GELECEĞİ KURMAK GELENEĞİ BİLMEKLE MÜMKÜN OLUR
“Dil kültürün anahtarıdır. Kültürse çoğu kez sanıldığı gibi ait olduğu milletin yalnızca dünü ve bugünü değil¸ ihtiyaç duyduğunda kendi kaderini belirleyecek cesaret ve kudretin kaynağı olması hasebiyle aynı zamanda o milletin yarınıdır.”
“Dil kültürün anahtarıdır. Kültürse çoğu kez sanıldığı gibi ait olduğu milletin yalnızca dünü ve bugünü değil¸ ihtiyaç duyduğunda kendi kaderini belirleyecek cesaret ve kudretin kaynağı olması hasebiyle aynı zamanda o milletin yarınıdır.”
Doç. Dr. Ömür CEYLAN
1970 yılında İstanbul'da doğdu. Almanya'da başladığı eğitim hayatına Türkiye'de devam etti. Trakya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi (1992). Milli Eğitim Bakanlığı burslusu olarak Kuveyt Üniversitesi Dil Öğretim Merkezi'nde bulundu (1997). Eski Türk Edebiyatı alanında doktor (1999) ve doçent (2004) oldu. Ankara¸ Trakya¸ Onsekiz Mart ve Gaziantep Üniversiteleri'nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Tasavvufî Şiir Şerhleri (2000)¸ Hânedânda Bir Âsî (Âsaf Dîvânı) 2004¸ Kuş Cenneti Şiirimiz (Klâsik Türk Şiirinde Kuşlar-2004)¸ Önce Aşk Vardı (Şiirin Aynasında Osmanlı Kültürü Üzerine Denemeler-2005)¸ Böyle Buyurdu Sûfî (Tasavvuf ve Şerh Edebiyatı Araştırmaları-2005) ve Hazâna Sürgün Bahâr (Keçecizâde İzzet Molla ve Dîvân-ı Bahâr-ı Efkâr-Ozan Yılmaz'la beraber-2005) adlı eserlerinin yanı sıra ulusal ve uluslar arası pek çok dergide makaleler¸ denemeler yayımladı. Halen İstanbul Kültür Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
* Seyyid Osman Hulusi Efendi¸ tasavvufi şiir geleneğimizin yetiştirdiği son devir üstatlarından biridir. Eğitim ve birikimini şairane duyuşlarla birleştiren Osman Hulusi Efendi¸ seleflerini çok iyi tetkik etmiş¸ mensup olduğu şiir geleneğinin kural ve sınırlarını son derece iyi kavramış bir mutasavvıf-şairdir. Hulusi-i Darendevi Divanı¸ söyleyiş güzelliği¸ samimi dili ve etkili üslubu ile dini-tasavvufi Türk şiiri geleneğimizin son büyük eserlerinden biridir.
* Temel özelliği maddeden ziyade mânânın ön plana çıkarılarak¸ düşüncenin ve dolayısıyla insanın olgunlaşmasını sağlamak; böylece derinlikli ve çok boyutlu bir kavrama refleksi geliştirmek olan evrensel bir faaliyetin İslâm medeniyeti dairesinde şekillenmiş biçimine tasavvuf diyoruz. Prensipleri Peygamber efendimizin hayatından devşirilen bir öğreti durumundaki tasavvufun¸ gelenek ve ritüelleri ise sahabe ve bir sonraki nesil olan tabiînden itibaren oluşmaya başlamıştır.
* Geleneği ve ondan yararlanmayı iyi tahlil ettiğimiz takdirde sorunlarımızın büyük kısmını çözebileceğimizi düşünüyorum. Dün¸ geçmiş ve gelenek; günümüzde ne yazık ki eskimişlik ve tutuculuğu da beraberinde çağrıştırır oldu. Halbuki 'gelenekten yararlanmak'la kastedilen¸ tarihin bir takım karanlık labirentlerine dönerek orada kalmak değildir.
Son yıllarda Divan edebiyatı¸ tasavvuf araştırmaları ve kökü gelenekte olan edebiyat çalışmalarının fazlalığı dikkat çekiyor. Bu konularda ortaya konulan birbirinden önemli eserleri kaleme alan yazarların¸ şairlerin ve akademisyenlerin¸ kadîm edebiyat geleneğimizi ihya etmek ve üzerine örtülen külleri temizlemek yolundaki çalışmaları takdire şayan…
İstanbul Kültür Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç.Dr. Ömür Ceylan da¸ bu köklü ve fakat henüz yeterince künhüne varılmamış Divan geleneği üzerinde çalışmalar yapan genç bir edebiyat adamı. Ceylan'la gelenek¸ tasavvuf¸ Divan edebiyatı¸ popüler kültür eksenli bir söyleşi gerçekleştirdik; sunuyoruz…
Ülkemiz yüksekokullarında edebiyat eğitimi bir geleneğin devamı gibi ama ustalar dönemi kapanıyor. Sizce geleceğin eğitim planlamasında edebiyat eğitiminin yeri ne olmalı?
Üniversitelerimizde yürütülen Türk dili ve edebiyatı eğitimi gerçekten de temelleri ehil ellerce atılmış gelenekli ve seviyeli bir programa dayanır. Fuat Köprülü¸ Reşit Rahmeti Arat¸ Ahmet Caferoğlu¸ Ali Nihat Tarlan¸ Ahmet Hamdi Tanpınar ve adlarını burada anamadığım diğer hocalarımız¸ arkalarında yalnız mükemmel ilmi eserler bırakmadılar. Aynı zamanda seçkin öğrenciler de yetiştirdiler. Nitekim parmakla sayılabilecek kadar sınırlı sayıdaki bu benzersiz ilim adamlarının attıkları sağlam temelledir ki bugün sayamadığımız kadar üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı Bölümleri eğitim verebilmektedir. Kendilerine çok şeyler borçlu olduğumuz bu hocalarımızı farklı kılan öncelikli özellikleri şüphesiz genelde "eğitim"in ve özelde "Türk dili ve edebiyatı eğitimi"nin önemini hakkıyla kavramış olmaları idi. Bıraktıkları ölümsüz eserler gösteriyor ki onlar işlerine aşkla bağlıydılar. Türkçe'nin ve Türk Edebiyatı'nın sıradan bir eğitim branşı olmadığını; ancak ve yalnız kültürel ivme ile başarılabilecek olan medeniyet hamlelerinin fakir bir dil ve cılız bir edebiyat birikimiyle gerçekleşemeyeceğini çok iyi biliyorlardı.
Dil kültürün anahtarıdır. Kültürse çoğu kez sanıldığı gibi ait olduğu milletin yalnızca dünü ve bugünü değil¸ ihtiyaç duyduğunda kendi kaderini belirleyecek cesaret ve kudretin kaynağı olması hasebiyle aynı zamanda o milletin yarınıdır da. Türkçe ve Türk edebiyatı eğitiminin yakın ve uzak vadeli eğitim planlamalarımızda konumlanacağı yer bu açıdan ele alınmalı¸ yarının Türk aydınları olmalarını beklediğimiz çocuklarımıza özellikle orta öğretimde meselenin önemi kavratılmalıdır.
Hayat Anlayışımız Değişiyor
Eğitim¸ aynı zamanda 'bize ait olan'ı da yaşatan ve taşıyan bir anlayışla yürütülmeli. Geçmiş zamanlarda¸ eserleriyle zirvede olmuş bilim adamları¸ öğretim üyeleri aynı zamanda hoca idi ve medeniyetin de taşıyıcıları idiler. Sizce dünyada ve ülkemizde ne değişti?
Değişen aslında dünyanın kendisi. İhtiyaçları farklılaşan ve bu farklı ihtiyaçlarla hayat standardını yükselten modern insan¸ maddenin manadan önemli olduğuna şartlandı/şartlandırıldı. Bir başka deyişle 'bize ait olan'ı yaşatmak için önce 'bizim' belirli ölçülerde yaşamamız gerektiğine inanır olduk. "Parayla saadet olmaz"¸ siyah-beyaz Türk filmlerinde kalan çok eski bir replik artık. Pek çoğumuzun zihninde¸ mutluluk maddi refahla başat bir kavram. Hangimiz çocuklarımızı çok iyi gelirleri olan meslekler seçmeye teşvik etmiyoruz ki?! Değişen dünya¸ beklentilerimizi; beklentilerimiz de hayat anlayışımızı değiştiriyor. Her devirde ve her yerde olabilecek suiistimalleri de hesaba katınca ne yazık ki "eğitim" gibi hayatî meselelerimizde dahi fasit dairelere hapsoluyoruz.
Şiir ve Tasavvuf İçiçe
Tasavvuf¸ eski şiir geleneğimizin olmazsa olmazı idi. Türk şiirinin bütün dallardaki verimlerine baktığımızda tasavvufî terminolojinin¸ yansımanın izleri görülür. Tasavvufun tarifinden başlayarak bu özelliğimizi neden kaybettiğimiz konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Temel özelliği maddeden ziyade mânânın ön plana çıkarılarak¸ düşüncenin ve dolayısıyla insanın olgunlaşmasını sağlamak; böylece derinlikli ve çok boyutlu bir kavrama refleksi geliştirmek olan evrensel bir faaliyetin İslâm medeniyeti dairesinde şekillenmiş biçimine tasavvuf diyoruz. Prensipleri Peygamber efendimizin hayatından devşirilen bir öğreti durumundaki tasavvufun¸ gelenek ve ritüelleri ise sahabe ve bir sonraki nesil olan tabiînden itibaren oluşmaya başlamıştır. Uzun asırlar boyunca büyük bir coğrafyada hüküm sürmüş bir düşünce sistemi olarak da çeşitlenmiş¸ özde bir fakat ayrıntılarda farklılaşan alt şubelere ayrılmıştır. Hemen bütün ilkelerini içe ve manaya dönük biçimde sistemleştiren böylesi bir düşünce hareketinin zaman içerisinde çıktığı uzun yolculuk sırasında en yakın dostu da elbette yine kendisi gibi iç dünyaların fethini hedefleyen "sanat" olacaktır. Sanatın en nüfuzlu kolu olan "şiir"inse tasavvufla çok daha özel bir ilişkisi vardır. Şiir ve tasavvuf¸ yüzyıllardır öylesine iç içe geçmiş durumdadır ki artık birbirlerinin tabii birer ifade vasıtası halindedirler. Günümüzdeki duruma gelince. Çağdaş edebiyatın geçmişi yansıtmayan görüntüsüne ihtiyatla yaklaşmak gerekir kanaatindeyim. Gelenekler kendilerini yenileyerek ve tekrar tekrar üreterek devam edebilirler. Yeni edebiyatımızı eskinin kuru bir devamı ve taklitçisi olarak görmeyi zaten arzu etmiyoruz. Fakat gelenek¸ hem sanatçılarımızın dönüştürerek üretecekleri hem de okurların estetik duyuşlarını geliştirecekleri bir kaynak hükmündedir. Her iki kesimin de bu noktada gayret göstermeleri gerekir. Şiir geleneğimizle aramızdaki mesafeyi ancak gayret ve özveri ile kapatabiliriz.
Gelenekten Yararlanmalıyız
Popülizm¸ bütün dünya toplumları gibi Türk insanının dengesini de derinden sarstı ve değiştirdi. Bu tersine gelişimin üstesinden gelebilmek için insanımızın yeniden geleneksel kodlara dönmesi yeterli olabilecek mi?
Geleneği ve ondan yararlanmayı iyi tahlil ettiğimiz takdirde sorunlarımızın büyük kısmını çözebileceğimizi düşünüyorum. Dün¸ geçmiş ve gelenek; günümüzde ne yazık ki eskimişlik ve tutuculuğu da beraberinde çağrıştırır oldu. Halbuki 'gelenekten yararlanmak'la kastedilen¸ tarihin bir takım karanlık labirentlerine dönerek orada kalmak değil. Geçmiş¸ bugünü kavramak ve geleceği doğru planlamak için okunur/hatırlanır. Aslolan eski güzellikleri devam ettirmenin yanı sıra geçmiş hataları da tekrar etmemektir. Unutulmamalıdır ki hem insanımız hem de edebiyatımız ancak üzerinde yaşadığımız coğrafyaya ayaklarını basarak sıçrama yapabilir.
Modern Hayatta Geleneğin İzi
Siz Divan edebiyatı konusunda ülkemizin yetiştirdiği önemli ve genç akademisyenlerden birisiniz. Günümüzde Divan şiiri geleneğine bağlı genç isimlerin ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Divan edebiyatı¸ düne kadar büyük çoğunluğumuzun ya anlamadığı ya da yanlış anladığı bir edebi gelenekti. Fakat son yıllarda sevindirici gelişmeler oldu. Türkçe'nin klasik vasfını haiz pek çok metne kavuştuğu bu dönem artık ön yargılardan sıyrılarak konuşulup tartışılabiliyor. Bunda elbette divan edebiyatı araştırmalarının yaşayan en büyük isimlerinden biri olan hocam Prof. Dr. İskender Pala'nın büyük emekleri ve katkısı var. Hocamın yazdığı onlarca kitap ve yaptığı yüzlerce konuşma yalnız divan edebiyatının sevdirilmesine değil¸ modern edebiyatımızın gelenekle daha sağlıklı ilişkiler kurmasına da zemin hazırladı. Artık en genç şairlerimizin dizelerinde bile divan şiirinin izlerine rastlanabiliyor; Osmanlı tarih ve medeniyetine dair romanlar çok satan eserler arasına girebiliyor. Bu ilgiyi ve gayreti arttırarak devam ettirmemiz gerektiğine inanıyorum.
Tasavvuf Özgün Bir Alandır
"Tasavvufi Şiir Şerhleri" kitabının da yazarı olarak edebi geleneğimizin geçmişine dair doyurucu eserler kaleme alınmamasını neye bağlıyorsunuz? Mesela tasavvuf¸ dünkü ve bugünkü toplum hayatının neresinde duruyor?
Geçen uzun asırlar kütüphanelerimizi dolduran metinlerle aramıza aşılması güç mesafeler koydu. Özellikle edebî metinler hayatın ve kültürün her alanından beslendiği için günümüz araştırmacılarını fevkalade bir birikim edinmeye zorlar mahiyettedir. Osmanlı dönemine ait manzum bir metne nüfuz etmek için eski harfleri bilmekten çok daha öte bir donanıma ihtiyaç vardır. Ülkemizde bilimsel çalışma yapmanın maddî ve mânevî pek çok güçlük taşıdığı konusunu ise tekrar etmek istemiyorum. Bütün bunlarla birlikte son derece nitelikli çalışmalar ortaya konuyor. Yapılan akademik tezlerin ne yazık ki çok küçük bir kısmı yayımlanabildiğinden katedilen mesafe fark edilmiyor. Tasavvufsa özgün bir alandır ve tabii olarak tasavvuf araştırmaları da kendine özgü güçlükler taşır. Asırlar boyunca toplumsal hayatın önemli dinamiklerinden biri olarak "içtimai"¸ mutasavvıfların resmî otoriteyle ilişkileri yönüyle "siyasi"¸ şark aleminin düşünce tarihini şekillendirmesi bakımından "felsefî" ve nihayet sözlü-yazılı edebiyatın ayrılmaz bir parçası oluşuyla da "edebî" açılımları olan çok yönlü bir öğretidir tasavvuf. Dahası XIII-XIX. asır Anadolu coğrafyasında ortalama bir aydın vasfı kazanmak için elde edilmesi gereken ilimlerden de biridir. Geçmişteki canlılığını bugün devam ettirmiyor olsa da günümüze yansıyan çok önemli izleri bulunmaktadır.
Osmanlı Bir Şiir Medeniyeti İdi
"Önce Aşk Vardı" isimli eseriniz¸ Osmanlı kültürünü şiirin aynasından okumayı hedefliyor. Osmanlı medeniyeti şiir medeniyetidir tespitine katılır mısınız? Osmanlı ile şiirin ilişkisi nasıl olmuştur?
Osmanlı kültürü içinde şiir¸ tahminlerimizin ötesinde bir anlam ve misyon taşır. Alfabenin öğretilmesinden en girift bilimsel eserlere kadar şiirden yararlanan Osmanlı aydını¸ zarif ve duyarlı bir hayat anlayışının bütün topluma yayılmasında şiirin vazgeçilmez bir araç olduğuna inanır. Şairleri himaye etmek bir devlet geleneği olarak kabul edilir. Şairin hak ettiği saygınlığa kavuşması¸ şiiri özgür bir iklim kılmıştır adeta. Divan şairleri arasında Osmanlı sultanları¸ paşalar¸ ilim adamları ve eski tabirle dirlik sahibi kimseler bulunduğu gibi okuma yazma bilmeyenler¸ örgün bir eğitim almamış olanlar¸ ve hatta gayr-i müslimler dahi vardır. Esnaftan devlet adamlarına kadar şiir yazıp okuyan¸ sözlüklerini ve gramer kitaplarını dahi manzum olarak düzenleyen bir toplumun medeniyeti elbette "şiir medeniyeti" vasfını hak edecektir.
İhtiyat Ölçüsünü İyi Ayarlamalı
Geçmişe öykünmek¸ geçmişin güzellikleriyle bugünü ihya etmeye çalışmak ve anlamlandırmak neredeyse bir moda halini almış durumda. Fakat Mevlâna'nın deyişiyle her gün¸ dün dünde kaldı demek gerek. Bu ayrıştırmayı nasıl yapacağız?
Doğrusu geçmiş¸ yararlanmaya olduğu kadar suiistimallere de açık bir alan. Kimi zaman bu suiistimalleri önlemek için ihtiyatlı davranmak gerekebilir tabii. Fakat bu ihtiyatın ölçüsünü iyi ayarlamak lazım. Nesillerimizin tarih ve kültür bilincinden uzak yetişmesine sebep olacak reflekslerin iyi neticeler vermediğini yaşayarak görüyoruz. Geçmişe özlem duyup ona öykünerek yaşamak ne kadar büyük bir hata ise başka kültürlerin bugününe özenip onlara benzemeye çalışmak da o derece büyük bir tehlike. Kültür ve medeniyet tarihimizi¸ zihinlerimizde nostaljik birer hayat alanı oluşturarak orada yaşamak için değil¸ bugünün ve geleceğin dünyasında hür ve kişilikli bir yer edinebilmek için öğrenmeliyiz.
Osman Hulusi Efendi Bir Üstad
Biraz da tasavvufi şiir geleneğinden bahsedelim isterseniz. Yunus'tan bugüne şiir geleneğimizin bu ayağında da çok önemli isimler yetişmiş. Kaygusuz Abdal¸ Niyazi-i Mısrî¸ Sunullah Gaybî¸ Aziz Mahmud Hüdayi¸ İsmail Hakkı Bursevî ve daha nice tasavvuf büyüğü şiirle de meşgul olmuşlar. Hatta dînî-tasavufî şiir geleneğinin son asırda da temsilciler yetiştirdiğini biliyoruz. Bu noktada "Divan-ı Hulusi-i Darendevi"den hareketle Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi'nin gelenek içerisindeki yeri hakkında neler söyleyebilirisiniz?
Dini-tasavvufi Türk edebiyatı¸ tasavvufi Türk edebiyatı¸ Türk tasavvuf edebiyatı¸ Tekke edebiyatı vb. isimlerle anılan tasavvufi şiir geleneğimiz¸ kelimenin tam anlamıyla bir şiir dehası olan Yunus Emre ve takipçileri tarafından oluşturulmuştur. Şiir ve tasavvufun asırlara dayanan birlikteliği¸ usul ve tavırları farklı bütün sufi zümreler içerisinde şiirin bir eğitim aracı olarak kullanılmasını sağlamıştır. Divan şiiri ve saz şiiri gibi vadilerden farklı özellikler arz eden bu gelenek¸ mümkün olduğunca sade bir dille en karmaşık hakikatlerin izlerini sürer. Kelime¸ hayal¸ imaj¸ ölçü ve şekil bakımından komşu geleneklerden faydalanırken¸ komşu gelenekler de ruh ve manaya dayalı estetik bir zemini ondan yararlanarak kurarlar. Bütün büyük temsilcileri şiirle uğraşan¸ hatta verilen eğitim sırasında şiirden fonksiyonel olarak faydalanan bir gelenek¸ yaşadığı müddetçe şiirini de yaşatacaktır elbette.
Seyyid Osman Hulusi Efendi¸ tasavvufi şiir geleneğimizin yetiştirdiği son devir üstatlarından biridir. Eğitim ve birikimini şairane duyuşlarla birleştiren Osman Hulusi Efendi¸ seleflerini çok iyi tetkik etmiş¸ mensup olduğu şiir geleneğinin kural ve sınırlarını son derece iyi kavramış bir mutasavvıf-şairdir. Tam da geleneğe uygun bir şekilde hem aruz hem de hece ölçüsüyle yazılmış şiirlerden oluşan Hulusi-i Darendevi Divanı¸ söyleyiş güzelliği¸ samimi dili ve etkili üslubu ile dini-tasavvufi Türk şiiri geleneğimizin son büyük eserlerinden biridir.
Gençler Kendilerini Tanımalıdır
Geleceğin toplumunu yönetecek ve ileriye götürecek gençlere bir öğretmen olarak neleri tavsiye edersiniz?
Doğrusu gençlerin tavsiyelerden çok da hoşlanmadığını kendi gençlik yıllarımdan bilirim. Okumayı sevmeleri¸ programlı ve sistemli çalışmaları gibi çokça duydukları beylik tavsiyelerde bulunmak istemiyorum o yüzden. Şükürler olsun ki ahlakî değerler bakımından da parmakla gösterilecek kadar temiz ve düzeyli bir gençliğe sahibiz. Benim onlara tek tavsiyem kıymetlerinin ve kudretlerinin farkında olmalarıdır. Bizim gençliğimiz doğruyu yanlıştan ayırabilecek duyarlıkta ve maharettedir¸ yeter ki özgüvenlerine olumsuz müdahalelerde bulunulmasın.
Özcan ÜNLÜ
Yazar“Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek” mefhumu, insanlara genel manada güzellikleri telkin eder. Yaratılmışların en şereflisi olan insan elbette ki, “ahsen-i takvim” olduğu için fıtrî olarak da, cismî o...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Yavuz Sultan Selim’in kısa süren saltanatından sonra Osmanlı Devleti’nin başına geçen oğlu Kanûnî Sultan Süleyman da babası ve dedeleri gibi tasavvufa meyilli bir padişahtı. Hatta o tasavvufa meyli ba...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Osmanlı padişahlarının onuncusu, 89. İslâm halifesi olan ve “Muhteşem Süleyman” olarak anılan Kanûnî Sultan Süleyman 1494 (bir rivayete göre ise 1495)’te, babası Yavuz Sultan Selim’in sancakbeyi (vali...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Aşksızlara verme öğüt¸ Öğüdünden alır değil Aşksız âdem hayvan olur¸ Hayvan öğüt bilir değil. Yunus EmreAşksızlara verme öğüt¸ Öğüdünden alır değil Aşksız âdem hayvan olur&...
Yazar: Özcan ÜNLÜ