GERÇEK ZENGİNLİK
"Gerçek zenginlik Allah'ı bulmak¸ O'na kul olmak ve bütün kalbiyle O'na bağlanmaktır. Allah'ı kaybeden¸ O'nun sevgisinden yoksun olan¸ tüm dünyayı elde etmiş olsa bile neyi kazanmıştır ki? Verilen son nefesle hepsi bir hiç olanı elde etmek gerçek anlamda bir zenginlik sayılabilir mi? Öyleyse asıl zenginlik¸ sürekli ve kalıcı olanı elde etmektir. Bu da Allah'ın rızası ve onun neticesi olan cennet yurdunda ebedi konaklamadır."
Çoğu insan mal ve servet bakımından zengin olmayı hayal eder. Çünkü bu zenginliğin hayatını kolaylaştıracağını¸ arzu ve isteklerini rahatlıkla gerçekleştirebilmesini sağlayacağını düşünür. Ancak her arzu ve isteği bir başka arzu ve istek kovaladığından zenginliğe bir sınır biçilemez. Dolayısıyla insan¸ artık yeterince zengin oldum; o halde biraz durayım ve dinleneyim demez¸ diyemez. Arzu ve istekleri onu sürekli koşuşturup durur. Sonunda yorgun ve bitkin düşer. Daha fazla koşuşturacak gücü kalmaz. Hiçbir şeyden haz duymaz olur. Yalnızca geçmişte yaşanan güzel anların hatıralarıyla avunur. Dünyadan ayrılma vaktinin geldiğini anladığında¸ gerçek zenginliğe ulaşamadığını fark eder ama bir kere yolun sonuna gelinmiştir. Keşke geriye dönebilse¸ eksik bıraktığı¸ ihmal ettiği her şeyi telafi edebilse! Ne mümkün? Vakit çoktan geçmiştir.
Ahireti unutup hep dünyanın peşinden koşan bu tür insanlar¸ kıyamet gününde cehennem ateşini karşılarında bulduklarında şöyle diyeceklerdir: "Eğer (Hakk'ın sesine) kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık¸ (şimdi) şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık!"[1] Bu trajik sondan kurtuluşun reçetesi¸ Hz. Peygamber (s.a.v.)'den zenginlik konusunda aktarılan şu sözün içerisindedir: "Zenginlik dünya malının çokluğunda değildir. Gerçek zenginlik¸ kalp zenginliğidir."[2]
Kalp zenginliği¸ "benim ibadetlerim yok ama kalbim temiz" diyen kimsenin durumunda olduğu gibi boş bir söz ve kuru bir iddiadan ibaret değildir. Aslında o¸ zenginliğin sebeplerine değil¸ gerçek sahibine¸ yani her şeyin Yaratıcısına bağlanmak¸ her türlü hayrı O'ndan ümit etmek ve O'ndan bilmektir. Burada sebeplere sarılmakla her türlü hayrı onlardan ümit edecek ölçüde onlara dayanmayı ve bağlanmayı birbirine karıştırmamak gerekir. Böyle düşünen kimse¸ zenginliğe ulaşmak için halk ile çekişmez. Tam aksine doğrudan Hakk'a yönelir ve her işinde daima O'nun rızasını gözetir. Elbette o da dünyadaki geçimini sağlamak için çalışır çabalar. Ancak tek gayesi bu değildir. Onun asıl gayesi¸ bütün sebeplerin ve nimetlerin sahibi olan Yüce Yaratıcısının rızasına ermektir.
Zenginliğin ölçüsü¸ ihtiyaç duyulan şeyleri elde etmek ve karşılamak olduğuna göre¸ kalp zenginliği ancak onun ihtiyaç duyduğu şeylerin karşılanmasıyla mümkündür. Fıtratı bozulmamış kimselerin kalplerinin en büyük ihtiyacı¸ Hakk sevgisi ve muhabbetidir. Bu sevgi ve muhabbetten yoksun olan kalpler daralmaktan¸ kırılmaktan ve sıkıntıya düşmekten kurtulamazlar. Hakk'ın sevgisi ve muhabbeti ise ancak O'nu anmakla kalplere yerleşir: "Bilesiniz ki¸ kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur."[3] Bu zikir ve anış¸ yalnızca dilin belli lafızları tekrarından ibaret değildir. Allah'ı zikirden maksat¸ kalbin huşu ve takva ile Allah'a yönelmesi¸ dilin ve organların bu huşu ve takvaya uygun olarak hareket etmesidir. Zikrin gerçek ve doğru anlamının bu olduğunun en somut kanıtı¸ nice namaz kılıyor gözüken insanların daha fazla dünya metaına sahip olmak için en yakın dostlarına sırt çevirebilecek¸ onları gammazlayabilecek¸ onlara yalan söyleyebilecek ve hatta iftira atabilecek kadar gözlerini hırs bürümüş olmasıdır. Eğer bu tür kimseler¸ gerçekten zikrediyor olsalardı¸ en çok sevdikleri iddiasında bulundukları mabutlarının rızasına aykırı olan bu tür işleri¸ yüreklerinde en ufak bir sıkıntı ve tereddüt duymadan yapabilirler miydi? Öyle anlaşılıyor ki¸ bu tür kimseler¸ zikri bile kendi fani emellerine alet etme noktasına gelmişlerdir. Onların Allah'ı anışları¸ Allah sevgisinden ve muhabbetinden değil¸ O'nun¸ kendilerinin dünyadaki işlerini daha iyi yoluna koyması ümidi ve beklentisinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Durum başka türlü olsaydı¸ Allah'ı sevdikleri iddiasında bulunanların¸ sevdiklerine ihanet anlamına gelebilecek bu tür işleri yapmalarını izah edebilmek mümkün olabilir miydi?
Şu halde gerçek zenginlik Allah'ı bulmak¸ O'na kul olmak ve bütün kalbiyle O'na bağlanmaktır. Allah'ı kaybeden¸ O'nun sevgisinden yoksun olan¸ tüm dünyayı elde etmiş olsa bile neyi kazanmıştır ki? Verilen son nefesle hepsi bir hiç olanı elde etmek gerçek anlamda bir zenginlik sayılabilir mi? Öyleyse asıl zenginlik¸ sürekli ve kalıcı olanı elde etmektir. Bu da Allah'ın rızası ve onun neticesi olan cennet yurdunda ebedi konaklamadır.
Nefsin iyileşip kemale ermesi ve ruhun kötülüklerden arınması da kalbin iyiliğine bağlıdır. Bu bakımdan iman esaslarını tasdikin merkezi olan kalbin arındırılması gerekmektedir. Ancak kâmil/olgun bir iman ile insanın ibadetlerde ve yüksek ahlakta kemale ermesi mümkün olduğuna göre¸ imanın merkezi olan kalbimize manevî en yüksek itinayı göstermemiz icap eder. Eğer kalp temiz olmaz¸ bütün kötü duygu ve düşüncelerden arınmış bir vaziyette sağlam bir imana konukluk etmez ise vücudun diğer organlarından güzel ve övgüye değer eylemlerin çıkması nasıl beklenebilir? Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.)¸ bu konuya açıklık getiren bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur: "Şüphesiz ki beden de bir et parçası bulunmaktadır; o düzeldiğinde bedenin tümü düzelir. O bozulduğunda ise bedenin tümü bozulur. Dikkat edin! İşte o kalptir."[4]
Peki¸ tüm bedenin düzelmesi kendisinin düzelmesine bağlı olan kalp nasıl düzelir? Kalbin düzgünlüğü "takv⸠Allah'a tevekkül¸ O'nun birliğini kabul ve amellerde ihlâs ile olur; bozukluğu ise bunların yokluğundadır".[5] Bu gerçek karşısında her mümin kendisine şu soruları yöneltmeli ve cevaplarını da içtenlikle vermelidir: Kalbi Allah'ın marifetiyle aydınlanmış bir müslüman bile bile yalan konuşabilir¸ virgül kadar menfaat için mümin kardeşine nokta kadar zarar vermeyi düşünebilir mi? Salihler zümresine katılmayı hedefleyen ve ümit eden bir müslüman¸ mümin kardeşinin yararına olan bir şeyi engellemek için kirli ilişkiler içerisine girebilir mi?
Sonuç olarak söylemek gerekirse¸ bir Müslüman için en zor işlerden birisi¸ dünya hayatının aldatıcı yüzünü görmek¸ onun sahte gülücüklerine ve yalancı bakışlarına aldanmamaktır. Bu aldanıştan kurtulabilmenin en kestirme yolu¸ her müminin kısmetini takva ile araması¸ dolayısıyla dünya hayatının geçici güzelliklerine ve menfaatlerine gereğinden fazla değer vermemesidir. Gerçek zenginlik olan nefis ve kalp zenginliğine erişildiği takdirde¸ dünya nimetlerinin daha fazlasına sahip olmak çok faydalı ve arzulanan bir şeydir. Ancak nefis ve kalp zenginliğinden önce böylesi bir zenginliğe sahip olmak ya da onun arkasından koşuşturmak çok yanıltıcı ve tehlikelidir
[1] 67/Mülk 10.
[2] Buhârî¸ Sahîh¸ tahkik: Mustafa Dîb el-Beğ⸠Beyrut 1987¸ V/2368 (Hadis no: 6081); Müslim¸ es-Sahih¸ Beyrut¸ trhsz.¸ III/100 (Hadis no: 2467).
[3] 13/Ra'd 28.
[4] Buhari¸ Sahîh¸ I/28 (Hadis no: 52); Müslim¸ Sahîh¸ V/50 (Hadis no: 4178).
[5] Abdülkadir Geylânî¸ el-Fethu'r-Rabbani (Âlemlerin Anahtarı)¸ çeviri: Osman Güman¸ İstanbul 2005¸ s. 14.
Metin ÖZDEMİR
YazarSultan I. Ahmed, 18 Nisan 1590 günü Manisa’da doğdu. Babası Sultan III. Mehmed, annesi Handan Sultan’dır. Çok mükemmel bir tahsil gördü. Arapça ve Farsçayı mükemmel derecede konuşurdu. Ok atmak, kılıç...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Hayatın ayrılmaz bir parçası olan ölüm, tarih boyunca düşünürler, din önderleri ve âlimlerin varlığı anlama ve anlamlandırmalarını sağlayan temel kavramlardan biri olmuştur. Bu anlamda ölüm, şairleri ...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Yazar/ Çizer: Emily Gravett Çevirmen: Sima Özkan Yıldırım Sayfa Sayısı: 36 Yaş Aralığı: 4-6 Yayınevi/Yılı: Beta Kids Yayınları/2016 İşlenen Konular: Çevre bilinci, doğal hayat, temizlik ve düzeni...
Yazar: Tuğba Karataş AYDAN
“Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek” mefhumu, insanlara genel manada güzellikleri telkin eder. Yaratılmışların en şereflisi olan insan elbette ki, “ahsen-i takvim” olduğu için fıtrî olarak da, cismî o...
Yazar: Musa TEKTAŞ