GÖNÜL GEMİMİZİN SEYRİ HANGİ LİMANA?
Gönül; nefs, şeytan, dünya ve şeytanlaşmış insanlarla savaşta bir karargâh gibidir. Karargâhın konumu ve savaşta askerleri idare eden karargâh komutanın durumu bir savaş açısından ne denli önemliyse sıralanan düşmanlarla mücadelede gönül ve gönül sahibi de o denli bir öneme sahiptir. Merkez/gönül, konum ve taktik açısından düzenli ve stratejik öneme haiz adamlar atarsa kişi nefsin olumsuz isteklerini engelleyebilme, dünya kaygılarından uzaklaşarak hareket edebilme, şeytanın ve şeytanlaşmış insanların vaatlerine aldanmama gibi istenilen hedefe ulaşma konusunda önemli mesafeler kat edebilir. Gönlün bu öneminden dolayı sûfîler, gönlü inşa ve ihya etmeyi ana hedef olarak belirlemişler ve bütün sistemlerini gönlü/kalbi masivadan arındırıp gönülde/kalpte sadece Allahu Teâlâ’nın rıza ve sevgisini bırakmak için şekillendirmişlerdir.2 Şems-i Sivasî’nin ‘Sür çıkar ağyarı dilden ta tecelli ede Hak/ Padişah konmaz saraya hane mamur olmadan’ ifadeleri tam da bu noktayı izah etmek için dile getirilmiş bir vecizedir. Gönül; iman, ihlâs, ihsan, sevgi, saygı, kardeşlik, paylaşma, dostluk, diğerkâmlık, adalet ve diğer güzel hasletlerle donanmış bir merkez haline gelirse bu merkezden organlara, hayata ve diğer canlılarla münasebete hep güzellikler yayılacaktır. Gönül; vesvese, dünya hırsı, ahiret kaygısı, bencillik, haset, kin ve diğer kötü duygu ve düşüncelerle dolarsa bu sefer de merkezdeki bu kötülük aşama aşama yayılarak hayatın mahvolmasına sebep olacaktır. Bu nedenle sûfîler, gönlü kötülüklerden arındırmak için nefsi ıslah etmek, ruhu güçlendirmek, halvet, az yemek, az uyumak, az konuşmak, zikir, tefekkür ve rabıta gibi birçok yönteme başvurmuşlardır. Onlar, her bir yöntemin tesiriyle sûfînin hangi aşamayı idrak ettiğini çeşitli sınıflandırmalarla tespit etmişler ve nihaî hedefe ulaşabilmek için karizmatik bir liderin/mürşid-i kâmilin gözetiminde müridin manevî yolculuğunu/seyr ü sülûkünü gerçekleştirmesi gerektiğinden bahsetmişlerdir.3 Gönül evini mamur edebilmek için farklı yöntemler kullanılsa da netice itibariyle sûfîlerin varmak istedikleri nokta aynıdır. Sistemlerin farklılığı terbiye eden ve terbiye gören tarafların kişisel özellikleri ve yetenekleriyle alakalı bir durumdur. Biz bu çalışmamızda gönül evini temiz edip maşukumuzu oraya davet edebilmenin aşamalı bir yolunu bizlere telkin eden sûfîlerin konuya dair görüşlerini değerlendirmeye çalışacağız. Sûfîlerin Bir Terbiye Metodu Olarak ‘Terk’ Sistemi: Gönül Gemimizin Seyri İlahî Rızaya Olmalı Sûfîler, dervişlere; “İlahî entemaksûdî ve rıdâkematlûbî fe âtinî muhabbeteke ve marifetek/ Ya Rabbi! Gayem, hedefim, maksudum Sensin. Rızanı talep ederim. Bana sevgini ve seni bilmeyi nasip et.” cümlesini dillerden düşürülmemesi gereken bir vird olarak telkin etmişlerdir. Bu sözler, Hz. İbrahim (a.s.)’in ‘Namazım ve ibadetlerim, ölümüm ve hayatım âlemlerin Rabbi olan ve ortağı olmayan Allah içindir.’4 şeklindeki Yüce Yaratıcı’ya olan teslimiyetini ve nihai hedefini bizlere hatırlatmaktadır. Bu ayet-i kerime, Hz. İbrahim (a.s.)’in ağzından ‘Bir mü’minin nihai hedefi nedir?’ sorusunun cevabını içermektedir ki o da ‘İlahî rızaya kavuşmak’tır. Nakşbendî yolunda daha sıklıkla telkin edilen bu duanın yanı sıra onlara göre derviş, işe gönlü istenen nihai hedefe ulaştırabilmesi için dünyayı terk ederek başlamalıdır. Teknik tabiriyle söylememiz gerekirse yolun başlangıcı ‘Terk-i Dünya’ olmalıdır. Onlara göre; ‘Sâlikin mücahede ve riyazet ile dünya sevgisini terk etmesi ve tamamen hatırdan çıkarması gerekir. Çünkü bu sevgi, seyr u sülûke mânidir ve dünya sevgisi kalpte olduğu müddetçe Allah’a vuslat mümkün değildir. Kalbinde dünya sevgisi bulunan bir sâlikin yapmış olduğu iyi ameller de Allah katında hüsn-i kabul görmez.’5Kur’ân-ı Kerim ve sünnet-i seniyyenin dünyaya karşı mü’mince bir tavrın özeti mahiyetinde olan bu ifadelerin6 bir benzerini, bir başka Nakşî şeyhi olan Mustafa Selâmî Efendi’de de görmek mümkündür. O, dünyanın geçici ve sâliki hedefinden saptırıcı özelliği konusunda şunları söylemiştir: ‘Binâenaleyh, sâlikân-ı râh-ı Hudâʹya bu dünyâ damgâh-ı belâ ve derûnu pür-renc-i ‘anâ; nakd-i hayâtılemha-i basardamurûr ve dükkân-ı pür-zîb-i metâı gurur olduğu ‘Ve meʹl-hayâtuʹ-dünyâ illâ metâuʹl-gurûr/Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.’7 nass-ı şerîfi ile mübeyyen ve muhabbet-i dünyâmahz-ı galatât-ı sehvidiği ‘İnnemeʹl-hayâtuʹd-dünyâ laʹibun ve lehvun/Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir.’8 hükmüyle muayyen iken ‘et-Terkurâhatun/Terk, râhattır.’ kavli üzere ancak râhat-ı küllî, cüzʹü ve küllü terkde olduğunu derk: Yek durûze çe ki dünyâsâ’atîst/ Her ki terkeşkerd ender-râhatest Ma’ni‘ü’t-terkrâharrgûşkun/Ba’d-ez-ân câm-ı bekârânûşkun’ (Bir iki saat olan dünya nedir ki! Onu terk eden herkes rahat eder. Terkin anlamını hararetle dinle! Sonra da ebediyet kadehinden iç.)9’ Yine Selami Efendi, dervişliğin ‘terk edebilmek’ hasletini hayata aktarmaktan geçtiğini izah ederken nelerin terk edileceği sorusuna ilk cevap olarak ‘Terk-i Dünya ve Terk-i Ukba’ cevabını vermiştir.10 Sırf Allah Rızası İçin Dünya ve ahiret endişesiyle hareket etmeyi, ihlâslı bir mü’mine yakıştırmayan sûfîler, dünyayı tamamen terk etmeyi değil, dünyaya ahiret sermayesi gözüyle bakmayı, bir nevi pazarlıklı bir kulluk olarak değerlendirdikleri cennet-cehennem kaygısıyla ibadet etmekten vazgeçip sırf Allah rızası için kullukta bulunmayı öngörmüşlerdir.11 Muslihüddîn Vahyî Şabânî ise varlıktan sıyrılmanın yolu olarak terk edebilme yetisinin önemini şu dizelerde veciz bir şekilde ifade etmiştir: Ehl-i Hak olanlara farzdur ayân Terk-i dünyâ terk-i râhat terk-i cân İtdiler üç dürli terki ârifân Terk-i dünyâ terk-i râhat terk-i cân12 Sûfîlerin dile getirdikleri bu görüşler, onların sistemlerini vahiy ve sünnet merkezli inşa edişlerinin de bir göstergesidir. Kur’ân-ı Kerim’de dünya hayatı, bir oyun-eğlence ve aldatıcı bir meta olarak takdim edilmiştir. Buna karşılık ahiret yurdunun kalıcı ve kazancının daimi olduğu, yine kişinin salih amel ve ölçülü bir hayatla cenneti kazanıp cehennemden kurtulabileceği vurgulanmıştır.13 Birçok ayet-i kerimede, iman, salih amel ve cennet nimetinin ardından Allahu Teâlâ’nın rızasının en büyük kazanım olduğunun vurgulanması, dünya-ahiret kaygısı gütmeden, benliği terk edip bütün varlık kalıntılarından sıyrılarak ihlâs, salih amel ve güzel ahlak ile ilahî rızaya ulaşmanın mü’min açısından ideal hedef olduğu telkin edilmiştir. Netice olarak ifade etmemiz gerekirse sûfîlerin varlık iddiası gütmeyi bırakıp yokluk içerisinde Cenâb-ı Hakk’a kulluk etmeyi şiar edinmeleri, vahyî ve nebevî telkinlerin sistemleşmiş bir şekli olarak karşımıza çıkmaktadır. Sûfîlerin, dünya ve ahirette sürekli kazanma hırsı, bir şeylere sahip olma arzusu ve eğer bunlardan geçerse kendini büyük görme gibi hatalı gördükleri bütün engellerden kurtulup ihlâs ve ihsan sırrıyla kullukta mesafe kat etmeye çalışmaları günümüz insanı açısından da son derece önemlidir. Ölümle Hayatı Hatırlamak Günümüzde bilim ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte mutluluk, huzur, sükûnet ve ihlâs gibi duygular maddede aranmaya başlanmış ama bunun yanlış olduğu tecrübeyle anlaşılmıştır. Dünya nimetlerinin birçoğuna ve en üst kalitelisine sahip olan bireyler, mutlu olmak şöyle dursun kendilerini anlaşılamayan bir kaosun tam da ortasında bulmuşlardır. Sûfîlerin, bu mahzun ve çaresiz gibi görünen, kısır bir döngü içerisinde kendini bulan günümüz insanına İslamî ve insanî açıdan telkini varlıkla değil yoklukla gerçek huzura ve kulluk şuuruna ulaşılabileceği gerçeğidir. Teknik ve bilimsel gelişmeler baş döndürücü bir hızla gelişip değişmektedir ama insanın fıtratı değişmemektedir. İşte bu hakikati dile getiren, ölüme gülümseyerek bakabilmenin sırrına ermiş ve temel hedef olarak rıza makamını hedefleyen Mustafa Selamî Efendi’nin şu tespitleriyle çalışmamızı noktalayalım: ‘Ve ʹindeʹs-sûfiyyûn, mevt üç nevʹdir: Kemâkâleʹş-Şiblî (k.s.), ‘el-Mevtu selâsetûn: Mevtunfiʹd-dünyâ ve mevtunfiʹl-ʹukbâ ve mevtunfiʹl-mevlâ. Femenmâte fî hubbiʹd-dünyâmâtemunâfikan. Ve men mâte fî hubbiʹl-ukbâmâtezâhiden. Ve men mâte fî hubbiʹlmevlâmâteârifen.’ (Ölüm üç türlüdür. Dünya için ölüm, ukbâ için ölüm ve Mevlâ için ölüm. Dünya sevgisiyle ölen münafık olarak ölür. Ukba sevgisiyle ölen zâhid olarak ölür. Mevlâ sevgisiyle ölen ârif olarak ölür.)’14 Dipnot 1. Geylânî, el-Fethü’Rabbani, Beyrut Tarihsiz, Daru’l-elbab, s.101. 2. Eşrefoğlu Rumî, Müzekki’n-Nüfûs,Terc: Ali Arslan, Metin Yayınları, İstanbul 1996, s.46-47; Süleyman Ateş, İslâm Tasavvufu, Elif Matbaacılık, Ankara 1972, s.145; H. Kâmil Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Neşriyat, İstanbul 2004, s.17-18; M. ZahidKotku, Tasavvufî Ahlak, Seha Neşriyat, c.II, s.23; Murat Akın, ‘Harakânî’denYesevî’ye Gönül Birliği’, International Journal of CulturalandSocialStudies (IntJCSS) August 2016: Volume 2 (Special Issue 1), s.397-403. 3. Esra Akbalık, ‘Yunus Emre’nin Şiirlerinde ‘Gönül’ İmgesi’, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, c. VI, Sayı: XXVI, Bahar 2013, s.21-23; Vahit Göktaş, ‘Tasavvufi Terbiyenin Günümüz Din Eğitim-Öğretimine Sunabileceği İmkânlar’, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 52: 2(2011), s.150-153. 4. 6/Enam, 162. 5. Hâdimî, er-Risâletü’n-Nakşbendiyye, Süleymaniye Ktp, Es‘ad Efendi, nr. 3543/6, vr. 49b; Yazma Bağışlar, nr. 2950, vr. 73b-74. Geniş bilgi için bkz., Ramazan Muslu, ‘Ebû Saîd Muhammed Hâdimî ve NakşbendîlikRisâlesi’nin Tahlili’, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 4/2001, s.214-215. 6. Semih Ceyhan, ‘Zühd’, İA, c.44, s.530-533; Kadir Özköse, ‘Zühd ve Sûfîlerin Zühde Yükledikleri Anlam: Tasavvufta Dünyevileşmeye Tepkisel Yaklaşım’, CÜİFD, c: VI, sayı: I, s.175-194. 7. 57/Hadid, 20 8. 57/Hadid, 20 9. Mustafa Tatcı, İbrahim Özay, İsrafil Babacan, ‘Şeyh Mustafa Selami Efendi Şerh-i Âşık Yunus’, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl: 9 (2008), Sayı: 22, s.172. 10. Tatcı, Özay, Babacan, ‘Şeyh Mustafa Selami Efendi Şerh-i Âşık Yunus’, s.187. 11. Latifî, Tezkiretü’ş-Şu’ara ve Tabsıratu’n-Nuzama, Hazırlayan: Rıdvan Canım, Ankara 2000, s.128. 12. MuslihüddînVahyîŞabânî, Miracın Tasavvufî Boyutu, Hazırlayanlar Mustafa Tatcı-Cemâl Kurnaz, H Yayınları, İstanbul 2016, s.138. 13. Abdussamet Varlı, Kur’ân’da Dünya Ahiret Dengesi (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2005, s.19-77; Mustafa Öztürk, ‘Kurʹânʹın Değer Sisteminde Dünya ve Dünyevi Hayatın Anlamı’, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl: 7 [2006], sayı: 16, s.67-72. 14. Tatcı, Özay, Babacan, ‘Şeyh Mustafa Selami Efendi Şerh-i Âşık Yunus’, s.178.
Fatih ÇINAR
YazarTürk’e şeref, dünyaya/cihana ise yüzlerce medeni eser veren bir sanatkâr, olarak tarihe damgasını vuran (geçen) Mimar Sinan, 1490 yılında Kayseri’nin Ağırnas köyünde dünyaya geldi. Çocukluğu ve gençli...
Yazar: Muammer YILMAZ
Yüreğe cemreler düşürmek gerek Yüreğin sevdaya eresi vardır Hasret dağlarını aşıp da şöyle Sevginin sevdayı göresi vardır Yolların yokuşu olsa da bayrı Olmamak gerekir güzelden ayrı Etmeli yür...
Şair: Celalettin KURT
Karabağ’dan Anadolu’ya Miras Mânevî Bir Nefes:Hamza Nigârî Ve Hakîkat ÇağrısıKarabağ, insanlığa anlam arayışında rehber ve Hakk’a dâvet konusunda nice büyük ismin yetiştiği mümbit bir diyardır. Karaba...
Yazar: Fatih ÇINAR
Tekirdağ, Anadolu ile balkanlar arasında bir geçit bölgesi ve ilim, kültür, sanat ve mâneviyât merkezi İstanbul’u besleyen ana merkezlerden biri olması bakımından önemli bir şehirdir.[1] Tekirdağ’ın b...
Yazar: Fatih ÇINAR