GÖNÜLDEN ÇIKTI ÂLEM
"Dünya nimetlerinden yüz çevirme ve Allah'dan gayrı hiçbir şeye nazar
etmeme meselesi anlatılmaktadır. Hulûsi Efendi göz¸ âlem ve gayr ilişkisini
Kur'an-ı Kerim'de kıssaların en güzeli olarak adlandırılan Hz. Yûsuf (a.s.)'un
kıssasıyla ilişkilendirerek anlatmaktadır."
Tasavvuf şiiri geleneğini başarı ile sürdüren yüzyılımız mutasavvıflarından Hulûsî Efendi'nin "gelmez" redifli şiirini paylaşmak istedik. Tasavvufî şiirler¸ şairlerinin ferdî¸ mânevÎ tecrübelerinin mahsûlüdür. Mânâ âleminde yaşadıklarını yol arkadaşlarına¸ sâliklere ders vermek için şiir diliyle kaleme alırlar. Bu sebeple bu şiirlere tam mânâsıyla nüfuz zordur. "Tatmayan bilmez" kâidesi burada önemlidir. Zaten tasavvuf bir hâl'dir¸ kâl değildir. Halden kâle intikâl edince mecazlara baş vurulur. Bu da şiirleri anlamayı¸ zorlaştırır. Biz bu yazımızda elden geldiğince Hulûsî Efendi'nin sesine¸ çağrısına kulak vermeye çalıştık.
1. Beyit:
Gönülden çıkdı âlem dîdeden gayra nazar gelmez
Perîşân oldu Ya'kûb Yûsuf'undan bir haber gelmez
"Âlem gönülden çıktı¸ (bundan böyle) göz (Allah'tan) gayrı bir şeye bakmaz. Ya'kûb Yûsuf'un (ayrılığından) perişan oldu¸ (ama) Yûsuf'undan bir haber gelmez."
Beyitte ana hatlarıyla¸ dünya nimetlerinden yüz çevirme ve Allah'dan gayrı hiçbir şeye nazar etmeme meselesi anlatılmaktadır. Hulûsi Efendi göz¸ âlem ve gayr ilişkisini Kur'an-ı Kerim'de kıssaların en güzeli olarak adlandırılan Hz. Yûsuf (a.s.)'ın kıssasıyla ilişkilendirerek anlatmaktadır.
Kıssa¸ Hz. Yûsuf'un¸ kardeşleri tarafından tuzağa düşürülmesiyle başlayıp Mısır'ın sultanlığına kadar uzanan hikayesini anlatmaktadır. Aynı zamanda bir peygamber olan Hz. Yûsuf'un babası yaşadığı bu derin üzüntü neticesinde ağlamaktan gözlerini kaybetmiştir ve "Kulbe-i Ahzân" olarak adlandırılan evinde bütün dünya nimetlerinden elini eteğini çekerek Hz. Yûsuf'un geleceği günü hicranla beklemiştir. Hulûsi Efendi birinci mısrada âlemin gönlünden çıkmasını ve gözlerinde artık gayra karşı nazar olmamasının ikinci mısradaki Hz. Ya'kûb'un durumuyla izah etmektedir.
Hulûsi Efendi aradığı Sevgili'ye ulaşmak için tıpkı Hz. Ya'kûb gibi dünyevî her şeyi terkedip inzivâya çekilmiş¸ hicranla gözyaşı dökmektedir. Gözleri artık O'ndan başkasını görmemktedir. Beyit de seyr-i sülûk'da bir makama da işaret olunduğunu söylemek mümkündür. Artık Allah aşkından gayrı bir şey düşünmeyen sâlikin gözü O'ndan başka hiçbir şeyi görmemektedir. Bu durum da tıpkı Hz. Ya'kûb'un durumu gibidir.
2. Beyit
Tarîk-i intizârın üzre hâk olsam mürüvvetle
Ayak bas üstüme ey sevdiğim mutlak zarar gelmez
"Ey sevdiğim¸ (Seni) beklediğim yol üzerine yiğitçe toprak olsam¸ (sen geçerken) üzerime basıp geçsen (bundan bana) zarar gelmez."
Âşık her zaman sevgilinin geçeceği yol üzerinde intizâr etmekte/geçişini beklemektedir ve sevgiliyi bir dakika görmek¸ ayağının toprağına yüz sürmek için beklemektedir. Sevgilinin ayağının toprağı onun için şifalı bir sürmedir. Bu nedenle âşığın toprak gibi yere serilmesi ve sevgilinin onun üzerine basarak geçmesi zaten âşığın istediği bir durumdur. Bu durumdan âşığa zarar gelmez. Sevgilinin ayağının tozu âşıklar için bir şifâdır.
Bir önceki beyitle ilişkisi düşünülecek olursa sürmenin insanın gözü üzerinde iyileştirici bir etkisi vardır. Sevgilinin hasretinden ağlayıp Ya'kûb gibi gözlerinden olan âşık için sevgilinin ayağının altında toprak olmak¸ sevgilinin ayağının tozuna yüz sürmekten zarar gelmez.
Ayrıca "toprak olmak" deyimi üzerinde özellikle düşünülmesi gerekir. Çünkü Türkçe'de "toprak olmak" deyimi bilindiği üzere tevazu ve ölmek anlamında kullanılır. Âşık sevgilinin yolu üzerinde onu bekleyerek ölüp gidecektir. Zaten sevgiliye kavuşmak gibi bir durum söz konusu değildir. Bahsi geçen sevgilinin Allah' olduğu düşünülünce "toprak olmak" deyimi gerçek mânâsını bulmuş olur. Allah aşkıyla bekleyen âşıklar ancak O'na toprak olunca¸ yani âhiret diyarında tam mânâsıyla kavuşabileceklerdir. Hulûsî Efendi¸ ilâhî aşk uğrunda ölümü göze alabilecek bir tavır göstermektedir.
Burada esas anlatılmak istenen¸ gerçek sevgili olan Allah ne takdir ederse ona olduğu gibi razı olmak gerektiğidir.
3. Beyit
Sehâb-ı zülfünü ref' eyle hüsnün âfitâbın aç
Safâ-yı hüsnüne bu jeng-i âhımdan keder gelmez
Beyitte mutlak güzelliğin sahibi sevgilinin güzelliği güneş metaforu ile verilmiştir. Güneş¸ bulunduğu makamın yükseliği¸ insanların ona bakarken gözlerinin kamaşması¸ ortaya çıktığında diğer yıldızların kaybolması gibi yönleriyle sevgilinin benzetileni konumundadır. Allah da şiddet-i zuhûrundan gizlenmiştir. Esmâ tecellîlerilye bütün kâinatı kuşattığı halde göz onu göremez. Beyitte sevgilinin yüzü güneş ve saçları da buluttur. Burada saçların buluta benzetilmesi rengi ve şekli itibariyledir. Çünkü sevgilinin saçları güneşi ardında bırakan bulutlar kadar siyahtır ve dağınıktır. Bu nedenle âşık sevgiliye seslenerek¸ "Güneşin görünmesine engel olan bulutlara benzeyen saçlarını yüzünden çek ki yüzünü görelim. Çünkü âşıkların buna ihtiyacı vardır." demektedir. Tasavvufta saç kesrettir. Sâlik vahdete ulaşmak için bu geçitten geçmek durumundadır. Hulusî Efendi¸ kesreti aşarak vahdete ulaşma heyacanını bu beyitle dile getirmiştir.
Hulûsi Efendi ikinci beyitte sevgilinin bunu yapmamasını bir endişeye bağlar. Sevgili zaten yüzünü göstermeyecektir. Sevgili¸ âşığın âhının dumanından güneş kadar parlak olan güzelliğinin kir pas içinde kalacağından endişe etmektedir. Âşığın âhı duman ve yel gibi unsurlarla birlikte¸ renk ve şekil itibariyle ele alınır. Âşık sevgiliden ayrı olduğu için âh ve feryâd eder. Sevgilinin endişesi ise¸ âşığın bu âhlarının tıpkı kara bulutların güneşi gölgelemesi gibi kendi güzelliğini gölgeleyecek olmasıdır.
Beytin bu görünen anlamlarının yanında Allah aşkı için ifade ettiği anlamlar da vardır. Âşık veya sâlik Allah'dan her ne gelirse gelsin buna sabretmelidir. Âh ile feryat etmemelidir. Sâlik Allah'tan rü'yeti istediğini ifade eder. Ancak Allah'dan gelen böyle bir lutf karşısında edeceği âh u enînler o mutlak güzelliğe gölge düşürecek endişesi düşünülmektedir.
4. Beyit
Şeb-i hicrânı çek vuslat sabâhın bekle de ey dil
Ne gün akşam olur da şeb gidip vakt-i seher gelmez
"Ey Gönül¸ ayrılık gecesinin (acısını) çek; kavuşma sabahını bekle¸ (ancak) ne gün akşam olur ne de gece gider¸ seher vakti gelmez (artık)."
Âşık sevgiliden ayrılığın acısnı çekmektedir. Bu âşık olmanın yegâne kuralıdır. Çünkü beklenen sevgili gelmeyecektir. Âşık kavuşacağı anı beklemektedir. Âşıkların bütün gece uyumaması çektikleri bu ayrılık acısındandır. Onlar için artık zaman tükenmiştir. Ne sabah olur ne gün doğar. Bu durum hakikatte de böyledir. İnsanın bir derdi sıkıntısı olduğu vakit sabahı beklerken gecenin ne kadar uzun olduğunu farkeder. İşte Hulûsi Efendi bu ayrılık gecesini yaşamakta ve seher vaktini beklemektedir. Seher vakti âşıklar için önemli bir vakittir. Çünkü sevgili yüzünü gösterecektir. Ayrıca seher yeli bu beyitte kullanılmamış olmasa da seher vaktiyle düşünülmesi gereken bir unsurdur. Sevgiliden haber getirecek olan seher yelidir. Aynı zamanda gece ibadetinin gerçek sevgili Allah katında makbûliyeti belki bu beyitle ve sonrasında gelen beyitin anlamıyla paralel düşünülmesi gereken bir durumdur. Çünkü Allah aşkıyla yanan sâlik¸ gecelerini zikirle¸ aşkla muhabbetle geçirmeyi bilmelidir.
5. Beyit
Eyâ gâfil gönül dâim yatarsın hâb-ı gaflette
Bu vîrân hâneden hâtırına nâgâh sefer gelmez
"Ey gönül her zaman gaflet uykusunda yatarsın¸ kalbine bu viran evden ansızın yolculuk çıkabileceği (ölüm) düşüncesi gelmez."
Bir önceki beyitle anlam itibariyle sıkı sıkıya bağlı olan bu beyitte şu düşünce vurgulanmaktadır: Sâlik Allah'a yönelmeli ve kendini uzlete çekmeli¸ zira yolculuk¸ yani ölüm var. Tıpkı Ya'kûb'un Külbe-i Ahzân'da gece gündüz ağlayıp Yûsuf'dan haber beklemesi gibi âşık da Allah'tan ilham esintileri beklemeli. Tasavvuf yolunda önemli merhaleler aşmak için söylenen¸ "az konuş¸ az ye¸ az uyu" düsturunu âşık kişi kendine rehber edinmelidir. Ayrıca gecelerini gaflet uykusunda değil bekleyip durduğu sevgilinin yolunda zikir¸ ibadet ve tefekkür ile geçirmelidir.
6. Beyit
Nazar kıl sence var mı âlem içre olmadık fânî
Bu vâdî-i elemden kurtulan dâim gider gelmez
"(Ey gönül etrafına iyice) bak sence âlemde fânî olmayan bir şey var mı ? Bu elem vâdîsinden dâimî kurtulan kişi (öbür âleme) gider (geri) gelmez.
Metni bir bütün içinde algılamamızı sağlayan ve anlamı ilk beyitin ilk mısraına bağlayan bu beyitte dünya sevgisinin âşığın gönlünden çıkması gerketiğine vurgu yapılmıştır. Çünkü bu dünya onun gözünde bir Vâdî-i Elem/elem¸ üzüntü vadisidir. Âşık buradan göçüp gitmeyi bir kurtuluş olarak görmektedir. Çünkü bu âlem içindekilerle birlikte yok olup gidecektir. Bakâya namzet olarak yaratılmış insanoğlu ise kalıcı değildir. Tasavvuf yolunda ilerleyen sâlik zaten varlığını Hak'ta yok etmeyi¸ ölmeden ölmeyi arzulamaktadır. Âşıklık zaten "târîk-i fenâ sâliki" olmaktır; âşığı bekâ semtine götürecek merdiven ise aşkdır.
7. Beyit
Hulûsî tab'-ı pâkinden nisâr oldukça gevherler
Gönül kim âşinâ olmazsa andan bir hüner gelmez
""Hulûsî¸ temiz şairlik yeteneğinden saçılan bu mücevherlere aşina olmayan gönülden hüner gelmez."
Hulûsî Efendi¸ geleneğe uyarak şiirini bir fahriye beyti ile noktalamıştır. Şiirleri kurmaca değil¸ temiz şairlik yeteneğinden gelmekte ve doğrudan gönüle seslenmektedir. Gönül bu hakikatlere aşina olduğundan böyle inciler saçmaktadır.
Hüseyin ALPSOY
Yazar“Âşık asıl vatanından ayrı gurbete düştüğü günden beri sevgiliye kavuşamamanın ızdırabını çekmektedir. Ancak bu mümkün değildir. Bir önceki beyitte ifade edildiği gibi âşıkların kaderine ‘...
Yazar: Hüseyin ALPSOY
Osmanlı padişahlarının onuncusu, 89. İslâm halifesi olan ve “Muhteşem Süleyman” olarak anılan Kanûnî Sultan Süleyman 1494 (bir rivayete göre ise 1495)’te, babası Yavuz Sultan Selim’in sancakbeyi (vali...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
“Sâde” yazmak, “basit” yazmak değildir. Çoğu kimse sâde kelimesini basit kelimesiyle aynı anlamda kullanır. Oysa sâde, içinde derinlik barındıran bir kavram… Fakat basit, sathîdir; yüzeysel, üstünkörü...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
"Tasavvufî anlayışta dünyanın terk edilmesi esastır. Bu anlayış kendini farklı ifade şekilleriyle dile getirmiştir. Hulûsi Efendi¸ "Mûtû kable en-temûtû"¸ yani "Ölmeden önce ölünüz." hadis-i şerifi...
Yazar: Hüseyin ALPSOY