GÜNEŞİ ÇALDILAR
Eskimeye yüz tutmuş¸ gıcırdayan kapılardan içeri giriyoruz. Pis bir rutubet kokusu genzimize doluyor. Yarı karanlık odada onu arıyorum. Köşede beton zeminin üzerinde tahta bir sedir var. Boylu boyunca uzanmış¸ gözleri tavanda bir şeyler arar gibi bomboş bakıyor. Üzerindeki açık yeşil renkli gömlek terden yer yer ıslanmış.
Eskimeye yüz tutmuş¸ gıcırdayan kapılardan içeri giriyoruz. Pis bir rutubet kokusu genzimize doluyor. Yarı karanlık odada onu arıyorum. Köşede beton zeminin üzerinde tahta bir sedir var. Boylu boyunca uzanmış¸ gözleri tavanda bir şeyler arar gibi bomboş bakıyor. Üzerindeki açık yeşil renkli gömlek terden yer yer ıslanmış. Ne de çok sever olmuş açık yeşili. İçeri girdiğimizi duyunca doğrulup kalktı. Karmakarışık saçlarına¸ uzamış sakalına¸ çatılmış kaşlarına ve insanın yüreğine işleyen gözlerine baktım uzun uzun. Belleğimi yoklayarak¸ “O mu¸ değil mi?” diye sordum kendi kendime. İnsan bu kadar değişebilir mi? Gözlerimi gözlerinden kaçırıp¸ dar odanın içinde gezdirdim amaçsız. Yağmur mu yağdı¸ diye düşünüyorum birden. Yoksa duvarlar mı ağlıyor¸ karar veremiyorum. Sıcaktan gömleğimin üst düğmesini çözerek¸ serinlemeye çalışıyorum.
“Çok değişmişsin” diyecekken¸ “hep aynısın değişmemişsin” diyorum. Gülüyor bu sözlerime. Katıla katıla¸ kahkaha ile gülüyor. Utanıyor¸ sıkılıyorum bu pervasız gülüşünden. Yüzümü eğip¸ gözlerimi yere indiriyorum. Ona verecek bir şeyler aranıyorum cebimden¸ Buruşuk bir sigara paketi çıkarıyor¸ titreyen ellerle ona uzatıyorum.
— Yakar mısın?
Gülmesi birden durdu. İnsanın yüreğini delen gözlerle baktı yeniden. Kısaca ‘Hayır” dedi.
— Öyle bakma bana¸ dedim. Keşke demeseydim. Tekrar gülmeye başladı. Anlamsız tuhaf bir gülüştü bu. Bilmeyen biri olsa deli olduğuna hükmederdi. Yoksa söylenilenler gibi gerçekten delirmiş miydi? Zaten onu buraya deli raporu vererek tıkmışlardı. 12 Eylül’ün hemen akabinde tutuklandıktan sonra gördüğü işkencelere dayanamayıp kafayı bozdu diyorlardı onun için. Anadolu’dan kalkıp onu görmek için akraba olduğumuzu ispatlayan belgelerle Bakırköy Ruh ve Sinir hastanesine gelmiştik. Ama benim bildiğim Kenan eskiden de tuhaftı¸ melankoli hareketleri vardı. Ne yaptığı¸ ne söylediği pek belli olmazdı.
Yeniden gülmeye başladı.
— Gülme öyle¸ dedim. Yoksa beni kahretmek mi istiyorsun?
Gülmesi birden durdu. Yüzü bulutlandı¸ kaşları çatıldı.
— Kahrolan kim? diye sordu.
Amcaoğlu Tahir’le göz göze geldik. O huzursuz¸ tedirgin ve kuşkuluydu.
— Niye geldik sanki diye sordu yavaşça Kenan’a duyurmadan.
Dudaklarımla sus işareti yaptım. Sinirden uzun parmaklarını çekiştirip duruyordu. Sanki aramızda konuştuğumuzu duymuş gibi sinirle bağırdı.
— Hadi gidin ve uyumaya devam edin¸ dedi. Herkes uyuyor¸ bir onlar uyanık. Biliyor musun onlar hiç uyumuyorlar¸ ama bütün Türkiye’yi uyutuyorlar.
Sustum¸ cevap vermekten korktum. O¸ etkileyici tok sesiyle devam etti.
— Demek değişmemişim. Hâlbuki değiştirmek istediğim için buradayım.
Ne söyleyeceğimi şaşırdım¸ en iyisi hiç cevap vermemek¸ diye düşündüm. Tahir sabredemeyip söze girdi:
— Bu değişmez¸ dedi. Düzelmez artık hep aynı kalır.
— Neden? diye sordum Tahir’e
— Sen¸ ben. Biz¸ istemedik burada olmasını¸ dedi. Sonra yansız bir öfke ile küfretti.
— Evet diye bağırdı Kenan¸ delici bakışlarını gözlerimizde gezdirerek.
— Doğru siz istemediniz¸ ama onlar istedi. Onlar bizi uydudan izliyorlar. Onlar kokuşmuş balçıklar¸ onlar güneşe çamur attılar¸ onlar güneşi ve hilâli çaldılar. Oysa karanlıkların bitmesi¸ güneşin doğması yakındı.
Yeniden her şeye meydan okur gibi bir kahkaha savurdu. Gözlerimle nereye bakacağımı şaşırmış¸ paslı duvarlardan sıcağın etkisiyle boncuk boncuk inen su damlacıklarını inceliyorum. Birden bulunduğumuz odayı Kenan’ın gömleğinin rengine boyamak geliyor içimden. Sonra pırıl pırıl uçsuz bucaksız bir gök mavisine boyamalı. Sonra kocaman bir pencere açmalı diyorum tavandan. Kenan’ın hilali¸ yıldızları ve güneşi seyretmesi için.
Aklımdan geçenleri mi okudu ne?
— Nerede benim yıldızlarım? diye bağırdı. Gözleri kısılmış¸ bir noktaya bakıyordu. Birden öfke doldu bakışları¸ sonra tek tek gözlerimizde dolaştı.
— Kim çaldı güneşi? Karanlık gecelerin hışmından bizi kim koruyacak?
Bir süre sustu. Sonra küçük odasını yırtarcasına kahkaha ile güldü Tahir’le tekrar göz göze bakıştık.
— Çıldırmış bu¸ dedi. Boşuna kapatmamışlar buraya. Şahadet parmağımı kaldırıp dudaklarıma götürerek susmasını işaret ettim¸ aldırmadı.
— Hiç bir şeyi değiştiremeyiz¸ gidelim¸ dedi.
Gülmesi birden durdu Kenan’ın
— Gidin¸ hadi gidin! Hiç bir şeyi değiştiremezsiniz artık. Sakın değiştirmeye de kalkmayın yoksa ebediyen benim yanımda olursunuz.
Delici bakışlarıyla gözlerimize baktı.
— Hilâli sevmek suç mu? diye sordu.
— Hayır dedim. Neden suç olsun?
— Öyleyse ben neden buradayım. Hilali sevdim diye mi¸ güneşi sevdim diye mi?
Bir şey söyleyemedim yutkundum. Başımı yere eğdim. O devam etti konuşmaya.
— Haa sahi Hilâl hâlâ aynı yerinde duruyor mu? Yoksa taşındılar mı? Bana adresini verir misin? Yine gözleri mavi mi? Görürsen ne olur onu çok sevdiğimi söyle. Onun uğrunda ölmek şereftir de. Ama siz Hilâl’i sevdiğinizi bile söyleyemezsiniz¸ yapamazsınız¸ değiştiremezsiniz¸ değiştittirmezler… Onlar için Hilâl’i sevmek suçtur. Hilâl’i bana yar etmediler¸ etmediler…
Delici gözlerle tekrar bize baktı ve yansız bir kahkaha savurdu.
Evet¸ hiç bir şeyi değiştiremezsek¸ şu paslı duvarları da mı Hilal’in göz rengine boyayamazdık. Bir pencere de mi açamazdık tavandan? Hiç bir şey yapamazsak¸ onun anısına evimin tüm duvarlarını ve bütün elbiselerimi de mi gök mavisi ve açık yeşille değiştiremezdim? Onu da yapamazsam gönlümce uçsuz bucaksız bir gök mavisini sevemez¸ Hilâl’e âşık olamaz mıydım?
Sustu¸ odanın içine bir ölüm sessizliği doldu. Yumruklarını sıkıp kaldırdı. Bilinmeyen bir öfke doluydu yumrukları. Olanca hızıyla haykırdı:
— Acılar ne zaman dinecek? Hilâl ne zaman bana yâr olacak?
Tahir yalvarırcasına koluma girdi.
— Gidelim artık ne olur¸ gidelim¸ dayanamayacağım.
— Ama o buradayken...
Tahir diretiyordu. Anlaşılan sinirleri çok bozulmuştu.
— Ama hiç bir şeyi değiştiremeyiz ki... diye ısrar etti.
Çaresiz onun dediklerine uyarak Kenan’ı hayalindeki Hilal’le baş başa bırakıp dışarı çıktık. Akşam balkondan yeni doğmuş Hilâl’i seyrettim doya doya.
Ümit Fehmi SORGUNLU
Yazar“Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek” mefhumu, insanlara genel manada güzellikleri telkin eder. Yaratılmışların en şereflisi olan insan elbette ki, “ahsen-i takvim” olduğu için fıtrî olarak da, cismî o...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Hiç şüphesiz ki¸ Necip Fazıl’ı ölümünün 24 üncü yılında dahi unutturmayan ve her yıl kapsamlı olarak anılmasına vesile olan tek unsur yürekten inandığı İslâm davasıdır.Hiç şüphesiz ki¸ Necip Faz...
Yazar: Ümit Fehmi SORGUNLU
Kayseri'de ramazan hazırlığı aylar öncesinden başlardı eskiden. Üç ayların başlaması ramazanın en büyük ve en güzel habercisiydi. Üç ayların girmesiyle birlikte Recep ve Şaban ayına mücevher gibi ...
Yazar: Ümit Fehmi SORGUNLU
1. DİLEDİĞİNE MADDÎ VE MÂNEVÎ NİMETLERİNİ BOL BOL VEREN, RUHLARI BEDENLERE YAYAN El-Bâsıt da bir şeyi yayan ve genişleten demektir. Yüce Allah'ın en güzel isimleri arasında yer alan ‘el-...
Yazar: somuncueditor