GÖNÜL İLE SÖYLEŞMEK
Kalp ama daha yaygın kullanılışı ile gönül, bir mutasavvıf şairin dünyasında çok özge, çok özel bir yer tutar. Bilir ve görür ki insan et, kemik ve kandan değil gönülden ibarettir. Yahut kısaca söylemek gerekirse “İnsan gönüldür.” yahut gönlüyle insan haline gelir. Ne varsa gönülde vardır. Hakikat gönüldedir. Çünkü gönül nazargah-ı ilahidir. Mecazen beytullahtır. Yunus Emre’nin deyişiyle “gönül, Çalab’ın tahtı”dır. Bu yüzden marifet ve hakikat adına derdi, gayesi olan biri de her dem gönlüne bakar, gönlüyle söyleşir, halleşir. Gönüldeki Sultan’la iletişim kurmak ister. Gönül Aynadır Hulûsi Efendi Divan’ında da bu sebeple gönül kavramı sıkça kullanılır. Ona dair çok farklı söyleyişler yer alır. Bunlardan biri de gönülle söyleşmektir. Divan’da yer alan 369 no’lu gazel de işte tam olarak böyle bir özellik taşır. Şair, önce söyleşmek için “Ey gönül!” ifadesiyle onu muhatap alır. Gönülle paylaşılan ilk konu ise tevbe meselesidir. Zira kul zaman zaman acizliğini unutarak isyan sularına girebilmekte, hatalar işleyebilmekte, yanlışlar yapabilmektedir. Bu problemin çözümü ise elbette yapılandan/söylenenden duyulan pişmanlığı ve bir daha yapmama/söylememe kararını ikrar etmek anlamına gelen tevbedir. Bu noktada tevbe edene düşen de samimiyet ve doğruluktur. Böylece kul, hatasından arınır ve gönül aynasını temizlemiş olur. Bu, önemlidir. Zira temizlenmeyen gönülde hakikat tecelli etmez. Gönül aynası ise yine Hulûsi Efendi’nin “İki cihânın mebde-i bir kalb içinde gizlidir/Âyîne-i dîdâr olur âşıkların gönülleri" beytinde söylediği gibi sevilenin teccelli ettiği yerdir. Burada yani bu aynada Allah bütün sıfat, fiil ve isimleriyle tecelli eder. Bu yüzden “Kendi mir'âtına nazar eylesen yârı görürsün/Cân gözünden gayrı ana açacak göz arama” diyen Hulûsi Efendi “Ey gönül gel edelim tevbeler isyanımıza/Dahı bel bağlayalım sıdk ile sultanımıza” şeklindeki ilk beyitte bize böyle bir anlam dünyasının kapılarını açar. İşte bu aynanın tevbe ile temizlenmesi gerekir. Bundan dolayıdır ki Şemseddin Sivasî Hazretleri de benzer şekilde bize şu ikazı yapar: “Sür çıkar agyârı dilden tâ tecellî ide Hak/Pâdişâh konmaz saraya hâne ma'mûr olmadan” Öyleyse kalp hanesini temizlemek yani imar etmek gerekir. Tevbe, Samimi İkrar Gerektirir Tevbe, Hak önünde eğilmeyi, yoluna yüz sürmeyi gerektireceği için şair, ikinci beyitte “Başımız uğruna koyup sürelim yüz yoluna/Ola ki lutf ile rahm eyleye efganımıza” demektedir. Evet, kul tevbe eder ama kabul takdiri Allah’a aittir. Ama kul, bu kabule dair her zaman için ümit var olmalıdır. Zira Cenab-ı Hak, Rahman ve Rahim sıfatlarının sahibidir. Tevbe eden kulunun dileğini boş çevirmez. İşte bu ümitle feryat figan eden gönül, halini Allah’a arz eder. Bu süreçte teslimiyet içinde olmak ise kula düşen en önemli görevdir. “Tevbe edelim” sözünün gönüle söylenmesi ise tevbenin sadece lafzî değil kalbî ve fiilî olarak yapılması gerektiğini ortaya koyar. Bu da samimiyeti gerektirir. Kulun bir hatası, yanlışı konusunda üzerine düşen bir görev de pişmanlığını gözyaşları ile de ifade etmesidir. Çünkü hatanın utancı gönülde hissedildiğinde pişmanlık duygusu peşinden gözyaşını getirir, daha doğrusu getirmelidir. Yağmur, nasıl toprağı canlandırırsa gözyaşı da kalbi canlandırır, diriltir. Bu yüzden şair, üçüncü beyitte “Ağlayalım gece gündüz akıdıp gözyaşını/Erişe bir nazarı dide-i giryanımıza” der. Burada nazar, Allah’ın kuluna merhamet bakışı ile bakması manasına gelir. Bu da kalbe yansıyan huzur ve sükûnet olur. Değilse kulun iç çatışması devam eder ve gönül huzursuz olur. Tevbenin sadece lafzî olmaması gerektiğini söylemiştik. “Edelim terk-i heva vü hevesi cümle ne var/Nice dil uzatalım sevgili ihvanımıza” şeklindeki dördüncü beyit işte bu duruma işaret eder. Buna göre tevbe, fiilî olmalıdır. Bunun yolu da terkten geçer. Peki, ne yahut neler terk edilecektir? Şair, terk edilecekleri “heva”, “heves” kelimeleriyle ifade etmektedir. Heva, nefisten gelen arzu, heves de yine nefisle bağlantılı istekler demektir. Demek ki kula hakikate ulaşma konusunda ayak bağı olan özellikler bunlardır. Bunlar terk edilmeden tevbe, anlamlı bir hale bürünmez. Burada “ihvana dil uzatmak” ifadesinden kardeşlik muhabbeti, onlar için hayır düşünme manası da çıkarabiliriz. Dolayısıyla terk gerektiren bir durum da kardeşliği incitecek hal ve hareketlerdir. Sevilen Gönülde Varlığı Hissedilendir Beşinci beyit ise karşımıza başka bir anlam alanı açar. “Dile dil-darımzı ol yarimiz atar okunu/Derd ile çak ettiğin sine-i uryanımıza” derken soyut bir durum ok atma, yarılma sözleriyle somutlaştırılmaktadır. Buna göre sevgili yani Allah, kendi varlığını gönülde hissettirir. Böylece kul, O’nu idrak ederek gönlünde olan bütün masivayı terk eder. Kendini kulluktan uzaklaştıran her şeyden üryan kalır yani soyunur. Yalın varlığı ile Hak’la irtibat kurar. Sadece O’na yönelir ve O’ndan yardım diler. Cenab-ı Hak da bu samimi yakarışlara merhametle nazar eder. Bunun neticesi ise “Nice bin id ile bin neşe husule gelecek/Bir akdem bastığı an lutf ile viranımıza” beytinde söylenildiği gibi tevbenin kabulü gönülde bayram sevinçlerine sebep olacaktır. Yeter ki o nazar, kalbe erişsin. O hatalardan viran hale gelen gönül şenlenecek, yeniden imar olacaktır. Şair, son beyitte gönle değil “Ey Hulûsi” diyerek kendine seslenir. “Ey Hulûsi bizi ta’n eylemeğ kasd kılan/Nazar etmez mi aceb aşk ile suzanımıza” Bu şu manaya gelir. Hatalarımızdan dolayı bizi kınayan, ayıplayan sanır mı ki bizde bu hal devamlı kalır. Elbette kalmaz. Rabb’in merhameti ile gönül arınır, temizlenir. Bu sebeple kınayanlar, bizim tevbemiz ile yanıp yakılan ve böylece temizlenen gönlümüze hele bir nazar etsinler. O zaman görecekler ki rahmet, hatayı ortadan kaldırmış, kalp yeniden aydınlanmıştır. Bu söyleyişten elbette bağışlama, kusuru örtme, ifşa etmeme gibi adaplar da hatırlatılmış olmaktadır. Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: İnsan her anında gönüyle söyleşmelidir. Bu bir manada iç hesaplaşma, muhasebe demektir. Yine bütün mesele gönüldür. Maddî bir kir, zahirimizi kirlenir. Onu su ile temizlemek mümkündür. Ama gönül kiri ancak tevbe ile temizlenebilir. İşte bu tevbenin de ah u zarla, yani pişmanlıkla, dürüstlükle, doğrulukla yapılması gerekir. Burada günümüzün bu konudaki algısına da bakmak gerekir. Karşı karşıya kaldığımız bir olumsuzluğun sebebi hemen dış sebeplerde aranmaktadır. Oysa problem de çözüm de insanın içinde, gönlündedir. İçimiz temizlenmeden hayatın olumsuzlukları ortadan kaldırılamaz. Bu yüzden tevbeyi sadece bireysel bir fil olarak değil toplumsal bir fiil olarak da düşünmek gerekir. Bu bağlamda Rad Suresi’nde geçen “Şüphe yok ki bir topluluk, ahlakını değiştirmedikçe Allah o topluluğu değiştirmez.” İkazı toplumsal tevbe bağlamında/anlamında da okunması gereken bir ayettir.
Mustafa ÖZÇELİK
YazarÂh, âşıklarının dilinden düşmeyen bir sözcüktür. Onlar sürekli âh ederler. Şair iseler şiirlerinde sürekli âhı işlerler. Âh, hüzün, ıztırap, sıkıntı, yeis vs. kalbi hallerde kullanılan bir edattır. Gü...
Yazar: Nihat ÖZTOPRAK
Osmanlı şiir tarihinden hem şairliği hem de çok trajik hayat hikâyesiyle tanınan Sultan II. Osman, 1603’te İstanbul’da doğdu. Sultan 1. Ahmet’in oğludur. Annesi ise Mahfiruz Sultan’dır. Onu trajik bir...
Yazar: Mustafa ÖZÇELİK
Tasavvufî bir kavramı olarak fenâ; dünya ve içerisindeki bütün nesnelerin, sûfînin gözünden silinmesini ifade etmektedir. Kul kendi davranış ve fiillerini görmekten vazgeçerek gerçek kul olma seviyesi...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Varlık konusu Peygamber Efendimiz’in yaşadığı asr-ı saâdette de bazı sahâbîler tarafından araştırma konusu yapılmıştır. Nitekim sahâbeden birisinin Hz. Peygamber (s.a.v.)’e: “Kâinât yaratılmadan önce ...
Yazar: Necdet TOSUN