GÖLDEKİ GÖKKUŞAĞI
Üç kız kardeş; Saniye, Safiye ve Hatice, başka bir şehirde oturan bir akrabalarını misafir ediyorlardı. Misafirleri Zeynep Ablaları onlardan yaşça biraz büyüktü. Evlerinin bahçelerindeydiler. Az ilerde bir göl vardı. Büyükçe bir göldü bu. Evin bahçesinden rahatça görünüyordu bu göl. Bu sırada gölün üstünü de etrafını da bulutlar sarmaya başlamıştı. Bulutlar zamanla çoğalıyordu. Bahçede çiçekler, süs çalıları, sebzeler ve meyve ağaçları vardı. Misafir abla Zeynep, bahçeyi çok beğenmişti. Güzellikleri seyredip duruyordu. Hele havuzun etrafını saran güllere bakarken büyük zevk alıyordu. Kırmızı kırmızı güller nasıl da göz kamaştırıyordu. Nasıl da kokuyorlardı. Güllerin kokuları ortalığı sarmıştı. Bu sırada iri iri yağmur taneleri düşmeye başladı. Yağmur taneleri düştüğü yeri ıslatıyordu. Sonra taneler çoğalmaya başladı. Derken yağmur iyiden iyiye yağmaya başladı. “Sandalyeni şu büyük ağacın altına alalım Zeynep Abla.” dedi Saniye. “Hem güllere daha da yaklaşmış olursun, hem de ıslanmazsın.” Zeynep ayağa kalktı. Saniye sandalyeyi alıp büyük ağacın altına doğru yürüdü. Yağmur taneleri yere ve ağaçların yapraklarına düşerken kendilerine has bir ses çıkarıyorlardı. Tatlı bir müzik ortaya koyuyorlardı böylece. Hepsi de yağmurun sesini dinliyorlar, yere inen damlaları seyrediyorlardı. Ara sıra gök gürlüyor, asıl sesi de, sesinin yankısı da etrafı sarıyordu. Tabiî bu ara açılmış güllerin üzerine de yağmur damlaları düşüyordu. Kırmızı güllerin üzerine düşen yağmur taneleri inci tanelerini andırıyordu. Billûr gibi yağmur taneleri kırmızı güller üstünde duygulandırıcı bir güzellik ortaya koyuyordu. Bu inci taneleri sadece güllerin üstüne düşmüyordu. İlerdeki göl de bu incilerden nasibini alıyordu. Gümüş renginde görünen yağmur taneleri göle döküldükçe dökülüyordu. Sanki avuç avuç inci saçılıyordu. Etraftaki tepelere ve dağlara da saçılıyordu bu inciler. Yağmur yağdıkça yağıyordu. Bir müddet sonra yağmur yavaşladı. Sonra da kesildi. Ağaçlardaki meyveler ve yapraklar yağmur suyuyla iyice yıkanmış, pırıl pırıl parlıyorlardı. Yağmur suyu güllerin güzelliğini arttırdıkça arttırmıştı. Güllerin hemen hepsinin de üstünde yağmur tanecikleri vardı. Saniye, “Bu güllerin üstündeki su taneciklerine şebnem denirmiş.” dedi. “Dedem öyle söyledi.” Zeynep, “Şebnemler ne kadar güzel. İnsan bakarken âdeta gözünden kıskanıyor.” dedi. Bu sırada Safiye ta ilerilere, ufka doğru bakıyordu. “Gökkuşağına bakın. Ne kadar güzel.” Herkes Safiye’nin işaret ettiği tarafa yöneldiler. Mavi, yeşil, kırmızı, mor gibi renklerden meydana gelmiş gökkuşağına bakmaya başladılar. Renkler bütün canlılıklarını ortaya koyuyorlardı. Bir müddet sessiz ve hareketsiz kaldılar. Bu sefer de Saniye atıldı. “Gökkuşağının göldeki yankısına bakın.” Herkes gökkuşağının göldeki yankısına baktı. Zeynep, “Ne kadar güzel.” demekten kendinin alamadı. Gökkuşağının gökteki asıl görüntüsüyle göldeki yankısı birbirinden güzel görüntüler ortaya koyuyorlardı. Kızlar gökkuşağına da, göldeki yankısına da kendilerini kaptırmış bakıyorlardı.
Mustafa AKGÜN
Yazar(Bu hikaye Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî’nin bir hikayesinden uyarlanmıştır.)Kendini beğenmiş bir gramer yani nahiv bilgini vardı. İlim sahibi olduğundan kibirliydi. Kendini yükseklerde görüyordu.Bir gün ...
Yazar: Mustafa AKGÜN
Bahar bir başkadır.Bahar geldiğinde tabiat dillenir.Her taraf yeşerir.Kırlar, her taraf yeşil elbiseler giyer. Bu yeşil elbiselere çiçeklerden nakışlar işlenmiştir. Rengârenk nakışlardır bunlar. İnsan...
Yazar: Mustafa AKGÜN
Yusuf her sene bahar günlerinde Çanakkale Şehitliği’ni ziyarete geliyordu. Fatihalar okuyup dualar ediyordu.Bu sefer Yusuf oğlu Can ve yeğeni Cemil’i de Çanakkale Şehitliği’ne ziyarete getirmişti.&nbs...
Yazar: Mustafa AKGÜN
Ramazan günüydü. Annesi Bilal’e mutfaktan seslendi:“Oğlum Bilâl, biraz gelir misin?”Bilal salondaki koltuklardan birine oturmuştu. Orucun verdiği bitkinlikle sessiz ve hareketsiz duruyordu. Annesinin ...
Yazar: Mustafa AKGÜN