GÖNÜL NASIL ALLAH'IN TECELLİSİNE LAYIK OLUR?
"Kalbimiz vücudumuzdaki en önemli organımızdır. Bu husus Peygamberimiz tarafından şöyle açıklanmıştır: İnsan vücudunda bir organ vardır ki o salaha ererse bütün vücut kurtulur; o bozulursa bütün vücut bozulur.' Amellerde ihlasın elde edilebilmesi için de¸ kalbin mutlaka mâsivâdan yani Allah'ın dışındaki her şeyden temizlenmesi gereklidir." İnsan beden ve ruhtan meydana gelen bir varlıktır. Eşref-i mahlûk/yaratılanların en şereflisi olarak yaratılan insanoğlunun bu değerini muhafaza edebilmesi¸ ancak yaratılışındaki temizliği koruyabilmesi ile mümkündür. İmtihan için gönderildiği dünya hayatında yapıp ettikleri¸ insanın ya eşref-i mahlûk olarak varlığını devam ettirmesine ya da yaratılanların en aşağı seviyesine inmesine sebep olmaktadır. İnsanın davranışlarının değerlendirilmesinde en belirleyici husus niyettir. Peygamberimiz bir hadis-i şerifinde¸ amellerin niyetlere göre değer kazanacağını belirtmiştir. Davranışlarımızın amel-i salih olarak değer kazanabilmesi için¸ mutlaka halis niyetle yapılması; sadece Allah'ın rızasının hedeflenmesi esas olmalıdır. İhlasla yapılmayan amelin kula hiçbir faydasının olmayacağı¸ inkârı mümkün olmayan bir gerçektir. Niyetin gerçekleştiği yer ise kalbimizdir. Kalbimiz vücudumuzdaki en önemli organımızdır. Bu organımızın temizliği bütün vücudumuzu ve davranışlarımızı olumlu etkilerken¸ burada oluşacak kirliliğin de¸ bütün vücudumuzu ve davranışlarımızı olumsuz etkileyeceği Peygamberimiz tarafından şöyle açıklanmıştır: "İnsan vücudunda bir organ vardır ki o salaha ererse bütün vücut kurtulur; o bozulursa bütün vücut bozulur." Amellerde ihlasın elde edilebilmesi için de¸ kalbin mutlaka mâsivâdan yani Allah'ın dışındaki her şeyden temizlenmesi gereklidir. Kültür ve edebiyatımızda yürek¸ dil¸ bâl gibi kelimeler¸ kalp için kullanılmaktadır. Gönül kelimesi de¸ dil ve kültürümüzde kalp anlamında kullanılan kelimelerden birisidir. Türk edebiyatındaki birçok şiirde en önemli temalardan birisi gönüldür. Hemen her şairimiz şiirlerinde gönül temasına yer vermiş ve gönlüne hitap ederek şiirler yazmış; gönlüyle konuşmuştur. Son dönem mutasavvıf şairlerimizden Osman Hulusî Efendi (k.s.) de¸ gönül konusuna şiirlerinde çokça yer vermiştir. Bu yazımızda¸ açıklamasını yapmaya çalışacağımız olagör redifli gazelinde Hulusî Efendi¸ gönlüyle konuşmakta ve ona nasihatte bulunmakta ve yazımızın başlığını oluşturan sorunun cevabını vermektedir. Hulûsi Efendi Divân'ındaki 125. gazel olan aşağıdaki şiir¸ aruz vezninin Fâilâtün/Fâilâtün/Fâilâtün/Fâilün kalıbıyla yazılan altı beyitlik yek âhenk bir gazeldir. Ey gönül hâke eriş hâk ile yeksân olagör Tutuşup derd-i İlâhî ile sûzân olagör "Ey gönül hâke/toprağa eriş¸ toprakla bir ol; ilâhî dert âteşiyle tutuşup¸ yanıver." Gazelin matla beytinde Hulusi Efendi¸ teşhis sanatı çerçevesinde gönle hitap etmekte ve onunla konuşmaktadır. Burada Hulûsi Efendi'nin kendi gönlüne hitap ettiğini düşünecek olursak aynı zamanda tecrîd sanatının da bu beyitte kullanıldığını söyleyebiliriz. Bu beyitte gönlün hâke erişmesi ve hâk ile yeksân olmasının istenmesi¸ ölmeden önce ölme duygusunu yaşamaya davettir. İnsan ancak öldüğü zaman toprak olacak ve adı sanı unutulacaktır; yani hâk ile yeksân olacaktır. Hâk ile yeksân olmak; yok olmak¸ kaybolmak¸ adı sanı unutulmak anlamlarına gelen bir deyimdir. Aslında bir insanın hâk ile yeksân olmasını istemek bir bedduadır. Ancak tasavvufî literatürde bu ifade¸ kişinin fenâfi'llâh'ı idrak etmesi için yapılmış bir duadır. Hulusî Efendi bu beyitte gönlünün hâk ile yeksân olmasını istemekle¸ varlık iddiasından vazgeçerek fenâ'ya ermesini niyaz etmektedir. Bu şekilde fenâ mertebesine eren gönül¸ dünya dertlerinden kurtulacak ve Allah'ın rızasını¸ O'nun sevgisini elde etmenin derdiyle yani derd-i ilâhî ile yanıp tutuşacaktır. Ne gerek fânî cihânın varına şâd olmagın Dost visâline yetip sıdk ile handân olagör "Bu fâni olan dünyanın varlığı ile mutlu olmaya gerek yok; sadakatle dostun visalini elde edip mutlu oluver." Hulûsi Efendi bu beyitte de gönül ile konuşmaya ve ona hitap etmeye devam etmektedir. Fenâyı idrak eden ve derd-i ilâhî ile yanıp tutuşan gönül¸ fâni cihanın yani dünya hayatının nimetleri ile mutluluk duyamaz. Çünkü fâni olan dünyanın varlığı da fânidir. Bunlar imtihan için verilmiş geçici nimetlerdir; bunları veren Allah¸ bir gün yeniden bizden bunları geri alacaktır. Bunu iyi idrak etmiş şairlerimizden Yunus Emre bu manayı şöyle dile getirmiştir: Ne varlığa sevinirim ne yokluğa yerinirim Aşkın ile avunurum bana seni gerek seni Fani cihanın varlığı ile huzura eremeyen gönlü mutlu kılacak şey¸ hakiki dost olan Allah'a vuslatı samimi bir şekilde hissetmektir. Allah'a vuslatta sadakat¸ O'nun adını can u gönülden zikretmektir. Allah'ı zikretmek¸ O'nunla vuslat duygusunu yaşatacak en önemli esastır. Kur'an-ı Kerim'de Allah¸ kalplerin ancak kendisini anmakla huzur bulacağı müjdesini bizlere vermiştir. Bu libâs ile gidilmez ol cânân illerine Soyunup varlığını aşk ile uryân olagör "Sevgilinin diyarına bu varlık elbisesi ile gidilmez. Aşk ile varlık elbisesinden soyunup uryân oluver." Sevgiliye vuslat arzulayan kimse¸ sevgilinin huzuruna çıkmak için hazırlık yapmalıdır. Gerçek sevgili Allah'tır; O'nun gibi hiçbir varlık sevilmez ve O'na rağmen de hiçbir varlığa sevgi duyulmaz. Yâr-i hakîkî olan Allah'a yakın olmak isteyen kimse¸ öncelikle varlık iddiasından vazgeçmelidir. Makam¸ mevki ve zenginlik göstergesi olan varlık elbisesinden kurtulmadan¸ Allah'a yakın olunamaz. Hac ibadetinde nasıl elbiselerimizi çıkarıp ihrama bürünüyorsak ve öldüğümüz zaman nasıl elbiselerimiz çıkarılıp kefene sarılıyorsak; aynı şekilde varlık elbisesinden soyunmalıyız. Varlık adına sahip olduğumuzu düşündüğümüz her şeyin hakikî sahibinin Allah olduğu bilincine eremeyen kimseler¸ vuslat neşesini tadamazlar. Aşk ile varlık elbisesinden soyunup üryan olmaktan maksat; varlığın hakikî sahibinin Allah olduğunun bilincine ermek ve O'nun yolunda bütün varlığımızı¸ mal¸ makam¸ evlat ve canımızı feda edebilmektir. Başka yerden bir göz aç ki göresin sevdiğini Bakıp ol sâf cemâle mest ü hayrân olagör "Sevdiğini görebilmek için başka bir göz aç ve onun sâf cemâline bakarak kendinden geç ve hayrân oluver." Bu beyitte Hulusi Efendi¸ gerçek sevgili olan Allah'ın marifetu'llah tecellilerini görebilmek için baş gözünün yeterli olamayacağını söylemektedir. Bu sebeple kişi¸ başka bir göze sahip olmalı; bir başka yerden göz açmalı. Burada kastedilen başka göz¸ kalp gözüdür; basirettir. Fani cihanın varlığına aldanmayan¸ varlık libasından aşk ile soyunabilen bir gönül sahibi¸ baş gözünden başka bir göz¸ yani kalp gözünü açabilir. Kalp gözü açık olan kimseler; sevgilinin cemal tecellilerine bakarak kendinden geçer; vecd içerisinde ilâhî aşkla manevî bir sarhoşluk hâlini yaşar. Kur'an-ı Kerim'de Rabbimiz¸ asıl körlüğün baş gözünde değil¸ kalp gözünde olduğunu şöyle açıklamıştır: "
Gerçekte gözler değil¸ göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur." (Hac sûresi 22/46) Kurb-ı yâr olam der isen yürü gönül yürü sen Kul-ı derbân olup lâyık-ı ihsân olagör "Ey gönül! Sevgiliye yakın olayım dersen; yürü sevgilinin kapısının bekçisine hizmet et ve böylece ihsanlara lâyık oluver." Kul-ı derbân¸ kapıcının kulu olmak demektir. Bundan maksat¸ Hakk'ın kapısına nasıl varacağımızı bize öğreten peygamberlere itaat ve onun vârisleri olan âlimlere hizmet etmektir. Peygamberler ve gerçek âlimler¸ insanlara Allah'a ibadetin ve O'na yakın olmanın usulünü öğreten rehberler ve bizi Hakk'ın kapısına yönlendiren mürşitlerdir. Bu sebeple onların uyarılarına kulak vermek ve onlara itaat etmek gereklidir. Ancak bu şekilde nefs-i emmârenin ve şeytanın hilelerinden kurtularak Allah'a yakınlık mertebesine ulaşmak mümkündür. İbadet anlamındaki kulluk ise¸ sadece Allah'a yapılır. Fatiha suresinde bu şöyle ifade edilmektedir: "Ancak Sana ibadet ederiz ve ancak Senden yardım dileriz." Lâyık-ı ihsân olmak¸ Hakk'a samimi kulluk sonunda Allah'ın manevî nimetlerine ulaşmak veya ihsan makamına ermek demektir. İhsan makamı¸ Allah Resul'ünün ifadesiyle "Allah'ı görüyormuşçasına O'na ibadet etmektir." Allah'a bu bilinç hâlinde kulluk edenler; Allah'a manen yakın olurlar ve O'nun türlü lütuflarına¸ ihsanlarına mazhar olurlar; gönüllerinde marifetullah nurları tecelli eder. Ey Hulûsî dostu eyle sen misâfir her zamân Kondurup dil tahtına sâhib-i mihmân olagör "Ey Hulûsî! Sen dostu her zaman misafir et. Onu gönül tahtına yerleştir ve misafire sâhip ol." Bu beyitteki dosttan kasıt¸ Cenâb-ı Haktır. Çünkü dost-ı hakikî sadece O'dur. Allah'ı dost bilenleri¸ Allah dost edinir; velisi/dostu Allah olan¸ veliyyullâh/Allah dostu olur. Kişi dostunu misafir etmekten haz alır. Allah'ın misafir edileceği yer gönüldür. Gönül¸ tasavvuf edebiyatında¸ arşa benzetilmiş ve Allah'ın arşı istiva etmesi gibi tecellileriyle mümin gönülleri kuşatacağı vurgusu yapılmıştır. Allah'ın gönle tecelli etmesinin şartı¸ gönüllerin mâsivâdan/Allah'ın dışındaki her şeyden temizlenmesidir. Bir mutasavvıf şairimiz bunu şöyle dile getirmiştir: Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecelli ede Hak Pâdişâh konmaz sarâya hâne ma'mûr olmadan Dil tahtının¸ Allah'ın tecellisine layık olması için zikrullah ile ma'mur edilmesi gerekir. Allah'ı zikirle tasfiye olan kalpler¸ Allah'ın tecellilerine layık mekanlar hâline gelir. Bu tecellilerin devamlı olması için de kulun daimî zikir hâlinde olması gerekir. Yunus Emre'nin şu beyti de¸ Hulusî Efendi'nin bu şiirdeki ilham kaynaklarından birisi olabilir: Gönül Çalab'ın tahtı Çalap gönüle baktı İki cihân bedbahtı kim gönül yıkar ise
Zülfikar GÜNGÖR
YazarKanûnî’nin küçük oğlu Selim, 28 Mayıs 1524’te İstanbul’da dünyaya geldi. Annesi Hürrem Sultan, saray içinde sözü geçen, etkili bir kadındı. Saray kadınlarına ve hizmetkârlara, Şehzade Selim’in terbiye...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Osmanlı padişahlarının onuncusu, 89. İslâm halifesi olan ve “Muhteşem Süleyman” olarak anılan Kanûnî Sultan Süleyman 1494 (bir rivayete göre ise 1495)’te, babası Yavuz Sultan Selim’in sancakbeyi (vali...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Dinî-tasavvufî eserlerde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in beden özelliklerini ve manevî şahsiyetini ifade için çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Bunlardan Nûr-ı Muhammedî veya Hakîkat-i Muhammediye konulu e...
Yazar: Musa TEKTAŞ
“Sâde” yazmak, “basit” yazmak değildir. Çoğu kimse sâde kelimesini basit kelimesiyle aynı anlamda kullanır. Oysa sâde, içinde derinlik barındıran bir kavram… Fakat basit, sathîdir; yüzeysel, üstünkörü...
Yazar: Bilal KEMİKLİ