın yanına gitmesini, Dârülhikme'de İsmâilî mezhebi hakkında bilgi edinmesini tavsiye etti. Hasan Sabbâh, bu tavsiyeye uyarak İsfahan yöresinde İbn Attâş'ın vekili sıfatıyla iki yıl davette bulunduktan sonra Azerbaycan, Meyyâfârıkin, Musul, Sincar, Rahbe, Dımaşk, Sayda ve Sûr üzerinden Akka'ya varıp deniz yoluyla Mısır'a geçti. 1078 Kahire'ye ulaştı ve Başdâî Ebû Dâvûd tarafından karşılandı. Halife Müstansır-Billâh ile görüştü ve yakın ilgisine mazhar oldu. Müstansır-Billâh onu vekil seçti ve Horasan'da kendisi adına davette bulunmasını istedi. Böylece Bâtınî davası adına faaliyetlerde bulunmaya başladı. Sünnî düşüncesine zarar vermek ve önde gelen devlet adamlarını yıpratmak için çalışmalarına başladı. Alamut Kalesi ve Fitnenin Yayılması Hasan Sabbâh, Müstansır-Billâh'tan sonra hilâfet makamına veliaht tayin ettiği Nizâr'ın, vezir ve başkumandanı olan Bedr el-Cemâlî ise küçük oğlu Ahmed el-Müsta'lî'nin geçmesini istiyordu. Bedr el-Cemâlî, bu konuda kendisine muhalefet eden Hasan Sabbâh'ı önce hapse attı, sonra da ülkeden sürdü. Başka bir rivayete göre ise Hasan bir yolunu bulup hapishaneden kaçtı, İskenderiye'den bindiği bir gemiyle Mısır'ı terk etti ve 10 Haziran 1081'de İsfahan'a ulaştı. Dokuz yıl boyunca bütün İran'ı dolaşarak Bâtınîliğin propagandasını yaptı. Kirman, Yezd ve Huzistan'dan sonra dikkatini İran'ın kuzeyine Hazar Denizi sahillerine, Gîlân, Mâzenderan ve Deylem'in dağlık bölgelerine çevirdi. Burada başına buyruk yaşayan savaşçı bir kavim oturuyordu. İran'ın eski hükümdarları bu insanları hiçbir zaman itaat altına alamamışlardı. Hasan Sabbâh, üç yıl süreyle çalışarak en büyük gayretini Şiî-İsmâilî propagandasından çok etkilenen bu bölgede harcadı ve dağlardaki muharipleri kendi saflarına çekerken gönderdiği Dâîlerle yöre halkını da kazandı. Bu sıralarda faaliyetlerini dikkatle izleyen Selçuklu Veziri Nizâmü’l-Mülk Rey'deki görevlilere onu yakalamaları için emir verdi; fakat Hasan Sabbâh buradan kaçıp Kazvin'e gitmeyi başardı. Sonunda Rûdbâr Vadisini kendisine karargâh seçtiği ve "Beldetü'l-ikbâl" dediği müstahkem Alamut Kalesi'ne yerleşerek Nizârî-İsmâilî Devleti'ni kurdu (1090). Yaptırdığı yeni tahkimat ve yiyeceklerin uzun süre bozulmadan saklanabileceği depolarla kaleyi kuşatmalara dayanıklı, ele geçirilemez bir hâle getirdi. Böylece askerî karargâh ve idarî merkez olarak kullandığı Alamut'tan düzenlediği operasyonları idare etmeye başladı. İsmâilîler, Müstansır-Billâh'ın ölümünden sonra Nizâriyye ve Müsta'liyye olmak üzere iki gruba ayrıldılar. Hasan Sabbâh, doğuda Nizârî-İsmâilîler'in lideri olarak Alamut'taki karargâhından faaliyetlerini yürüttü ve Fâtımîler'le ilişkilerini tamamen kesti. Bâtınîlik Hasan Sabbâh ile yeni bir hüviyet kazandı ve mâsum imam adına davette bulunan Dâîlerin yerini, devamlı haşîş (esrar) kullanmaya alıştırıldıkları için "Haşşâş" veya "Haşîşî" denilen eli hançerli caniler aldı. Bu Haşşaşilerin yapmadığı olumsuzluk ve fitne kalmamıştı. Gayri meşru tüm işleri yapıyor, Sünnî dünyasına her türlü zararı veriyorlardı. Kurdukları oyun ve tezgâhlarla masum insanları katlediyor, her türlü eşkıyalığı yapıyorlardı. Gönülleri ve beyinleri fitne, fesat ile doluydu. Sapık düşünce ve sapkın hareketleri her geçen gün daha fazla yayılıyor, İslâm coğrafyası ve ülkelere zarar vermeye devam ediyorlardı. Hasan Sabbâh adamlarına cennet vaad ediyor ve kendilerini bekleyen mutluluğu dünyada iken tatmaları için esrar içiriyordu. Böylece onları her türlü emrini yerine getirmeye hazır hâle getirmiş oluyordu. Hasan Sabbâh, otoriter bir lider olmasının yanı sıra, derin bir dinî ve dünyevî bilgiye sahipti. Savunma amaçlı militan bir toplum ve fedai bölükleri kurmayı başardığından karalama amaçlı “Haşhaşîler’’ olarak damgalanmıştır. Sabbâh’ı tarih sahnesinde farklı yapan etkenler onun dünya ölçeğinde tanınmasına ve olumlu yahut olumsuz düzlemde tartışılmasına yol açmıştır. Hasan Sabbâh’ın, Selçuklu baş veziri Nizamü’l-Mülk ve Orta Çağ bilgesi Ömer Hayyam ile okul arkadaşı olduğuna, gelecekte birbirlerini tutup dayanışacaklarına dair söz birliği ettiklerine dair rivayetler gerçek dışıdır. Aynı mekân ve yerlerde eğitim almamışlar, okul arkadaşlığı yapmamışlardır. Yolları mücadele kapsamında kesişmiştir. Bu minvalde Sünnî düşüncesinin Şia fikriyle mücadelesi görülmektedir. Çünkü Hasan Sabbâh Şia İsmâiliyye düşünce tarzıyla yetişmiştir. Alamut mıntıkası, İran’ın tarihî bölgelerinden Deylemistan’ın coğrafî bir parçası. Merkezi Alamut Kalesi olan İsmâilî Devleti 1090-1256 yılları arasında hüküm sürdü. Hasan Sabbâh, yardımcısı Abdülmelik aracılığıyla Alamut Kalesi’ni alarak burayı İsmâilîlerin merkezi hâline getirdi. Kalenin alınışına ilişkin rivayet muhteliftir. Hasan Sabbâh’ın yandaşlarının süreç içinde, peyderpey kaleye sızmak suretiyle burayı ele geçirmişlerdir. Nizârî-İsmâilîler'in gayesi dinî olmaktan çok siyasî idi ve kendi görüşlerini halka zorla benimseterek mevcut sosyal ve siyasal düzeni çökertmeyi hedefliyordu. Bu gayelerine ulaşmak için kurdukları teşkilât ve eğittikleri fedailerden yararlanarak birçok din ve devlet adamını kendilerine has metotlarla ortadan kaldırdılar. Bazı insanları da propaganda veya tehditle kendi mezheplerine çektiler. Hasan Sabbâh adamlarını dinî ve siyasî unsurlarla motive ettiği için kurduğu teşkilât dinamik ve uzun ömürlü olmuştur. Düşünceleri dünyevî, nefsî ve gayrı meşru olduğu için kısa sürede taraftan bulabilmişler ve ciddi anlamda Sünnî-İslâm düşüncesi ve dünyasına zararlar vermişlerdir. Bu zararları dinî, fikrî ve siyasî alanlarda olmuştur. Sultan Melikşah’ın Bâtınîlerle Mücadelesi Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, İslâm dünyası için ciddi bir tehlike oluşturan Hasan Sabbâh ve adamlarıyla mücadeleyi bir devlet politikası hâline getirdi. Bir yandan Nizâmiye Medreseleriyle Sünnîliği takviye ederek onlarla ilmî sahada mücadele verirken öte yandan Alamut ve Rûdbâr Bölgesindeki komutanlarından Yoruntaş'a Hasan Sabbâh ve adamlarını şiddetle cezalandırması için emir verdi. Ne pahasına olursa olsun Bâtınîlerin tüm zararlı faaliyetleri engellenmeliydi. Ancak Yoruntaş'ın Alamut'u kuşattığı bir sırada ölmesi (1091) harekâtın sonuçsuz kalmasına sebep oldu. Durumun ciddiyetinin farkında olan ve işin ehemmiyetini bilen ve Bâtınîler'le mücadeleyi sürdürmek kararında olan Sultan Melikşah, Emir Arslantaş ile Emir Koltaş'ı büyük bir orduyla Hasan Sabbâh ve Başdâî Hüseyin Kâinî üzerine sevketti. Amîr Kızıl Sarığ'ı da Arslantaş'a yardım etmek üzere Alamut'a gönderdi. Bâtınîliği yok etmek ve İslâm dünyasına vereceği zararları ortadan kaldırmak maksadıyla tüm tedbirleri alıyor, öncelikli siyaset olarak bu işe odaklanıyor, komutanlarına emir ve talimatlar veriyordu. Bu sırada Haşhaşiler ise boş durmuyor Selçuklu Devleti’ne zarar verebilmek için planlar hazırlıyor, bu doğrultu da her yola başvuruyorlardı. Bir kısım üzücü olaylar peş peşe geldi ve bu durum Büyük Selçuklu Devleti’ni olumsuz etkiledi. Önce Selçuklu Devleti’nin Hacesi Nizâmü’l-Mülk'ün Ebû Tâhir Arrânî adında bir fedai tarafından öldürülmesi, arkasından Sultan Melikşah'ın henüz otuz sekiz yaşında iken şüpheli bir biçimde ölümü (1092) harekâtın başarıya ulaşmasını engelledi. Felaket yıllarının başlamasını, Haşhaşîlerin sonunun nasıl olduğunu, Bâtınîlerin Haçlılarla nasıl ittifak kurduğunu, Bâtınîliğin nihayetini ve hakkın zuhuru ile Selçukluların tüm mücadelelerini gelecek yazımızda siz kıymetli okurlarımızla paylaşacağız inşallah… Kaynakça Abdülkerim Özaydın, Sultan Muhammed Tapar Devri Selçuklu Tarihi, Ankara 1990. Ali Sevim- Erdoğan Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi; Siyaset, Teşkilât ve Kültür, Ankara 1995. Carl Brockelmann, İslâm Ulusları ve Devletleri Tarihi, (Çev. Neşet Çağatay), Ankara 1992. Cüveynî, Tarih-i Cihan Güşâ, (Çev. Mürsel Öztürk), Ankara 1999. İbrahim Kafesolu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu,İstanbul 1953. İslam Ansilopedisi, Bâtınîyye Maddesi. Mehmet Altay Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara 1989. Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul 1969. Ömer Rıza Doğrul, Hasan Sabbâh’ın Cennet Fedaîleri, İstanbul 1975. Seyfullah Kara, Büyük Selçuklular ve Mezhep Kavgaları, İstanbul 2007. Yaşar Şahin Anıl, Alamut Terörünün Kaynakları ve Hasan Sabbâh, İstanbul 2003.
Resul KESENCELİ
YazarBeyit:Seni sevmek imiş âlemde her zevk u safâ ancak Senin derdine dûş olmak imiş derde devâ ancak(Dünyadaki her zevk ve sefâ ancak seni sevmekle olurmuş. Dertlere devâ bulmak da ancak senin derdine o...
Yazar: Resul KESENCELİ
21 Eylül 1840’da Dolmabahçe Sarayı’nda doğdu. Babası Sultan Abdülmecid, annesi Şevkefza Kadınefendi idi. Sultan Abdülmecid, doğum münasebetiyle Bab-ı Âli’ye şu hatt-ı hümayunu gönderdi: “Hazreti Hakk’...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Osmanlı toplumunun bariz özelliklerinden biri de vakıf/hayrat müesseseleri kurmada, hayır ve hasenatta yarışma melekesiydi. Öyle ki, bu sayede Osmanlı coğrafyası bir vakıf ve hayrat ülkesi hâline gelm...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Beyit: Ey yârânlar kılın duâ düşdüm ben yârımdan cüdâ Kavuşdursun bizi Hudâ vâhasretâ vâfirkatâ[1] (Ey dostlarım, sevdiklerim. Eyvahlar olsun, ben yârimden ayrı d...
Yazar: Resul KESENCELİ