HACDA MANTI
"Cemil Baba'nın kızmasından korktukları için¸ fazla
üsteleyemediler. Herhalde ailece gelen Kayserili Hacıların
birinden istemiştir¸ diye düşündüler. Cemil Baba mantıyı
koyduktan sonra¸ geldiği yöne doğru yürümeye başladı.
Bir an gitmekten vazgeçmiş gibi durdu."
Bir kısım hacılar¸ Ravza-ı Mutahhara'da kıldıkları ikişer rek'at tahiyyet-ül mescit ve şükür namazlarının ardıdan¸ Peygamber Efendimizin kabrini ziyaret etmişlerdi. Gönülleri¸ kutsal bir görevi yerine getirmenin huzuru ile doluydu. Kalplerinin en derin¸ en ulaşılmaz¸ ücra köşelerine sanki ırmaklar akmış; yüreklerindeki en paslı kirleden dahi arınmış olmanın getirdiği rahatlıkla¸ Mescid-i Nebevi'den çıkmış¸ hemen yanındaki Ravza-i Mübareke denilen kısmın¸ gölgelik bir yerinde dinleniyorlardı. Gölgede olmalarına rağmen¸ kızgın güneşin etkisi¸ onları perişan ediyordu. Hacı Salih Efendi ¸ mendiliyle yüzünde biriken ter tomurcuklarını sildi. Yanındaki zemzem şişesini tepesine dikti. "Aç karnına da su içilmiyor ki!.." diye mırıldandı. Sağ yanında oturan Zavzacı Mehmet Ağa'ya dönerek:
- Allah tekrarını nasip etsin Hacı¸ dedi.
Zavzacı Mehmet Ağa başını salladı.
- Amin¸ cümleyle birlikte...
Sonra gülerek Kunduracı Hasan Efendi'ye takıldı.
- Ne düşünüp duruyorsun¸ Hasan Efendi. Yoksa¸ dükkâna mı takıldı kafan?
Kunduracı Hasan Efendi¸ gözlerini yolun karşısındaki Cennet-ül Baki'den ayırarak¸ yeni bıraktığı sakalını kaşıdı.
- Yoo hayır¸ dükkânı çocuklara bıraktım¸ onlar idare ederler de... Hayırdır inşallah¸ bugün rüyamda anamı gördüm. Gelirken hasta bırakmıştım zavallıyı. Ölüp ne yapmasın.
- Hayra yor¸ hayır olsun: Sağlığına işarettir inşallah!
- Amin¸ Hacı Efendi¸ amin!
Orada oturan Hacıların bakışları Salih Efendiye kaydı. Gözlerinden süzülen yaşları mendili ile kurulamaya çalışıyordu. Bir süre sessizce Salih Efendiyi seyrettiler. Gözlerindeki yaş¸ giderek sesli bir ağıta dönüşmüştü. Dayanamayıp sordular.
- Hayırdır Hacı Efendi.
Hacı Salih Efendi içini çekerek hafifçe gülümsedi.
- Yok bi şey. Yarın gideceğimiz aklıma düştü de¸ Resullah Efendimizden ayrılmanın acısı şimdiden içime oturdu. İnanın bana Hacı Efendiler¸ çocuklarımdan ayrılırken hiç üzülmedim¸ hiç de ağlamadım. Lakin buna dayanamıyorum. Ama gitmek zorundayız. Ne tuhaf değil mi? Hac farizasını yaparken¸ evimiz¸ memleketimiz hiç aklımıza bile gelmedi de¸ şimdi oraları düşünmeye başladık. Bu da Rabbimin bir hikmeti olsa gerek.
Hasan Efendi'nin yüzündeki üzüntü kaybolmuş¸ yerini hafif bir gülümsemeye bırakmıştı. Başını tasdik anlamında sallayarak;
- Doğrusun¸ Salih Efendi¸ dedi: Buranın çekiciliği bir başka oluyor. Mıknatıs gibi bir şey. Mesela bu kadar güç¸ bu kadar eziyetli bir yolculuk¸ gittiğin başka bir yerde olsun¸ bir daha gitmeye tevbe edersin. Ama burası öyle değil: Onca yorgunluğa ve sıkıntıya rağmen¸ seneye nasıl yapıp da tekrar gelebilirim diye düşünüyorum.
Hacı Salih Efendi¸ sağ eliyle midesini sıvazladı. Açlığa pek tahammül edemeyen bir bünyeye sahipti.
- Ben iyice acıktım. Siz acıkmadınız mı?
Salih Efendi'yi tasdik edercesine söylendiler.
- Ne yiyelim.
Salih Efendi¸ bu kez muzipçe gülümsedi.
- Şimdi şurada¸ yoğurtlu¸ sumaklı bir Kayseri mantısı olsa¸ yemez misiniz?
Hepsi birden gülüştüler.
- Şimdi mantıyı nereden bulalım? dedi Zavzacı Mehmet Ağa.
Kunduracı Hasan Efendi içini çekti.
- Nerden söyledin? Şimdi benim de canım istedi.
O ana kadar¸ bir kenarda sessizce onları dinleyen Cemil Baba¸ yerinden yavaşça kalktı. Onun kalktığını gören Zavzacı Mehmet Ağa seslendi.
- Nereye gidiyorsun Cemil Baba?
- Kayseri'ye mantı yemeye.
Sonra da hızlı adımlarla¸ telefon kulübelerinin o tarafa doğru yürüyüp¸ kalabalıkların içinde kayboldu.
Cemil Baba¸ bütün Kayserililer'in tanıdığı¸ sevdiği bir insandı. Bazen muzip¸ bazen da insanı düşündüren sözleriyle tüm Kayseri halkının gözünde ayrı bir yeri vardı. Elinden hiç düşürmediği boya sandığı ile¸ halkın arasında gezer¸ üzerindeki elbiseleri hiç çıkarmazdı. Kimsenin beklemediği bir anda¸ içinden geçirdiklerine cevap verir¸ bazen de konuşmam yasak' deyip başından savardı. Çoğu kez de şifreli cevaplarla¸ yolunu bekleyenlerin akıllarını karıştırırdı. Sandığında hiç eksik olmayan mavi boncuğu¸ isteyen ve yolda rastladığı herkese dağıtır¸ onlarla ilgili bir şeyler söylerdi. Bu yüzden adı¸ Mavi Bocuklu Cemil Baba'ya kadar çıkmıştı. Bazen da tanıdığı kişilere¸ zengin¸ fakir ayırmaksızın ekmek götürüp verirdi. Onun hakkında¸ kimi meczub¸ kimi velî¸ kimi de deli diye düşünürdü.
Kunduracı Hasan Efendi¸ Cemil Baba'nın arkasından uzun süre baktı. Kayseri'deki dükkanına sık sık uğrayarak¸ ekmek bırakır; "Bunu hastana götür yesin." derdi. Evine hiç girip çıkmadığı halde¸ anasının hasta olduğunu nasıl bildiğine bir türlü akıl erdiremez; Cemil Baba'nın ermişlerden olduğuna hükmederdi.
Hacı Salih Efendi¸ dizlerindeki varisi ovuşturarak.
- Cemil Baba'yı kızdırdık herhalde¸ dedi.
Zavzacı Mehmet Ağa¸ alnındaki ter tomurcuklarını mendiliyle silmeye çalışırken:
- İyi ama Hacı Efendi¸ dedi; sen de şu mübarek topraklarda mantı ziyafeti düşünüyorsun. Baksana¸ Hacı Cemil kızgınlığını belirtmek için "Kayser'ye mantı yemeye gidiyorum" dedi.
Hasan Efendi¸ hafifçe güldü.
- Onun işine akıl ermez¸ dedi. Bir keresinde hava günlük güneşlikken¸ Hunat Cami'si cemaatine¸ "Yağmur yağıyor¸ yağmur. Hepiniz ıslanıyorsunuz!" demişti de¸ çoğu gülmüştü. Halbuki ¸ yağmur rahmet değil mi¸ Hacı Efendiler?
Hacı Salih Efendi ¸Cemil Babayı kaçırdığına üzülerek;
- Bir mantı olsa kötü mü olurdu ? dedim. Bunda kızacak¸ ne var sanki?
Sözünü tam bitirmişti ki¸ karşıdan elinde bir tepsi mantı ile Cemil Baba'nın geldiğini gördü.
- Bak işte¸ Cemil Baba mantı getiriyor.
Hepsinin de yüzü renkten renge girmiş¸ şaşkınlıklarını gizliyememişlerdi.
- Mantıyı nereden buldun¸ ya Hacı Cemil?
Cemil Baba¸ bir tepsi mantıyı önlerine koyarken¸ net bir cevap vermekten kaçınır gibiydi.
- Hem mantı istersiniz¸ hem de nereden buldun¸ dersiniz.
Cemil Baba'nın kızmasından korktukları için¸ fazla üsteleyemediler. Herhalde ailece gelen Kayserili Hacıların birinden istemiştir¸ diye düşündüler. Cemil Baba mantıyı koyduktan sonra¸ geldiği yöne doğru yürümeye başladı. Bir an gitmekten vazgeçmiş gibi durdu. Geri dönerek¸
Hacı Salih Efendi'ye seslendi:
- Giderken tepsiyi evine götür¸ dedi. Sonra yeniden kalabalıkların içinde kaybolup gitti.
Mantı ziyafeti bittikten sonra¸ Zavzacı Mehmet Ağa¸ misvakla dişlerini temizlerken:
- İyi ama¸ bu tepsiyi ne yapacağız? dedi.
Kunduracı Hasan Efendi¸ Cemil Baba'nın kerametlerini duyduğu için¸ onun her hareketinde bir hikmet olduğuna inanan birisiydi. Kendinden emin bir vaziyette:
- Tepsiyi Salih Efendi evine götürecek¸ dedi. Cemil Baba böyle dediğine göre¸ bir sebebi vardır.
Hacı Salih Efendi¸ konunun üzerinde fazla durmadı. Tepsiyi eşyalarının arasına yerleştirdi. Ülkesine dönmeden önce¸ biraz hediyelik eşya ve hurma alması gerekiyordu. Yavaş yavaş toparlandı. Uçaklarının kalkmasına 24 saat kalmıştı.
- Ben biraz alış-veriş yapacağım; sonra da hurma pazarına gideceğim. Akşam otelde görüşürüz¸ dedi.
Kunduracı Hasan Efendi gülümsedi. Güldüğü zamanlar alnındaki kırışıklıklar iyice belirginleşiyordu.
- Ben de elektronik cihazlara bakacağım. Torunlarım atari midir¸ nedir; isteyip duruyorlardı.
Hep birlikte alış-veriş yapmak üzere kurban caddesine doğru yürüdüler.
* *
Hacı Salih Efendi'nin evi¸ gün boyu hayırlı olsuna gelen misafirlerle dolup taşmıştı. Akşam Hacı sofrası da bir hayli kalabalıktı. Yatsı namazının ardından¸ yavaş yavaş dağılan misafirleri gönderdikten sonra¸ koltuklardan birine oturdu. Sandalyelerden birini çekip¸ ayaklarını uzattı. Hâlâ üzerindeki yorgunluğu atamamıştı. Büyük kızına bir kahve yapmasını söyledi. Bir aydır Türk kahvesini özlemişti. Gözleri bir noktaya takılıp¸ düşünceleri yeniden Kâbe'ye doğru kaydı. Arafat'a çıkışını¸ Merve ile Sefa arasındaki dönüşünü ve Beytullah'ı tavaf ederken iri yarı zencilerin arasından cılız bedeniyle nasıl sıyrıldığını hatırladı. Orada bu kadar yorulduğunu hissetmemişti. Oysa buluttan nem kapan bir bünyesi¸ fazla yol yürüyemeyen varisli bacakları vardı. Hafifçe gülümsedi. "Hangi ev sahibi¸ misafirine eziyet eder ki..." diye mırıldandı belli belirsiz. Şimdiye kadar gidenlerin anlattıkları ne kadar doğruymuş meğer. Anlatılmakla anlaşılmıyor¸ mutlaka o havayı teneffüs etmek¸ o duyguları yaşamak gerekmiş. Seneye bir kez daha gidebilmenin imkanlarını şimdiden araştırmalıydı. Hem bu kez hanımını da birlikte götürmeliydi.
- Baba kahven!
Kızının sesiyle düşüncelerinden ayrıldı. Ayaklarını sandalyeden çekip kahvesini aldı. "Höpürdeterek" iri bir yudum çektikten sonra:
- Sağ olasın kızım¸ dedi. Çoktandır özlemişim mübareği. Annen ne yapıyor¸ içerde?
Seneye birlikte gideceklerinin müjdesini şimdiden vermek istiyordu.
- Hele bir yanıma gelsin.
- Getirdiğin eşyaları yerleştiriyor baba.
O sırada hanımı¸ elinde Hacı Salih Efendi'nin getirdiği mantı tepsisi ile söylenerek içeri girdi.
- İlahi Hacı efendi¸ bu tepsi sende ne geziyor? Dün komşular bizdelerdi. Hep birlikte mantı yapmış yiyorduk. Cemil Baba geldi¸ mantı istedi. "Herhalde fakir birine götürecektir¸" diye bu tepsiyle mantı vermiştim. Şimdi senin eşyalarının içinden çıkıyor.
Hacı Salih Efendi'nin içtiği kahve¸ anlık bir hayretin getirdiği şaşkınlıkla elinden döküldü. Yudumu boğazına takılıp kaldı. Güç işitilir bir sesle; "Allahuekber" diyebildi. Hac'da olanları hanımına tek tek anlattı. Bu sefer şaşırma sırası hanımındaydı.
- Cemil Baba'ya ermişlerden derlerdi de pek aldırış etmezdim. Allah'ım¸ sen beni affet¸ diye pişmanlıkla söylendi.
Ümit Fehmi SORGUNLU
YazarKayseri'de ramazan hazırlığı aylar öncesinden başlardı eskiden. Üç ayların başlaması ramazanın en büyük ve en güzel habercisiydi. Üç ayların girmesiyle birlikte Recep ve Şaban ayına mücevher gibi ...
Yazar: Ümit Fehmi SORGUNLU
“Sâde” yazmak, “basit” yazmak değildir. Çoğu kimse sâde kelimesini basit kelimesiyle aynı anlamda kullanır. Oysa sâde, içinde derinlik barındıran bir kavram… Fakat basit, sathîdir; yüzeysel, üstünkörü...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Sözlükte “arınmak, saflaşmak, kurtulmak” manasındaki ihlâs kelimesi, terim olarak “ibadet ve iyilikleri riyadan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak” demektir. İslâmî literatürde ...
Yazar: Mustafa KARABACAK
Millî şairlerimizden Orhan Şaik Gökyay’ın “Bu Vatan Kimin” adlı şiirinden iki dörtlükle yazımıza başlayalım. Bu vatan toprağın kara bağrında Sıradağlar gibi duranlarındır, Bir tarih boyunca onun ...
Yazar: Sırrı ER