Geç Gelen Erken Biten Saltanat: SULTAN II. SÜLEYMAN
15 Nisan 1642’de İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Sultan İbrahim, annesi Saliha Dilâşub Sultan’dır. Annesi dindar, temiz, dürüst ve akıllı bir kadındı. Oğluna gerekli bilgileri bir yandan kendisi vermeye çalışırken, bir yandan da hocalar tutup özel dersler aldırdı. Tokatlı Ahmed Efendi’den hat talimi gördü, özellikle sülüs ve nesihte başarı gösterdi. Hayatının 40 yılını Topkapı Sarayı’nda Şimşirlik denen özel odada geçirdi. Günleri lalası ve birkaç saray hizmetkârı ile birlikte geçiyordu. Sabırlı olmaya, Allah’a dayanmaya çalışarak şehzadelik dönemini atlatmaya çalıştı. Kendisini ibadete, Kuran ve diğer dinî eserleri okumaya verdi. Geç Gelen Padişahlık Bir gün kardeşi IV. Mehmed’in tahttan indirildiğini duydu. Yeni padişahın kim olacağından haberi yoktu. Birden bazı devlet adamları ve saray görevlileri odasına girdiler. Şehzade Süleyman çok telaşlandı. Kendisine bir zarar vereceklerini zannetti. Ve şöyle dedi: “Ağalar, idamımız emir olundu ise söyleyin, iki rekât namaz kılalım, ondan sonra emri yerine getirin. Kırk yıldır hapislik çekerim. Her gün ölmektense bir gün ölmek iyidir! Bir can için bu çektiğimiz nedir?” Fakat kendisini tahta çıkarmaya geldikleri bildirilince, önce şaşırdı, sonra da rahatlayıp sevindi. Tahta çıktığında 46 yaşındaydı. Hemen işe koyuldu; Siyavuş Paşa’yı sadrazam tayin etti. Ondan isteklerini şöyle sıraladı: “Allah’ın emri üzerine hareket edip, aksini yapmaktan sakın. Allah rızasını kazanalım. Kırk yıldır süren hapis hayatında günlerimi üzüntü içinde geçirdim. Şimdi yeniden dünyaya gelip gözlerimi açtım. Her tarafı büyük bir karışıklık içinde gördüm. Hep birlikte millete hizmet edelim. Allah’ın kullarını memnun etmeye çalışalım.” Kaynayan İstanbul Tahta çıkar çıkmaz İstanbul’da yeniçerilerin ve ağalarının çıkardığı olaylarla karşılaştı. Padişahtan yüksek miktarda cülûs bahşişi istiyorlardı. Fakat hazinede isteklerini yerine getirecek miktarda para yoktu. Üstelik Avusturya’ya karşı acilen sefere çıkılması gerekiyordu. Çünkü Avusturya topraklarımıza saldırıyor, sınır kalelerimizi işgal ediyordu. Bunun için de paraya ihtiyaç vardı. Fakat yeniçeriler laftan anlayacak gibi değildi. Devlet çaresiz duruma düştü. Vaat edilen meblağ için yeterli nakit bulunamadığından, sadrazamın emriyle Enderun Hazinesi ve Saraydaki gümüş ve altın kap kacak, kılıç vb. eşyalar darphaneye gönderilip para kestirildi. Fakat bu da kâfi gelmeyince varlıklı kimselerden imdâdiyye adı altında vergi alınması kararlaştırıldı. Bu şekilde askerlerin bahşişleri dağıtıldı ve çıkardıkları patırtılar önlendi. Allah’ını, Peygamberini Seven Gelsin! Bir gün yeniçeriler, İstanbul’da Emir Efendi isimli bir esnafın dükkânını yağmaladılar. Olaya dayanamayan esnaf, eline geçirdiği bir sırığın ucuna mendil takarak dışarı fırladı ve avazı çıktığınca bağırdı: - Allah’ını, Peygamber’ini seven, sancak altına gelsin! Çoktandır yeniçerilerin taşkınlıklarından yılan çevredeki esnaf, dükkânlarını kapatıp toplanmaya başladı. Olayı duyan çevre semtlerdeki esnaf da koşup geldi. Kalabalık kısa sürede 5-6 bine ulaştı. Emir Efendi bu topluluğun başına geçti. Topluluk saraya doğru yürüyüşe geçti. Sarayın avlusuna varıldığında kalabalık 12 bine ulaştı. Aralarından bir temsilci seçerek, Padişah II. Süleyman’a dertlerini şöyle anlattılar: - Zorba yeniçerilerin elinde harap olmaktan bıktık! Adaletli bir padişahsın. Hakkımızı al! Malımız mülkümüz yağmalandı. Zorbalara cezasını ver. Peygamber sancağını açalım, haklarından gelelim... Padişahın da aradığı buydu zaten... İstanbul’da düzeni ve otoriteyi sağlayıp, karışıklıklara, yeniçerilerin taşkınlıklarına son vermek için fırsat kolluyordu. Din ve devlet adamlarını yanına çağırarak, Peygamber Efendimizin (sav) mübarek sancağının dışarı çıkarılmasını emretti. Sancak, sarayın orta kapısına dikildi. Sonra padişah gelerek topluluğa şöyle hitap etti: - Zorba eşkıyalar üzerine sancağı çıkardım. Peygamber ümmetinden olan, sancağın altında toplansın, bana itaat etsin! Din adamları, devlet adamları, yeniçeri ağaları, beyler ve kalabalık halk grupları sancak altına geldi. Askerlerin önemli bir kısmı da toplandı. Zorbalık ve eşkıyalık yapan askerler ne yapacaklarını bilemez olup, yalnız kaldılar. Bu olayla padişah, İstanbul’da güvenlik ve huzuru sağladı. Önce padişah olmuş, şimdi de devlete ve İstanbul’a hükmetmişti. Kargaşa ve bunalım günleri artık geride kalmıştı. Şimdi devleti yeniden toparlamanın, ayağa kaldırmanın, içeride ve dışarıda yaraları sarıp, itibarı tazelemenin zamanıydı. Ordunun Başında Avusturya Seferi Osmanlı’nın padişah değişikliğinden ve iç karışıklıklardan faydalanan Avusturya, Eylül 1688’de Belgrad’ı işgal etti. Eğriboz ve Ur’da, ordularımız bazı başarılar elde etse de durum pek iç açıcı değildi. Vakit kaybetmeksizin Avusturya’ya cevap verilmesi ve büyük bir sefere çıkılması lazımdı. Padişah II. Süleyman da ordumuzun moral ve gayretini yükseltmek için sefere katılma kararı aldı. Haziran 1689’da Padişahın komutasındaki Osmanlı Ordusu, Avusturya üzerine sefere çıktı. Glavoda ve Orsova kaleleri düşmandan geri alındı. Ordumuz, seferini zaferlerle süsleyerek Edirne’ye döndü. Ah Kanije! Dört yıldan beri Kanije Kalesi Avusturya saldırılarına direniyordu. Yoğun top atışları kaleyi harap etmişti. Kale komutanı Mustafa Paşa, birkaç yüz askerle binlerce düşmana karşı koymaya çalışıyordu. İlaç, yemek ve su ihtiyacı son sınıra dayanmıştı. Asker, yara bereden ve hastalıktan kırılmış, açlık ve susuzluktan dermanı kesilmişti. Artık dayanılacak ve direnecek hâl yoktu. Sonunda kale komutanı ağlaya ağlaya Kanije Kalesi’ni teslim etti ve düşmanla anlaştı. Takvim yaprakları, 11 Temmuz 1690’da takılmıştı. Kanije, Kanunî’nin ve Tiryaki Hasan Paşa’nın hatırası ve hediyesi idi. Kara haberi alan padişah II. Süleyman, kederinden hüngür hüngür ağladı. Büyük Teselli: Belgrad Kanije Kalesi’nin Avusturya’nın eline geçmesi Osmanlı Devleti’ni derinden yaraladı. Hızla sefer hazırlıklarına başlandı. Sadrazam Fazıl Mustafa Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu, Temmuz 1690’da Belgrad Seferine çıktı. 1690’da Dragman’da Avusturyalıları yendi. Çok zorlu ve destansı bir mücadele verilerek Belgrad tekrar fethedildi. Belgrad’da bulunan Hıristiyan halka iyi davranıldı. Yiyecek dağıtıldı, çiftçi ailelere birer çift öküz, tohumluk buğday verildi. Ordumuzla savaşanlardan pişman olanlar bağışlandı. Osmanlı’nın bunca iyiliği karşısında düşmanlıklarından dolayı özür dilediler. Hatta büyük bir kısmı Müslümanlığı bile kabul etti. Ani Vefatı Sultan II. Süleyman, bir süredir böbrek yetmezliği veya istiskadan (karında su birikmesi, ödem) rahatsızdı. Avusturya seferi dönüşünde hastalığı daha da şiddetlendi. Vücudu şişiyor, ağrıları tahammül edilemez bir hâl alıyordu. Yataktan kalkamıyor, ayakta duramıyordu. O hâliyle bile şikâyet etmiyordu. Sabrediyor ve Allah’a şükrediyordu. Çektiği acı ve ıstıraplar karşısında hep şöyle dua ediyordu: “İnşallah günahlarıma karşılıktır, Allah’ın affına vesile olur!” 22 Haziran 1691’de Edirne’de ruhunu Allah’a teslim etti. Yaklaşık 50 yaşındaydı. Tahta çıkması geç olmuş, ama erken bitmişti. Hükümdarlığı ancak 3 yıl 8 ay 2 gün sürmüştü. Cenazesi havaların sıcak olması sebebiyle bir buz arabasında İstanbul’a getirildi. Kanunî Sultan Süleyman Türbesi’ne gömüldü. İlginç Yönleriyle Kişiliği ve Padişahlığı Orta boylu, iri yapılı, doğan burunlu, yuvarlak yüzlü, siyah kır sakallı idi. Çok dindar ve derviş meşrep bir padişahtı. İbadetlerini aksatmaz, devamlı Kur’an-ı Kerim ve dinî eserler okurdu. Dünyanın süs ve cazibesine aldırış etmezdi. İyi huylu, güzel ahlâklı, nazik, merhametli, anlayışlı, hoşgörülü, cesur ve vatansever bir hükümdardı. İyi bir hattat, orta seviyeli bir şairdi. Padişahlığı süresince herkesi memnun etmeye, yumuşak davranmaya çalıştı. Kaba kuvvetten asla hoşlanmaz, işini hep tatlılıkla çözerdi. Şimşirlikteki uzun süren şehzadelik hayatının tesiriyle kırılgan bir tabiata sahipti. Yapılan iyilik ve kahramanlıkları daima ödüllendirir, ikramı severdi. Padişahlığının ilk yılları İstanbul’da yeniçerilerin çıkardığı karışıklıkları bastırmak, bozulan devlet düzenini iyileştirmek ve askerî yenilgilerin yaralarını sarmakla geçti. Asayişi ve huzuru kısmen de olsa sağladı. Avusturya’nın eline geçen birçok yeri geri aldı. İçerde ve dışarıda güvenlik ve hâkimiyeti sağlayarak millete ve devlete rahat bir nefes aldırmayı başardı. İki çocuğu dünyaya gelse de ömürleri kısa sürdü. Bazı rivayetlere göre de hiç çocuğu olmadı. 11 Temmuz 1688’de meydana gelen İzmir depreminde burçları yıkılan Sancakburnu Kalesi, onun zamanında civardan toplanan paralarla tamir edildi. 7-8 Haziran 1690’da zuhur eden Eyüp Yangınında zarar gören Eyüp Sultan Camii kısa sürede onarıldı. Kaynakça: Naîmâ, Târîh, Haz: Mehmet İpşirli, C.3-4, Ankara, 2007; Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i Vekayiât, Haz: Abdülkadir Özcan, Ankara, 1995; Dimitri Kantemir, Osmanlı İmparatorluğunun Yükseliş ve Çöküş Tarihi, Çev: Özdemir Çobanoğlu, C.3, Ankara, 1980; Silâhdar Fındıklılı Mehmed, Silahtar Tarihi, C.2, İstanbul, 1928; Râşid Mehmed Paşa, Tarihi Râşid, C.2, İstanbul, 1282; Ahmed Refik, Hicrî On İkinci Asırda İstanbul Hayatı (1100-1200), İstanbul, 1988; Bekir Kütükoğlu, “Süleyman II”, İA, C.11; Abdülkadir Özcan, “Süleyman II”, DİA, C.38, İstanbul, 2010.
İsmail ÇOLAK
Yazar7.Hadis: "Benden önce Allah'ın ümmetine gönderdiği her peygamberin, sünnetine tâbî olan, emirlerine uyan havârîleri ve arkadaşları vardı. Fakat onların arkasından dâimâ, yapmadıklarını söyleyen, em...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Kösem Sultan'la Hatice Turhan Sultan'ın İktidar Mücadelesi ve II. Süleyman Yaygın kanaate göre 15 Nisan 1642/15 Muharrem 1052'de İstanbul'da dünyaya gelen Sultan II. Süleyman, Osmanlı padişahlarını...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Siyonistlerin, Osmanlı’yı inkıraza uğratma ve Filistin’de Siyon devletini inşâ etme projesinin hayata geçmesi açısından patlak veren Birinci Dünya Harbi, en elverişli ortam ve altın bir fırsat mesabes...
Yazar: İsmail ÇOLAK
İnsan, Yüce Allah’ın yaratmış olduğu en şerefli varlıktır. Yaratılıp bu dünyaya gönderilerek başıboş bırakılmamıştır. İnsanın yaratılışının bir gâyesi vardır. İnsan yaratılış gâyesini bilmeli ve o doğ...
Yazar: Mehmet SOYSALDI