Hasbihâl-i Hulûsî Efendi (k.s.)
İnsanoğlu hüzün sahibidir. Hüznünü bazen birileriyle paylaşır, dertleşir. Bazen kendi kendine dertleşir. Şairler bu işi çoğu zaman şiire de dökerler. Edebiyatta bu tarz şiirlere hasbihâl denir. hasbihâl dertleşme, sohbet etme, hâlini bildirme, hâlleşme vb. anlamlara gelir.[1] Şairlerin hâlini, dertlerini, yaşadığı sıkıntıları, içinde bulunduğu hâletiruhiyeyi en iyi yansıtan şiirlerdir bunlar. Edebiyat tarihçileri, araştırmaya çalıştıkları şairleri daha iyi tanımak için bu tarz şiirlerini anlamaya çalışırlar. Hulûsî Efendi Dîvânı’nda ve Mektûbât’ında da hasbihâl tarzı şiirler vardır. Onun hasbihâlleri hem birileriyle sohbet, hem de kendi kendine sohbet şeklindedir. Ancak her iki tarzda da kendi hâlinden söz eder gibi yapıp insanlara mesaj vermeye çalışır. O hasbihâl tarzını da insanları eğitmek için kullanmıştır. İnsanlara olmaları gereken ideal/kâmil insan tipini anlatır hasbihâllerinde. Esasen mutasavvıfların genel tavrı başkalarına şunu yap, bunu yapma demeden önce kendi nefislerinden söz ederek mesaj verme yoludur. Fuzûlî hasbihâline “Ben kimim bir fakîr u bî-ser ü pâ / Kemterîn bende vü kemîne gedâ” (Ben kimim ki bir yoksul, bir zavallı; aciz bir kul, zavallı bir dilenci) diyerek başlar. Çünkü hasbihâlinde kim olduğunu, nasıl olduğunu anlatacaktır. Başka bir ifadeyle inanlara kim olduklarını hatırlamalarını, nasıl olmaları gerektiğini hatırlatarak başlamıştır hasbihâline. Devamında ise “Sûretüm fakr u sîretüm mün’im/Hey’etüm mûr u himmetim ankâ” (Görünüşte ihtiyaç sahibi, gidişatım başkasını yedirip içiren; cüssem karınca ama Anka gibi irade sahibiyim) diyerek insanın yüceliğine dikkat çeker.[2] Fuzûlî gibi Bağdatlı Rûhî, Nef’î, Nâbî, Nâilî, Tokatlı Ebubekir Kanî’nin de hasbihâlleri meşhurdur. İnsan olmaları hasebiyle hemen her şair dertleşmeye ihtiyaç duyduğunda hasbihâl tarzı şiir yazmıştır. Hulûsî Efendi de bunlardandır. Dîvân’ının 199. Şiirinde kendi gönlüne seslenerek onunla hasbihâl eder: Ey dil bilmem neden efgâna düşdün Onulmaz derd ile nâlâna düşdün Ümîd-i vasl ile çekdin hasreti Ermeyüben âhir hicrâna düşdün Cennetü’l-irfâna ermekdi maksûd Ne sebeb oldu bu vîrâne düşdün Mülk-i bekâ idi menzilin evvel Âhir bu bî-vefâ zindâna düşdün Pervâneler gibi devr edip şem‘i Vasl için cân atıp sûzâna düşdün Zevk ile şâd olup bî-keder iken Şimdi neden böyle giryâna düşdün Tahsîl eylemedin ilm-i ma‘rifet Akrân arasında bî-gâne düşdün Uyan uyan artık uykudan uyan Bu hâb-ı gaflete âyâ ne düşdün Sa‘y edip ermedin vuslat-ı yâra Hulûsî tek bahr-ı isyâna düşdün Hulûsî Efendi (k.s.), 267. gazelinde de o en büyük dosttan ayrılışını, dünyaya gelişini, dünyada ömrünü zayi edişini, nefs bağının esiri olup gönül sarayını yıkışını, gönül kuşunu dosttan tarafa uçurmayıp zindan tuzağına düşürdüğünü, ilahî varlığı olan ruhunu sevgilinin sırrına yöneltmediğini bu fani dünya çölüne kaydığını, başka gereksiz sırlar öğreterek onu heba ettiğini samimiyetle ifade eder. Dünya gurbetinde gerçek vatana duyduğu hasreti kendi kendine hasbihâl üslubuyla dile getirir. Esasen onun kendine yönelttiği bu tenkitler okuyanlara ne yapmamaları gerektiğini anlatan, durumlarını özetleyen ve onlara hedef belirleyen düsturlardır: Nukûd-ı ömrümü zâyi‘ hebâ-ender-hebâ etdim Belâ-yı hicre düşdüm cânımı dostdan cüdâ kıldım Nice tâli‘ imiş bilmem benim bu tâli‘ ü bahtım Bu derdsiz başımı yüz bin belâya mübtelâ kıldım Esîr-i bend-i nefs olup sarây-ı gönlümü yıkdım Olanca varımı yağmalayıp mahv u fenâ kıldım Gönül murgunu dost cânibine etdirmeyip pervâz Düşürdüm dâm-ı zindâna şikâr-ı mâ-sivâ kıldım Bu Rûhü’l-Kuds’ü yârın sırrına eylemeyip mahrem Fenâ deştinde koydum gayrı sırra âşinâ kıldım Ne derse koy desin ağyar ta‘nın almazam kâle Selâmet hırkasın bu cism-i bîmâra revâ kıldım Usandım dâr-ı gurbet içre çekmekden artık Hulûsî cânımı cânâna al deyü recâ kıldım Hulûsî Efendi(k.s.)’nin ömrünün eseri olan Dîvân’ının gazeller bölümünün son iki şiirinde 64 yıllık hayatının hasbihâlini yapmış gibidir. Özetle 64 yılın bir yıl gibi gelip geçtiğini bildirerek aslında ömrünün hasbihâli olan Dîvân’ını da sonlandırmıştır. Dilde pinhân etdim öz hayâlimi Baş ağrıtır desem kîl ü kâlimi Hulûsî söylesem hasbihâlimi Altmış dört sene bir yıl oldu geçdi [1] Metin Akkuş, Klâsik Türk Şiirinin Anlam Dünyası - Edebi Türler ve Tarzlar, Fenomen Yay., ikinci baskı, Erzurum 2007, s.91. [2] Kenan Akyüz vd., Fuzûlî Türkçe Divan, Türkiye İş Bankası Yay., Ankara 1958, s.75-76.
Nihat ÖZTOPRAK
YazarGünahkâr sözlerin duası olmaz Ekmegin helâlse içtiğine bak Duada Allah'a kul asî olmaz İsterken neleri seçtiğine bak Kabule şâyânı bekleme hemen Duadir sabırla yarın beklemen Bey-i İlâhîde geç...
Yazar: Muhsin BAYRAM
Milli Eğitim içinde 15 yılı sınıf, 10 yılı din dersi öğretmenliği olmak üzere 25 yılımı, gül yüzlü misk kokulu çiçeklerimle geçirdim. Emekli olduktan sonra da eğitimin içinden hiç ayrılmadım. Şu an da...
Yazar: Ali ÖZKANLI
O’na lâyık olmasak da Âhir zaman ümmetiyiz Bir kararda kalmasak da Âhir zaman ümmetiyiz Emre uymak zorlaşsa da Elde ateş korlaşsa da Muhtevâ buharlaşsa da Âhir zaman ümm...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN
Dünyada sebepsiz bir yaprak bile kımıldamaz derler. Kâinatın yaratılışı bile Allah’ın Habibine duyduğu sevgi sebebiyledir. “Levlâke levlâke lemâ halaktu’l-eflâk/Sen olmasaydın, sen olmasaydın felekler...
Yazar: Nihat ÖZTOPRAK