GÖNÜLE İLÂHİ TECELLİ
Redif¸ Divan şiirinin önemli bir tarafını oluşturarak¸ gazelin bütününde ses ve âhenk bakımından birlik oluşturduğu gibi¸ şiirin anlamına da önemli oranda katkı sağlamaktadır. Redifin mısra sonlarında simetrik olarak tekrar edilmesi içeriğin belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Şiiri¸ belirli bir kavram veya konu etrafında toplar. Böylece redif¸ şiirin cazibe merkezi olur. Konuyu¸ etrafında toplayan bir çağrışım merkezi görevini üstlenir.
Redif¸ Divan şiirinin önemli bir tarafını oluşturarak¸ gazelin bütününde ses ve âhenk bakımından birlik oluşturduğu gibi¸ şiirin anlamına da önemli oranda katkı sağlamaktadır. Redifin mısra sonlarında simetrik olarak tekrar edilmesi içeriğin belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Şiiri¸ belirli bir kavram veya konu etrafında toplar. Böylece redif¸ şiirin cazibe merkezi olur. Konuyu¸ etrafında toplayan bir çağrışım merkezi görevini üstlenir.
Redif olarak seçilen kelime beyitin anlamını¸ bir mıknatısın demir parçalarını kendisine çektiği gibi¸ kendisine yöneltir. Böylece yek âhenk gazel adını verdiğimiz bu tür gazellerde asıl tema¸ kafiye ve redif olarak ortaya çıkar. Şairin ilhamını bunlar idare eder. Düşünce ve hayal¸ kafiye ve redifin mihveri etrafında kurulur. Duygu ve düşünceler¸ redif sayesinde bütünlük kazanır; şiirler¸ bu sayede daha etkili ve çekici hale gelir. Redif kelimesinin değişik anlamlarına yer verilmesiyle şiir¸ anlam zenginliğine kavuşur. Şair¸ duygu veya duyularının dünyasına bu iki unsurun imkânlarıyla girer. Şairin muhayyilesi¸ en geniş manasıyla yek āhenk veya redifli şiirlerde akseder.
Gönül¸ Allah’ın Evi
Bu ayki yazımızda inceleyeceğimiz gazel de¸ Hulûsi Efendi (k.s.)’ye ait yek âhenk bir gazeldir. Hulûsi Efendi’nin gazeline redif olarak seçtiği tema ‘gönül’dür. Böylece tasavvufta önemli bir yere sahip olan gönül hakkında ki düşüncelerini ve hayallerini dile getirmiştir. Tasavvufda gönül¸ insanı vahdete eriştirecek olan manevî idrak merkezidir; insanın manevî varlığıdır. Gönül¸ Allah’ın evi ve manevî bir Ka’be olarak telakki edilir. Ka’be¸ Hz. İbrahim (a.s.) tarafından yapılan bir binadır; onun adıyla ve onun makâmı olarak anılır. Fakat gönül¸ Allah’ın nazar ettiği bir yerdir. Yere göğe sığmayan Allah¸ kulunun gönlüne sığmıştır. Bundan dolayı¸ mutasavvıflara göre gönlün kıymeti çok büyüktür.
Yârin kitâb-ı hüsnünün hayrânı olmuşdur gönül
Bülbül gibi gül yüzünün nâlânı olmuşdur gönül
(Gönül yârin güzellik kitabının hayrânı olmuştur. Gönül bülbül gibi yârin gül yüzünün nâlânı olmuştur.)
Divan şiirinin genel karakteristik yapısı içinde bülbül âşığın¸ gül ise sevgilinin simgesidir. Tasavvufî sembolizmde bülbül¸ kesret olan güle âşık olduğu için¸ mecazi âşığı temsil eder Bundan dolayı¸ gülün aşkından her sabah feryad edip gülü uyandırmasına¸ taşları bile inletmesine karşılık¸ kesreti simgeleyen güle âşık olduğundan¸ bülbülün aşkı bir hiç olarak tasavvur edilir.
İlâhî Güzelliği Simgeleyen Gül
Gül¸ Divan şiirinde en çok sözü edilen çiçektir. Sevgilinin yüzü ve yanağı ile ilişkili olarak düşünülür. Bazen gül sevgilinin yanağı ve yüzüne; bazen da bunlar güle benzerler. Bütün bunların yanında gül ile bülbülün aşkları dillere destandır. Gül¸ bülbülün sevgilisidir. Âşık da sevgili denen gül karşısında şakıyıp duran bir bülbüldür.
Ancak gül¸ tasavvufî sembolizmde gönülde meydana gelen bilginin neticesi ve meyvesi; kesret; İlâhî güzellik; Hz. Muhammed (s.a.v.) ve keşf gibi anlamlarda kullanılır. İlâhî güzelliği simgeleyen gülün¸ müşahede edildiğinde bu cemâlin görülebileceği belirtilir. Fakat bu güzelliği görebilmek için¸ irfan sahibi ârif olmak lazımdır.
Beyitde Hulûsi Efendi¸ yârin güzellik kitabına âşık olmuş bir gönülden bahsetmektedir. Ve bu gönül bu aşk karşısında tıpkı bülbül gibi inlemekte ve feryât etmektedir. Güzelliğin kitaba benzetilmiş olması beyitde ki dikkat çeken diğer unsurlardan biridir. Çünkü mutasavvıf Hakk’ın tecellisini kâinat kitabında seyrederek bu tefekkür yoluyla¸ Cemâlullâh’ı müşâhede etmektedir. Ve mürşidin Allah’a olan aşkı bu tefekkür yoluyla sağlamlaşmaktadır.
Gül âşinâlık arz eder vechine karşı açılıp
Gül gibi dostun yüzünün handânı olmuşdur gönül
(Gül dostun yüzüne doğru açılarak tebessüm eder¸ gönülde tıpkı gül gibi dostun yüzüne tebessüm eder.)
Gülün açılması apayrı bir olaydır. O¸ seher vaktinde sabâ yelinin esintisiyle açılır. Onun açılması bir neşe ve sevinç belirtisidir. Çünkü gül açılınca bahar gelir¸ eğlence başlar. Gülün handân oluşu da yine onun açılması¸ çâk-ı girîban eylemesidir.
Hakiki Sevgili Olan Allah
Beytin gerçek anlamını bir dostu görünce gönlün ferahlaması ve gönlün dosta açık olması şeklinde düşünebiliriz. Ancak dostun sözlük anlamı her ne kadar sevgili¸ sevilen¸ arkadaş demek olsa da¸ tasavvufî anlamda hakiki sevgili olan Allah’ı sembolize eder. Ayrıca dostu müridin yegâne dostu olan mürşit olarak da düşünmek mümkündür. Hulûsi Efendi gülün bu açılışını tebessüme benzetmiştir. Ve dostunu gören kişinin gönlünü açmasını¸ dostlarla birlikte olunduğunda gönlün ferahlamasını bu tebessümle özdeşleştirmiştir. Ayrıca beytin anlamında kişinin dostuna gönlünü açması vardır. Sâlik de gönlünü Allah’a açmıştır. Çünkü Allah mü’min kulun gönlünde tecelli etmektedir.
Mest gözleriyle baksa yâr kaplar her yanı âh u zâr
Kâbil değil ola tîmâr hayrânı olmuşdur gönül
(Yâr sarhoş gözleriyle baksa her yanı ah u zâr kaplar. Gönül yârin hayranı olmuştur¸ kendine gelmesi mümkün değil.)
Beyitde ki anlamın zihinlerde tam olarak kavranabilmesi için beyitin anlamını oluşturan simge ve mazmunların iyi anlaşılması gereklidir. Hulûsi Efendi’nin bu beyiti de içinde birçok imge ve anlam katmanı barındırmaktadır.
Beyitin iki yönü vardır. Öncelikle gözleri mest bakışlı¸ yani yan bakışıyla kime nazar kıldığı belli olmayan bir sevgili vardır. Sevgilinin gözü Divan edebiyatında çok önemli bir unsurdur. Sevgili bütün cevrini ve cefasını gözleriyle yapmaktadır. İşte bu yan bakış aşığın âh u zâr etmesi için yeterli bir sebeptir. Çünkü mest bakışta çok sırlar gizlidir. Ancak tasavvufi manada çeşm-i mest; Hakk'ın sâlikin kusurlarını¸ sâlikten de halkdan da gizlemesi¸ af ve mağfirete mazhar olması anlamında kullanılır.
Bu lütufdan ötürü sâlik artık hayran olmuş¸ yâni hayret makamına ermiştir. Hayrtet makamı¸ Allah hakkında hırslı olmakla¸ ümitsiz olmak arasında bir duraktır. Aynı şekilde¸ korku ve rıza¸ tevekkül ve recâ arasında bir duraktır. Hayret¸ derin düşünce ve Allah huzurunda¸ hakikat ehlinin ve ariflerin kalplerine gelen bir hâldir. Sâlik artık bu hâle erişince onun bu yoldan ayrılması ve normal bir düzene girmesi söz konusu değildir.
Sunsa lebinden katre âb hâli olur her dem harâb
Başdan ayağa pür-kebâb biryânı olmuşdur gönül
(Gönül baştan ayağı yanmış kebap olmuştur¸ dudağından bir damla su sunsa da hâli her zaman haraptır.)
Âşığın gönlü sevgilinin aşkından yanmış yakılmış büryan kebabına dönmüştür. Bu deyim¸ edebiyatta sînenin yanık olması anlamında sıklıkla kullanılır. Ancak kebap¸ tasavvufta mecazen çeşitli tecellîler ile âşığın gönlünün beslenmesi¸ terbiye edilmesi anlamında kullanılır. İmanın nüfûz ettiği gönül; sever¸ sezer¸ hisseder¸ için için yanar¸ cevrin ve ayrılığın acısını çeker.
Ancak elest meclisinden ayrılmış ayrılık ateşi ile yanıp tutuşan¸ Hakk’a âşık olan ve Allah’tan başka hiçbir şeyde karar kılamayan gönüllerin alevli yanışına su bile fayda veremez. Fuzûlî’nin Su Kasidesi’ndeki ilk beyit işte böylesi bir harareti ifade etmektedir.
Saçma ey göz eşkten gönlümdeki odlara su
Kim bu denlu tutuşan odlara çâre su.
Cân kanda ansız şâd ola yârsız işi feryâd ola
Bir gün gönle âbâd ola vîrânı olmuşdur gönül
(Can nerede sevgilisiz mutlu olsun¸ olamaz ki¸ yârdan ayrı onun işi devamlı feryat etmektir¸ Sevgili vîran olan gönle tecelli ederek bir gün onu mamur etsin.)
Allah Mü’min Kulun Gönlüne Sığmıştır
Kâinata sığmayan Allah mü’min kulun gönlüne sığmıştır¸ oraya nazar etmiştir. Bundan dolayı gönül¸ onun mülküdür. Gönlün mâliki olan Allah¸ aynı zamanda Gönlün Sultanıdır. Sultan olan elbette mülkünün virân olmasını istemez. Virân olarak nitelenen gönülü¸ Hakk’ı simgeleyen sultanın nazar ederek mamur hale getirmesi istenir. Çünkü cân nerede olursa olsun onsuz işi ancak feyât figân etmektir. Çünkü elest meclisinde bağlılığını ifade eden cân için Hakk’a vâsıl olmak birinci vazifedir.
Bu beyit aslında bir dua niteliği taşımaktadır. Aksi takdirde ‘ola’ kipi emri ifade eder ki Hulûsi Efendi gibi bir kalp ehlinin Allah’a emir kipiyle hitap etmesi gibi bir edepsizlik göstermesi söz konusu olamaz. Bu ifade ancak¸ dostun nâz makamında nazlanması olarak düşünülebilir. Seyyid Nesîmi’nin şu beyiti de bu hâlin ifadesidir.
Nazar kılgıl bu vîrân gönlüme şâh
Kılur sultân olan vîrânı âbâd
Dâim Hulûsî’ye meded etse o yâr-ı müstemend
Derdi olunca bî-aded dermânı olmuşdur gönül
(Kederli sevgili Hulûsi’ye dâima medet etsin. Gönlün derdi sayısız olunca bu dertler gönlün dermânı olurmuş.)
Rahman İsminin Tecellî Ettiği Yer
Gönül¸ Rahman isminin tecellî ettiği yer ve onun arşıdır. Allah‘ın “kalp yufkalığı” mânâsındaki Rahman ismiyle gönül arasında bir münasebet vardır. Gönül yaygın olarak “rahmet ve yumuşaklık” anlamlarında kullanılır. Allah’ın zatına kederli demek belki ilk bakışta kusurlu bir ifade gibi görünmekte. Ancak burada merhamet edecek konumda Rahman ismiyle birlikte düşünüldüğünde¸ Zât-ı Akdes için ızdırap çeken bir âşık karşısında arşın merhametle kederi ifade edilmek istenmiştir. Yani bu keder bizim insanlarda gördüğümüz keder değildir.
Âşıkların işi daima acı¸ elem¸ dert¸ belâ ve ıstırap çekmektir. Bunlar bir an olsun âşıktan ayrılmazlar. Zaten âşıklıktan söz edenin¸ gönlünde aşk derdini hissetmesi lazımdır. Sevgili uğruna çekilen aşk derdinden¸ âşık büyük bir zevk duyar. Tasavvufun bu anlayışı¸ Kur’an ve hadislerde¸ en şiddetli belalara peygamberler ve velîlerin düçar olduğunun anlatılmasından kaynaklanır. Bundan dolayı mutasavvıflar¸ sevgilinin tokadına sabredemeyen¸ hatta tat almayanın aşkında samimi olamayacağını söylemişlerdir.
Bu nedenle¸ herhangi bir can¸ bilhassa tarikata yeni intisab eden bir kişi bazı hallere maruz kalır¸ cezbelere uğrar¸ yanar¸ yıkılırsa başındaki mürşidi veya duası makbul büyüklerden birisi ona "Allah derdini artırsın" diye dua eder. Kısaca bu söz¸ dıştan bakıldığında beddua gibi görünüyorsa da¸ hakikatte hayır duadır. İsterseniz sözü Hulûsi Efendi gibi hak yolunda derdi kendine derman bilmiş Niyâzi-i Mısrî’nin sözleriyle bitirelim:
Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş
Bürhân sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş
Sağ u solum gözler idim dost yüzünü görsem deyü
Ben taşrada arar idim ol cân içinde cân imiş
Hüseyin ALPSOY
YazarSultan I. Ahmed, 18 Nisan 1590 günü Manisa’da doğdu. Babası Sultan III. Mehmed, annesi Handan Sultan’dır. Çok mükemmel bir tahsil gördü. Arapça ve Farsçayı mükemmel derecede konuşurdu. Ok atmak, kılıç...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Aşığın gönlü hep yaralıdır. Bu kıyafetinden yaralı sinesi de zaten rahatlıkla görülebilmektedir. Âşığın gönlündeki yaralar iki şekildedir¸ şerha şeklinde elif' ve göz göz olmuş he'....
Yazar: Hüseyin ALPSOY
Yavaşça gözlerini açtı. Nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Son hatırladığı şey zıplarken bir tele takıldığı ve karnının çok acıdığı idi. Ne kadar çabalasa da o telden kurtulamamış bitap düşmüştü. ...
Yazar: Emine Yılmaz DERECİ
Her ilim dalı ‘hoca-talebe’ münasebetinin zorunlu olduğu süreçlere şahitlik eder. Örneğin bir ustanın dizinin dibine oturmadan usta bir marangoz olunmayacağı gibi bir kimsenin alanında uzman bir hocan...
Yazar: Fatih ÇINAR