FEDAKÂRLIK ÂBİDESİ: SUHEYB-Î RÛMÎ
“Allah müminlerin canlarını ve mallarını kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır...” (Tevbe-111)
İnsanları gerçek anlamda iyiliğe ulaştıracak olan en temel ahlakî özelliklerden biri "fedakârlık"tır. Fedakârlık; insanın sahip olduğu¸ sevdiği¸ değer verdiği şeylerden hiç düşünmeden ve seve seve feragat edebilmesidir. İnandığı değerler ya da sevdiği insanlar uğruna gerektiğinde her türlü zorluk ve sıkıntıyı göze alabilmesi¸ bu konuda elinden gelenin en fazlasını yapabilecek şevk¸ azim ve iradeyi kendisinde bulabilmesidir. Kendi menfaatleriyle¸ inandığı değerler ya da sevdiği insanların menfaatleri arasında seçim yapması gerektiğinde kendi çıkarlarından vazgeçebilmesi¸ bu uğurda maddî manevî her türlü özveride bulunabilmesidir.
Bir ayette Cenab-ı Hakk "İnsanlardan öyleleri de vardır ki¸ Allah'ın rızasını kazanmak için kendini ve malını feda eder. Allah da o kullarına şefkatlidir." (Bakara 207) buyurmaktadır.
Allah yolunda kendini feda edebilmek....
Malını mülkünü¸ tüm varidatını O'na (c.c) sunabilmek…
Ancak has insanların¸ yiğit müminlerin işi…
İşte Suheyb-î Rûmî'de bunlardan biri...
Süheyb (r.a)¸ Allah ve Resulü için tüm zenginliklerinden vazgeçen insanların sembolüdür. Yukarıda zikredilen ayeti kerime kendisi hakkında nazil olmuştur. Peygamber (s.a.v.)'le arkadaşlık edenlerin başında gelen bu sahabe¸ Mekke'ye sonradan gelmesine rağmen¸ kendini onlara kabul ettirmiş büyük bir şahsiyettir. Başta Rasul-ü Ekrem (s.a.v.) olmak üzere¸ Hz. Ömer gibi¸ ashabın önde gelenlerinin takdirine mazhar olmuştur.
Müslümanlıktan Önce
Dedesi¸ doğum yeri olan Musul civarındaki bir şehre¸ İran Kisra'sı tarafından idareci olarak tayin edilmişti. Fakat küçük yaşlarda iken¸ oturdukları şehir¸ Bizanslılar tarafından yağma edilince çok kimseyle birlikte¸ Küçük Süheyb de kaçırılıp esir edilir ve Rum ülkesindeki köle pazarlarında satışa çıkarılarak elden ele dolaşmaya başlar. Bir efendinin hizmetinden diğerine geçmektedir. Uzun zaman sonra onu¸ Mekke'nin ileri gelenlerinden Abdullah b. Cüd'ân satın alır. Bir müddet sonra da¸ iyi hareketlerinden dolayı azât eder. Cilve-i Rabbaniye'ye bakın ki¸ Sevgili Habib'ine arkadaş olarak murat ettiği bu zatı¸ uzun ve meşakkatli yollardan dolaştırarak¸ farklı mekânları gezdirerek değişik insanlarla tanıştırmış ve sonunda Mekke'ye getirtmiştir. Burada yanan İslâm meşalesinin etrafında halkalanan ilklerden olma şerefini kendisine bahşetmiştir. Kim bilir¸ babasının yanında kalsa¸ ailesi ile birlikte müreffeh hayatını sürmeye devam etseydi bu şerefe nail olabilecek miydi?
Müslüman Oluşu
Azat olduktan sonra Abdullah b. Cüd'ân ile anlaşıp ticaret yapmaya başladı ve hatırı sayılır bir zenginliğe kavuştu. Bu sıralarda Risalet-i Rasulullah da 'arzın merkezi'nden yeryüzünü aydınlatmaya başlamıştı. Tanıştığı Ammar b. Yasir vasıtasıyla Nurun kaynağı ile temasa geçti. O'nu (s.a.v.) görünce göğsünde imanın nuru parladı ve hemen nuraniler halkasına dâhil oldu. Ve dâhil olmasıyla¸ Mekke'de güçlü bir aşirete mensup olmayan Müslümanların maruz kaldığı¸ dağların bile dayanamadığı¸ Kureyş'in işkencelerine o da maruz kaldı. Mekke'de akrabası¸ dayanağı olmadığı için¸ müşrikler kendisine çok zulmederler¸ konuşamayacak hâle getirinceye kadar döverlerdi. Demir gömlek giydirirler¸ en sıcak günde¸ güneş altında tutulur¸ üstüne de yük bindirirlerdi.
Süheyb (r.a) bütün bunları sakin ve sabırlı bir gönülle kabul etti. Şiddetli bela¸ musibet ve acılara maruz kalmasına rağmen¸ davasında asla gevşeklik göstermedi. Biricik tesellisi Allah ve Rasulü'ne karşı büyük bir aşkla beslediği imanın yanında¸ dünyada çektiği mihnete karşı ahirette göreceği mükâfattı.
Nice ulvi ruhlar bu çeşit felaketlere uğradıkları zaman aynı şekilde hareket etmişler ve ızdırabın pençeleri onları boğmaktan aciz kalmıştı. İslamiyet’in ilk dönemlerinde özellikle zayıf ve güçsüz Müslümanlara yapılan işkenceler; onların bu işkencelere karşı gösterdikleri sabır ve fedakârlıklar eşine rastlanılmayacak cinstendi. Rabah oğlu Bilal¸ Yasir oğlu Ammar¸ Eret oğlu Habbab ve Süheyb bu işkencelere katlananlardan sadece birkaçıydı.
Hicreti
Rasul-ü Ekrem (s.a.v.) ashabına hicret izni verince¸ gizlice hazırlıklarını yapmış¸ kimseye fark ettirmeden Mekke'den çıkmanın yollarını aramaya başlamıştı. Lâkin etraflarından insanların birer ikişer kaybolmaları¸ Mekkelileri huylandırmıştı. Bunun için Suheyb(r.a)'in Mekke çıkışında etrafını kuşattılar ve "Sen Mekke'ye fakir olarak geldin. Çok mal ve servete kavuştun. Şimdi hem kendin gideceksin¸ hem bunca malı götüreceksin buna izin vermeyiz" dediler. Onlara kendisinin çok iyi ok attığını¸ okları bitinceye kadar kimsenin yanına gelemeyeceğini¸ sonra da kılıçla bu işin uzayacağını hatırlattı.
Fakat Süheyb (r.a)'in¸ Rasulullah (s.a.v.)'e olan muhabbeti¸ bağlılığı ve O'na kavuşmak arzusu¸ Medine'ye gidip ibadetlerini rahatça eda edebilmek isteği o kadar çoktu ki¸ sahip olduğu bütün mal varlığının¸ Allah Rasulü'nün sevgisi yanında hiç kıymeti yoktu. "Yanımda ve Mekke'de bulunan mallarımı size verirsem yolumu açar mısınız?" teklifini sununca hak ve hakikatlerden nasibi olmayan müşrikler hemen kabul ettiler.
Aç-susuz Medine yolundaydı artık. Gecesi gündüzü ile günler sürecek yolculuğuna başlamıştı. Artık gündüzlerine güneşin tüm yakıcılığı¸ gecelerine de çölün ayazları hâkimdi. Ama buna baştan razı olmuştu. Allah'ın rızası o gün bundaydı çünkü. Medine'ye ulaştığında tüm takatini tüketmiş¸ tükenmenin ne olduğunu bütün dehşetiyle görmüştü. Medine gözlerinin önünde tüllendiği zaman¸ ayakta duracak hali kalmamıştı artık.
Kuba'ya vardığında¸ Rasulullah (s.a.v.) onun geldiğini gördü ve sevinçle onu karşılayıp şöyle dedi: "Ya Suheyb! Alış veriş kârlı oldu." Süheyb (r.a.) sevinçle: "Vallahi¸ benden önce sana hiç kimse gelmedi. Bunu sana ancak Cebrail haber vermiştir" dedi:
Gerçekten alış veriş çok karlı olmuştu. O malını¸ tüm servetini vermiş Allah ve Resulünün rızasını satın almış¸ imanını satın almış¸ hicretini satın almış¸ âhiretini cenneti satın almıştı.
Süheyb (r.a) hicretin 38. senesinde¸ Rasulullah (s.a.v.)'in "Bir kimse Allah'a ve Ahiret gününe inanıyorsa¸ bir ananın evlâdını sevmesi gibi Süheyb'i sevsin"¸ "Süheyb ne iyi kuldur" iltifatlarına mazhar olmuş¸ köle olarak başladığı hayatında imkânsızlıklarla boğuşarak türlü işkencelere tahammül etmiş¸ Allah ve Rasulü'nün memnuniyetini hak etmiş insan olarak 73 yaşında vefat etmiştir.
Muhammed HALICI
YazarSultan I. Ahmed, 18 Nisan 1590 günü Manisa’da doğdu. Babası Sultan III. Mehmed, annesi Handan Sultan’dır. Çok mükemmel bir tahsil gördü. Arapça ve Farsçayı mükemmel derecede konuşurdu. Ok atmak, kılıç...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Yavaşça gözlerini açtı. Nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Son hatırladığı şey zıplarken bir tele takıldığı ve karnının çok acıdığı idi. Ne kadar çabalasa da o telden kurtulamamış bitap düşmüştü. ...
Yazar: Emine Yılmaz DERECİ
Ey öğrencim! Dünya sevgisinden sakın. Zira sirke saf balı bozduğu gibi dünya sevgisi de sâlih ve iyi amellerini bozar. Yetimlere, şefkat, çıplaklara elbise giydirmekle merhamet, açları doyur...
Yazar: somuncueditor
“Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek” mefhumu, insanlara genel manada güzellikleri telkin eder. Yaratılmışların en şereflisi olan insan elbette ki, “ahsen-i takvim” olduğu için fıtrî olarak da, cismî o...
Yazar: Musa TEKTAŞ