HAFSA SULTAN
*Prof. Dr. Ahmet ŞİMŞİRGİL
Yavuz Sultan Selim’in hanımı ve Kanunî Sultan Süleyman’ın validesidir. Belgelerde babasının adı Abdülmuin, Abdülhay ve Abdurrahman şeklinde geçmektedir. Bu durum onun saraya cariye olarak girdiğini göstermektedir. Bazı kaynaklar kendisini Kırım Hanedanı’na veya Dulkadıroğulları’na bağlamakta iseler de bunları teyit edecek bir bilgi mevcut değildir. Vefatında yaşının elli altı olduğu bilindiğinden doğum tarihinin 1478 veya 1479 yılı olduğu anlaşılmaktadır.
Osmanlı haremine ne zaman ve kim vasıtasıyla getirildiğine ve Yavuz Sultan Selim ile hangi tarihte evlendiklerine dair kesin bir bilgi mevcut değildir.
Haremde kendisine Ayşe Hafsa adı verildi. İleride padişah eşi ve validesi olabileceklerin de seçildiği sarayda, aranılan özelliklere fazlasıyla sahipti. Bu güzel, zeki, kabiliyetli ve iyi ahlaklı cariye, tecrübeli hocaların nezaretinde kısa zamanda eğitildi ve ardında da Selim’in haremine getirildi. Gençlik yıllarını, kocası Yavuz Sultan Selim’in sancakbeyi olduğu Trabzon’da geçirdi. 6 Kasım 1494 tarihi bu asil çiftin en saadetli günü oldu. O tarihte, yıllar sonra Batı’nın “Muhteşem Süleyman” diye tavsif edeceği Şehzade Süleyman dünyaya geldi.
Oğlunun II. Bayezid tarafından 1509’da Kefe valiliğine getirilmesi üzerine kendisiyle buraya gitti. Daha sonra eşi Yavuz Sultan Selim tahta geçince Süleyman’ı Saruhan Sancakbeyliği’ne tayin etti. Ayşe Hafsa Sultan bu defa oğluyla birlikte Manisa’da idi.
Böylece Hafsa Sultan için eşine hasretle geçen yıllar devam ediyordu. Zira büyük cihangir Selim Han cihat aşkı ile zaferden zafere koşup, ülkeler fethetmekle meşguldü.
Hafsa Sultan ise yazdığı mektuplarla bir taraftan ona olan hasretini dile getirmekte diğer taraftan fetihlerini ve kazandığı zaferleri kutlamaktaydı:
“Maruza-i nahife-i zarife budur ki, devletlü padişah hazretlerinin eyyâm-ı devletlerinde bi-hamdilillâhi ve’l-minne külliyen cariyeleri riayet olmuşlardır. Ümmiddir ki bu zaife dahi sairleri gibi inayet-i padişahiyle manzur buyurula. Şimdiye dek ümmid bu idi ki, Hüdavendigâr halledet hilafetühü hazretleri şerir-i saltanata geldiklerinden sonra bu nahifeyi dahi hâk-i pây-ı kimya-bahşlarına yüz sürmek ile müşerref ve müstes’id olmak tasavvur olunur idi. Lâkin bu tebah tali’inden ol şereften mahrum olduk. Ümmiddir ki, Padişah-ı âlem-penahın ayağı toprağından bu cariye feramuş buyurulmayup inayet-i sultani ile behremend ola.”
Öte yandan Hafsa Sultan, eşinin yokluğunda bütün özlemini ve hasretini içine akıtıp, müstakbel padişah adayının iyi yetişmesi için elinden gelen gayreti gösterdi. Ayrıca Manisa’da geçen uzun yılların hatırasını tarihe mal etmek için şanına uygun hayır eserleri de yaptırdı. Manisa’da bulunduğu sırada aylık altı bin akçe alan Hafsa Sultan, bu paranın büyük bir kısmını bu hayır eserlerinin yapımında harcamıştır.
1520’de Yavuz Sultan Selim Han’ın ani vefatının ardından tahta çıkan oğlu ile birlikte İstanbul’a geldi. Artık Hafsa Sultan “Mehd-i Ulyâ-yı Saltanat” olmuştu.
Hafsa Sultan, oğlu Kanunî Sultan Süleyman üzerinde etkili olmuş, sarayda müspet manada, idareci bir rol oynamıştır. Oğlunun zaferleriyle gurur duyan, yokluğunda hasret acılarıyla yanıp tutuşan, memleketin ve evladının selametinden başka bir şey düşünmeyip duasını üstünden eksik etmeyen, zor zamanlarında dayanağı ve danışmanı olan müşfik bir valide sultandır. Böyle bir oğula sahip olma mutluluğuyla yazdığı mektupların üzerine, “El-mütevekkil alallah, Valide-i Sultan Süleyman Şah” yazılı mührünü basıyordu.
Kanunî Sultan Süleyman da aynı şekilde annesine düşkün ve hürmetkârdı. Mohaç Muharebesi sonrasında imparatorluğun dört bir köşesine zafernameler gönderilirken, Sultan Süleyman bu haberi annesine bizzat yazmıştı. Bu örnekten anlaşılacağı üzere Kanunî ile annesi Hafsa Sultan’ın ilişkisi çok kuvvetli idi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun zirve yapmış olduğu bir dönemde Osmanlı hareminde idarecilik görevini valide sultan sıfatıyla on üç yıl sürdürmüş ve 1534 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Vefatında elli altı yaşında bulunuyordu.
Saray nişancısı ve tarihçi Celalzade Mustafa, cenazesini anlatırken Hafsa Sultam uzun uzun övmüştür. Övgüleri arasında onu Hazret-i Muhammed (s.a.v.)’in ilk hanımı Hazreti Hatice’ye, kızı Hazreti Fatıma’ya ve üçüncü olarak ve en sevgili eşi Hazreti Aişe’ye benzeterek Müslüman bir kadın için söylenebilecek en coşkulu ifadeleri kullanmıştır. Şöyle ki:
“O dinine bağlı, dürüst bir hanım, iffet diyarının ecesi, saflık payitahtının Hazreti Hatice’si, hayırlı vakıflar kurucusu, kendini din işlerine adamış zamanın Fatıma’sı, çağın Aişe’si idi.”
Hafsa Sultan sarayda eşiyle birlikte uzun günler geçirememiş olsa da Yavuz Sultan Selim Camii Haziresi’nde onun türbesi yanında, Haliç’e hâkim bir tepecikte, ebedî saadet saraylarında eşiyle birliktedir.
Eşi Bulunmaz Hayır Eserleri
Güzelliği kadar hayırseverliğiyle de bilinen Hafsa Sultan, yaptırdığı birçok hayır müessesesi arasında bilhassa Manisa’daki cami, medrese, sıbyan mektebi, hangâh, imaret, hamam ve darüşşifadan müteşekkil külliyesiyle tanınır. Külliye, hamam ve darüşşifası hariç 1523 yılında tamamlandı. Hamam ve darüşşifa ise Hafsa Sultan’ın vefatından sonra oğlu Kanunî Sultan Süleyman tarafından 1538- 1539 yıllarında inşa olunarak külliyeye ilave edilmiştir.
Burada bulanan maaşlı personel sayısı yüz on yediyi bulmaktadır. Camide iki imam, bir hatip, dört müezzin ve diğer hizmetliler mevcuttu. Ayrıca imaret kısmında düzenli olarak yemek çıkarılıyordu. Burada yirmi kişi çalışmaktaydı. Darülkurrada dokuz, hangâhta ise on üç derviş bulunuyordu. Medresede bir müderrisle, onun on talebesi vardı. Talebelere günde ikişer akçe yevmiye veriliyordu. 1575 tarihli vakıf defterinde camiin batı yanında bulunan darüşşi- fada görevli personelle ilgili kayıtlara rastlanmaktadır. Buna göre burada baştabip, ikinci tabip, vekilharç, göz hekimi (kehhal), cerrah ve yirmi beş kadar da hizmetli görevliydi. Ankara’da Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde yer alan Arapça vakfiyesi Ayşe Hafsa Sultan’ın hayırseverliğini ve sosyal yardım anlayışını gösteren mükemmel bir örnektir. 929/1522 tarihli vakfiyenin başında Hafsa Sultan şöyle vasıflandırılmaktadır:
“Hafsa Hatun: Allah hayrat kılâdelerini (gerdanlıklarını) kopmaktan ve dağılmaktan saklasın, iyilikler nükudunu gözlerin göremediği nazarlardan korusun. Sultan Süleyman Şah’ın anasıdır. O padişahın olay okları düşmanlarının kalplerini daima delik deşik etsin.”
Hafsa Sultan bu vakfının tevliyetini Hacı Tacüddin İbrahim isminde birine vermiştir. Sağ oldukça bu mütevelli olacak, ölünce zamanın padişahı yerine ehil bir mütevelli tayin edecektir.
Cami, imaret ve medresesindeki bazı görevlilerin durumlarını, işlerini ve alacağı ücretleri belirten ifadeler bu hayırsever kadının düşünce ve inanç yapısını göstermesi bakımından mühimdir.
“On hafız. Bunların âlimi ser mahfil olacaktır. Kur’an okumaya evvelâ o başlayacak, son okuyan da o olacaktır. Bunlar haftada bir hatim indireceklerdir. Mütevelli bunlara her hafta yüz dirhem yiyecek ve içecek parası verecektir. Ayrıca ikişer dirhem de gündelik alacaklardır.
Bir meddah. Bu, güzel sesli bir hafız olacak, Hazreti Peygamber (s.a.v.)’i metheden kasideler, naatlar okuyacak, güzel sesiyle cemaati vecd ve istiğrak hâline getirecektir.
Bir muarrif. Bu iyi konuşan, fasih, tatlı dilli, istiareleri, nükteleri bilecek, her namazdan evvel ve sonra dilin bütün fesahat ve belâgatiyle (tarif) okuyacaktır. Vakfeden Hafsa Hatun’a, bütün mü’minlere dualarının ve ibadetlerinin kabulü için hayır dualar edecektir. Dua yüksek sesle ve tam bir huzur ve huşû içinde yapılacaktır. Bunun gündeliği üç dirhemdir.
Otuz hafız. Her gün öğle namazından sonra camide birer cüz Kur’an okuyacaklar, yevmiyeleri ikişer dirhemdir. On tesbihçi (Allah’ı zikreden). Bunlar her gün öğle namazından sonra camide tespih çekecekler, ecrini ve sevabını vakfedenin ruhuna bağışlayacaklardır.
Bir müderris. Bu müderris tatil günlerinden başka her gün medrese dershanesinde ders verecektir. Bu nakil (Tefsir ve Hadis gibi) ve akıl ilimlerini, aslî ve fer‘î bilgileri çok iyi bilecek, her müşkülü çözmeye ve şüpheleri gidermeye kudretli olacaktır. Medresede istidatlı, iyi huylu çalışkan on talebe bulunacaktır. Bunlar her gün ikişer dirhem alacaklardır. Hangâh-i Sufıyye denilen zaviyede on müridli bir mürşid şeyh bulunacaktır. Dervişler hangâhın on odasında oturacaklar, bunlar ehl-i sünnet ve’l-cemaatten olacaklardır. Heva ve bidat ehlinden olmayacaklardır.
Şeyh her gün irşâd seccadesine oturacak, yanındakileri doğru yola yöneltecektir. Bunlar ibadetle, taatle meşgul olacaklar ve zikredeceklerdir. Şeyhe her gün on, müritlere ikişer dirhem verilecektir.
Mektepte fakir, yetim çocuklar okuyacaktır. Yetim çocuklar için vakıftan her gün ikişer dirhem ayrılacaktır. Her sene bu paralar toplanarak Ramazan bayramlarında kendilerine elbise alınarak dağıtılacaktır.
Günümüzde gerek belediyelerin, gerekse vakıflar genel müdürlüğünün gayretli çalışmaları ile tarihî eserlerimize gereken değerin gösterilmesi memnuniyet vericidir.
Bu arada Hafsa Hatun, döneminde ve günümüzde çok önemli bir şifa kaynağı ve Manisa için ticarî meta olan mesir macununun ortaya çıkmasına da vesile olacaktır.
Tasavvuf büyüklerinden Merkez Efendi, Hafsa Sultan’ın isteği ve hocası Sümbül Sinan Efendin’in tembihi üzerine Manisa’ya gitmişti. Burada Valide Sultan’ın Manisa’da yaptırdığı imaretin yanındaki dergâhta hocalık yaptı. Tıp bilgisi kuvvetli olan Merkez Efendi, Manisa’da bulunduğu sırada Hafsa Sultan rahatsızlanmış ve çare bulunamamıştı. Bunu haber alan Merkez Efendi kırk bir çeşit baharattan meydana gelen bir macun yaptı. Göndermiş olduğu bu macun Valide Sultan’ı iyileştirdi.
Eskisinden daha sağlıklı ve zinde olduğunu fark eden sultan Merkez Efendi’ye, “Bu macundan bol miktarda yapalım ve halka dağıtalım, böyle bir şifa deposundan herkes faydalansın.” diye buyurdu.
Bundan sonra darüşşifadaki hastalar için mesir macunu hazırlanması, mesir macunun “Nevruz-ı Sultanî’de yapılması, hekimbaşı nezaretinde pişirilmesi, artan macunun şehirdeki muhtaçlara dağıtılması şeklindeki şartlarla, tahminen 1540 yılından beri halka mesir macunu dağıtılmaya başlanmış ve daha sonra Mesir Macunu Şenlikleri ortaya çıkmıştır. 21-22 Mart Nevruz-ı Sultanî gününde saçılan mesir macunundan alabilmek için çevreden insanlar şehre akın etmişler ve Manisa’da âdeta bir panayır oluşmuştur.