Hafızaya, Arşive, Günlük Yazmaya Önem Vermek
Osmanlı Devleti’ni 624 yıl boyunca “devlet-i ebed müddet” olarak sağlam ve ayakta tutan unsurlardan biri de arşivlere verdiği üstün değerdi. Peki, sadece devletler mi arşiv tutar? Hayır, aslında her kurum gibi her insan da kendi arşivini tutabilir. Bunun temelinde not alma alışkanlığı olmalıdır.
Pekâlâ, günlük tutarak buna başlanabilir. Günlük yazıyor musunuz? Birçoğunuzun yüz ifadesinden pek olumlu cevap vermediğinizi düşünüyorum. Peki, iyi mi yapıyoruz? Bence hayır! Hâlbuki iyidir günlük yazmak. İnsanı derli toplu kılar, daha muntazam bir hayat yaşamasını sağlar.
Ben doğrusu yıllardan beri, hatta abarttığımı sanmazsanız söyleyeceğim, hayatım boyunca günlük tuttum, hâlâ yazmaya devam ediyorum. Günlüklerimden oluşan defterlerin, ajandaların sayısını ben bile unuttum. İyi ki yazmış, ömür kayıtlarımı tutmuşum. Bu arada dili aşırı yokuşlara zorlayanlar ‘günlük’ kelimesine bile tahammül edemeyerek ‘günce’ kelimesini kullandılar.
Ama ülkemizde ‘günlük’ kelimesi daha yaygındır ve esâsen daha doğrudur. Kulağa da daha hoş geliyor. Yalnız bir konuyu açıklamam gerekiyor. Bazıları ‘günlük’ kelimesinden biraz ürküyor. Sanki her gün mutlaka bir şeyler yazılması gerekiyormuş gibi bir düşünceye kapılıyor. Bu yüzden böyle bir ödevi üstlenmek istemiyorlar. Hâlbuki işin aslı öyle değil. Adı ‘günlük’ olsa da siz her gün, defterinize kalemle bir şeyler yazmak mecbûriyetinde değilsiniz.
Diğer edebî türler nasıl her gün yazılmıyorsa, hikâyeciler, şairler, deneme yazarları nasıl her gün bu türlerde yeni çalışmalar ortaya koymuyorsa günlük de aynen öyledir. Keyfiniz ne zaman isterse, ilham periniz ne zaman burnunun ucunu gösterirse, eskilerin “vakt-i merhûn” dedikleri ‘tayin edilmiş vakit’ ne zaman gelirse o zaman yazabilirsiniz günlüğünüzü.
Telâşa mahal yok! ‘Günlük’ Kelimesini İlk Ne Zaman Duydum? Günlük kelimesini ilk defa ne zaman duydum biliyor musunuz? Hafızamı önce yokluyor, sonra zihnimi zorluyorum ve bu sorunun cevabını buluyorum. Memlekette, Gazi İlkokulu’nda okurken işitmiştim ‘günlük’ kelimesini. Sefertası kitabımda anlattığım “Tevfik Öğretmen” bahsetmişti ilk olarak.
Şöyle demişti: “Çocuklar bence şimdiden günlük tutmaya başlayın. Hayatınızda önemli gördüğünüz konuları küçük bir deftere yazın. Bu defteri ileride çok sevecek, “İyi ki günlük tutmuşum.” diyeceksiniz. Bakınız ben bile bu yaşta günlük tutuyorum. (Tevfik Öğretmen o sıralarda tam emin olmamakla birlikte, sanırım 40 yaşlarındaydı.)
Davranışları, samîmîyeti, hâl ve hareketleriyle, bilhassa mükemmel ders anlatışıyla sınıftaki herkesin gönlünde taht kuran öğretmenimiz, bir çırpıda ceketinin iç cebinden küçük defterini çıkarmış ve onu bize göstermişti. Biz günlük tutulan bir defteri ilk defa görüyorduk.
“Bakınız çocuklar şimdi bu benim ‘günlük’
defterim.” diyerek sözlerine başlayan Tevfik
Hoca, konuşmasına şöyle devam etmişti:
“Ben her gün bu deftere bir şeyler yazıyorum. Bu satırlar, her gün yapacağım işleri bana hatırlatıyor.
Ayrıca ileride tatlı bir hatıra defteri olarak kalacak. Siz de tutun ama her gün yazmak zorunda değilsiniz. Dilediğiniz notları yazabilir, hayatınızda karşılaştığınız önemli olayları deftere kaydedebilirsiniz. Meselâ, okula başladığınız ilk günü, bayramları, mahalledeki ve sokağınızdaki arkadaşlarınızı, birlikte oynadığınız oyunları…”
Tevfik Öğretmen o gün, bu konuşmasından sonra defterin bir sayfasını açmış ve “Çocuklar bakın bugünkü notumda ne yazmışım, size onu okuyayım: ‘Buzdolabındaki elmaları ye!’ Ben de eve gidince elmaları yiyeceğim.” Öğretmenimizin bu sözlerine o gün gülmüştük ama doğrusu bu güzel düşünceyi benimsemiştik. Teklif kafama yatmıştı. O zaman karar verdim; “Ben de öğretmenim gibi kendime bir defter alacağım ve günlük tutmaya başlayacağım.”
Tam olarak günlük tutmaya ne zaman başladığımı şimdi hatırlamıyorum ama sanırım memleketim Siirt’ten Şanlıurfa’ya ortaokulu okumak için gittiğim yıl olmalı. Yani 1973. Henüz 13 yaşındaydım. İlk defa gurbete çıkmıştım ve bir sene boyunca aile hasreti çekmiştim. En çok da annemi ve babamı özlemiştim. Sonra kardeşimi ve ağabeylerimi…
Diğer akrabalarımı, arkadaşlarımı… İlk günlükleri o sıla özleyişi içinde kaleme almaya başlamıştım. Sadece günlük değil, şiir ve yazı da yazmaya başlamıştım. O zamandan bugüne kadar günlük yazmayı hiç bırakmadım desem yeridir. Yakın çevreme, çocuklarıma, öğrencilerime ve edebiyat meraklısı gençlere bu güzel alışkanlığı hep tavsiye ettim. Gerçekten de faydalı bir meşgaledir günlük tutmak.
Zaman geçtikçe değeri daha fazla anlaşılan edebî türdür günlükler. Günlük Esasen Nedir? Şimdi bu hatıradan sonra gelelim günlüğün mâhiyetine ve özüne. Hakîkaten üzerinde düşünmeye değer bir konu bence. ‘Günlük’ün diğer edebî türlerden farkı nedir? Meselâ ‘akraba olduğu’ ‘Hatıra’ türü ile yakınlığı ne ölçüdedir? Baştan söyleyeyim ki ‘günlük’ apayrı ve bağımsız bir türdür, diğer edebî türlerle yakınlığı olsa bile kendine göre orijinalliği olan bir yazı yazma biçimidir.
Dedik ya, ‘günlük’lerin her gün yazılması gerekmiyor. Fırsat buldukça ve o ihtiyacı hissettikçe yazarız, yazmalıyız. Kalem erbâbı olanlar da yazabilir günlükleri, başka mesleklere mensûp olanlar da. Yani edebiyatçıların tekelinde değildir bu tür. Bir mühendis de, bir muhâsebeci de, bir esnaf da, bir asker de, bir hukukçu da kendi bakış açısına göre günlük tutabilir ve bunları bir defterde toplayabilir.
Esâsen bu türün bizde köklü bir geleneği var. Hatırlayacaksınız eskiden ‘Hatıra Defteri’ dediğimiz defterler vardı kırtasiyecilerde. Rengârenk, alacalı bulacalı. Belki de hâlâ vardır. İnsanlar o defteri alıp hatıralarını yazar, anılarını kayda geçirirlerdi. Sadece tahsil çağındaki çocuklar değil, gurbete gidenler de bu defterden edinirdi.
Bir de askerler… Vatanî görevini yapanlar da yazmayı severler. Hasret çeken sözlü ve nişanlı kızlar… Zira duyguları yüksek, emelleri üstün, vakitleri boldur insanoğlunun. İçeri düşenler, hele edebiyata yatkın iseler yazarlar. Hapse girmiş şair ve yazarların umûmiyetle defterleri vardır ve o sayfalara yaşadıklarını yazarlar. Dolayısıyla hüküm giymiş edebiyatçıların çoğunun tuttukları günlükler, yazdıkları hatıralar ilgi görür, okunur. Kemal Tahir’in ‘Sarı Defterleri’ni unutabilir miyiz?
Günlükler Fideliktir
Aslında ‘günlük’lerin çok önemli bir rolü de şudur ki; daha sonra yazılacak olan romanların, hikâyelerin, denemelerin ve şiirlerin kökünü, temelini, altyapısını oluşturabilirler. Âdeta yeni yazma faaliyetlerinin fideliği, tohumluğu olabilirler. Günlüğe kaydedilen bazı fikirler zaman ilerledikçe olgunlaşabilir, ardından gerçekleşebilir.
Geçmişte tutulan birkaç sayfalık not, ülke çapında ses getirecek bir romanın müjdeleyicisi de sayılabilir. Belki de şifrelenmiş ve yazarın serbest hayatında, hapishâneden kurtulup dışarıya çıktığında yazacağı eserlerin öncü metinleri gözüyle de bakılabilir bu ‘günlük’lere… Zira içeride cezâ alıp yatan bir şair veya yazar, aklına gelen her şeyi yazamaz. Çünkü sürekli kontrol altındadır.
Yazdığı yazılar, doldurduğu defterler mutlaka gardiyanlar veya hapishâne müdürleri tarafından kontrol edilir, okunur. Mahzûrlu bulunursa el konulabilir, yok edilebilir, aleyhine delil olabilir. Mahkûm edebiyatçılar bunu iyi bildiği için her şeyi yazmazlar defterlerine. Biraz temkinli ve ihtiyatlı davranırlar haklı olarak. Ki cezaları artmasın, bir an önce mahkûmiyetleri sona ersin ve hürriyetlerine kavuşsunlar.
Meselâ, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı, Cemil Meriç’i ve Kemal Tahir’i düşünelim. Düşünce ve edebiyat dünyamızın bu seçkin üç ismi de günlük tutmuşlardır. Daha sonra o kayıtlardan nice seçme eserler doğmuştur. Bir Defter Alıp Yazmaya Başlamalı Günlük tutmak hem kolay, hem de zevklidir.
Yapılacak ilk iş bir kırtasiyeciye uğrayıp bir hatıra defteri, ajanda veya sade bir defter almaktır. Ardından o gün ilk sayfaya tarihini attıktan sonra “Bismillah” deyip yazıya başlanmalıdır. Tabiî laf olsun diye günlük yazılmaz. Mutlaka hayatımızda, duygu ve düşünce dünyamızda iz bırakan olaylar, konuşmalar kayda geçmelidir. O zaman bir anlam ve değer taşır günlükler. Aksi takdirde sıradan karalamalar olarak kalır, unutulur giderler.
Diyelim ki, güzel bir defter ve kalem aldık, masaya oturduk. Yazmaya başlayacağız. Ama aklımıza hiçbir şey gelmiyor. Olsun, kendimizi hiç zorlamayalım. Zaten gün içinde veya o hafta önemli bir hadiseyi yaşamışsak mutlaka hatırlar ve onu yazmaya koyuluruz. Dolayısıyla kendimizi mecbûr hissetmeye, özümüze baskı yapmaya hiç gerek yok. Çünkü ‘günlük’, ‘deneme’ gibidir. Nazlıdır, mahcûptur, alıngandır, hassastır, çok titizdir. Sahibinden özel bir ilgi ister. Vakti, saati gelmeden oturup yazmaya koyulmamak gerek.
Hemen yazamıyorsanız sakın bunu dert edinmeyin. Kendinize haksızlık ederek tembel olduğunuzu öne sürmeyin. Boşuna suçlamada bulunmayın. Çünkü bir insan nasıl acıktığı zaman yemek yemeye başlarsa, susadığı zaman bir bardak su alıp içerse yazı da öyledir. Yazılacak metin, önce sizde bir ihtiyaç olarak doğacak. “Evet, ben bunu yazmalıyım.” dediğiniz anda zaten kafanızda metni hazırlamış, bitirmişsiniz. Ondan sonrası çok kolay. Zihninizdeki o hazır duygu ve düşünceler, kendiliğinden beyaz kâğıda dökülüverecek. Ve siz mutlu bir şekilde, yazınızı bitirmiş olarak masanın başından kalkacaksınız.
Mehmet Nuri YARDIM
YazarBazı şahsiyetler vardır ki ebedî âleme göç etseler de yaptıkları hizmetlerle, yazdıkları eserlerle, yetiştirdikleri talebelerle her zaman gönül tahtına kurulur, aramızda yaşarlar. Şeyhülmuharrirîn Ahm...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Tam adı Abdullâh-ı Rûmî b. Eşref b. Muhammed el-Mısrî’dir. 779/1377 yılında doğduğu rivâyet edilmektedir.[1] Ataları Mısır’dan Anadolu’da İznik’e göç etmiş ve Eşref-zâde burada dünyaya gelmiştir. Eş...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Mazimizden kuvvet aldıkAl bayrağın gölgesinde.Yedi düvele nam saldıkAl bayrağın gölgesinde.Şerden emin duruyoruz,Şanlı düşler kuruyoruz,Çağa mühür vuruyoruzAl bayrağın gölgesinde.Malazgirt’ten Balkanl...
Şâir: Ahmet Sami BENLİ
Asıl adı Abdullah olan ve kaynaklarda tam adı Abdullah Rûmî b. Seyyid Ahmed Eşref b. Seyyid Muhammed Suyûfî (Mısrî) şeklinde geçen Eşrefoğlu Rûmî (k.s), Bursa’da Emîr Sultan’a (öl. 833/1429) (k.s) ola...
Yazar: Fatih ÇINAR