Ey Şâhım! Ne İsyân Eyledi Leylâ?
Divan şiirinde, “şair” denildiği zaman ilk olarak akla Yûnus Emre, Fuzûlî, Bâkî, Nedîm gibi kalem üstatları gelmektedir. Bu şairlerin ortak özellikleri erkek olmalarıdır. Gereksiz gibi gözüken bu bilginin vurgulanma sebebi, Divan şiirindeki meşhur şiirlerin erkek şairlere ait olmasından dolayı, kadın şairlerin varlığının bilinmemesi ya da geri planda kalmasıdır. Hâlbuki klasik şiirimizde, erkek şairler gibi beşerî ve ilâhî aşktan bahseden nice kadın şairler de vardır. Onlar gibi klasik Divan şiiri formuna uygun şiirler yazmış, divanlar tertip etmişlerdir. Mihrî Hatun, Fıtnat Zübeyde Hanım, Şeref Hanım, Adile Sultan kadın şairlerimizden sadece birkaçıdır. 19. yüzyılda yaşamış olan Leylâ Hanım da divan sahibi kadın şairlerimizdendir. Keçecizâde İzzet Molla’nın da yeğeni olan Leylâ Hanım’ın divanında 6 kaside; 8 terkîb-i bend; 122 gazel başta olmak üzere çok sayıda şiir vardır. Leylâ Hanım’ın bir gazelinden aldığımız iki beyit ve bunların şerhleri, Leylâ Hanım’ın şiir dünyasını ve estetik zevkini bizlere gösterecektir. Çeşm-i mahmûrun beni bir rütbe mecrûh itdi kim Ey tabîb-i cân u dil zahma yine sensin devâ (Ey sevgili! Mahmur bakışların beni yaraladı. Lakin ey tabibim, can ve gönül yarasının devası yine sendedir.) Beyit, sevgilinin güzellik unsurlarının başında gelen çeşmle yani gözle başlamıştır. Göz, gönül ülkesini fetheden bir komutandır. Beyitte geçtiği gibi mahmurluk da eklenirse gözün karşısında durmak, büyük cesaret örneğidir. Sevgilinin mahmur bakışları, âşığın gönlünü yaralamıştır. Bu yaralanma, kaşların bir yay gibi gerilmesi ve kirpikleri birer ok gibi âşığın gönlüne fırlatmasıyla olmaktadır. Âşık, zırhsız, miğfersiz, silahsız, zavallı bir askerdir. Kaçacağı yer dahi yoktur. Çünkü sevgiliyi gördüğü an büyülenmiştir. Bir yanda safa bir yanda da cefa okları peşi sıra âşığın gönlüne isabet etmektedir. Aşkın hem zevk hem de eziyet verdiği bir gerçektir. Bunun bilincinde olan ve cezbe hâli yaşayan âşık, gönlünü kanatsa bile oklardan kaçmamayı göze almıştır. İkinci mısrada, sevgili için hem can hem de dil tabibi ifadelerinin kullanılması dikkat çekicidir. Candan kasıt, insanın fiziki yapısı yani bedenidir; dilden kasıt da ruhudur. Sevgili, hem bedene hem de ruha şifa vermektedir. Sevgilinin bedene şifa vermesi, yine âşığın mânevî hâliyle alakalıdır. Mânevî açıdan ilâhî yahut beşerî aşkta mutlu olan âşık, beden sağlığı olarak da iyi durumda olur. Aksi hâlde, âşık yeme içmeden kesilir; bir deri bir kemik kalır. Beytin ikinci mısraı, beşerî aşkın yanında İlâhî aşktan da esintiler vermektedir. Lütuf da kahır da; hayır da şer de Allah’tandır. Derdi veren Allah, dermanı da verecektir. Bunun bilincinde olan âşık, “Zahma yine sensin devâ” diyerek derdi verenden derman dilemektedir. Niyâzî-i Mısrî’nin şu beytinin burada zikredilmesi, bu beytin anlaşılmasını daha kolay hâle getirecektir: Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş Bürhân sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş Mekr-i agyâra uyup dilden ferâmûş itdin âh Söyle ey şâhım ne ‘isyân eyledi Leylâ sana (Ey sevgili! Rakibin hilelerine aldanıp beni gönülden unuttun. Söylesene ey şahım! Leyla kulun ne günah işledi?) İlk mısraın ilk kelimeleri olan mekr ve agyâr, âşığın uzaktan yakından görmek istemeyeceği iki unsurdur. Gönlünde sevgiliden gayrısını bulundurmayan âşığın dili de kalbi de saf ve temizdir. Yalan ve hile ile işi yoktur âşığın. O, gönle sevgiliden özge bir şeyin yakışmayacağını bildiği için daima iyilikler ve güzelliklerle hemhâl olmaktadır. Âşığın, ezelden beri düşmanı olan rakip, türlü hilelerle sevgiliyi kandırmış ve ona âşığı unutturmuştur. Divan şiirinde rakip bir karakterdir. Bu karakter, şiirden şiire değişik kisvelere bürünür. Kimi zaman gülün dikeni, kimi zaman mahallenin köpeği, kimi zaman da bu beyitte olduğu gibi kimliği belirsiz bir varlık oluverir. Sürekli değişik sıfatlarla âşığın karşısına çıkan rakip, her durumda aynı menfî özellikleri taşımaktadır. Rakibin amacı, sevgiliyi âşıktan uzak tutmaktır. Birinci mısrada da söylendiği gibi, rakip kendisine yakışanı yapmış ve sevgilinin âşığı unutmasına sebep olmuştur. İkinci mısrada âşık, sevgiliye şâhım diye hitap etmiştir. Sevgili şah olursa âşık da kul olur. Sevgili-âşık arasındaki hiyerarşinin anlaşılması bakımından şah-kul ilişkisinden bahsedilmesi önemlidir. Şâh bir tanedir. Şâh’ın emri altındaki kulları ise yüzlerce, binlercedir. Ve şâh, sayısı belli olmayan bu kulların hiçbirini tanımamaktadır. Onlardan bî-haberdir. Kullar ise şâhın gözüne girebilmek için birbiriyle yarışmaktadır. Gazelin de son mısraı olan bu mısrada, şair Leyla Hanım, sevgiliden yakınlık göremediği için sitemde bulunur. Sitemini de doğrudan sevgiliye yapmamış, rakip üzerinden dolaylı olarak sevgiliye dokundurmuştur. Çünkü kulun, şaha karşı sitemde bulunması âdetten değildir. Şah haksız dahi olsa kudret onun elinde olduğu için kullara sükût yakışır. Bu yüzden âşık, kendisini unutan sevgiliye ancak rakip üzerinden bir serzenişte bulunabilmiştir. Beyitte geçen âh ve şâh ifadeleri, Allah’ı çağrıştırmaktadır. Âh kelimesindeki, elif ve he sesleri, Allah lafzının ilk ve son harfleridir. Âh, aynı zamanda âşığın zikridir. Mütemadiyen dilinde âh vardır. Âşığın âh niyazı, gönlünde yanan alevin yedi kat göğe ulaşmasını sağlamaktadır. Şah ifadesi ise âh’taki gibi şeklen değil, mana yoluyla Allah’ı hatırlatmaktadır. Nasıl ki bir iklimin bir şâhı varsa kâinatın da bir Şâh’ı vardır.
Ömer Faruk YİĞİTEROL
YazarHulûsî her bâr yâdın olup yâr Kur gizli pâzâr yârın unutma (Hul...
Yazar: Vedat Ali TOK
Bilseniz ey dostlarım ben kime mihmân idim Söylesem dil söylemez yazsam yazmaz kalemi Tasavvufî irfan geleneğimize göre âlemin özü olan insan, beden itibariyle küçüktür, ama mânâ olarak büyüktü...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Divan şiirinin engin denizlerinde kaptanlık yapan kimselerden biri de II. Mehmed ya da bir başka deyişle Fatih Sultan Mehmed’dir. Şair padişahlarımızdan olan Fatih, yazdığı şiirlerde “Avnî” mahlasını ...
Yazar: Ömer Faruk YİĞİTEROL
Dinimiz İslâm; insanın yaratılışında fıtrî olarak var olan hayâ duygusunu, Cenâb-ı Allah’ın istemiş olduğu doğrultuda mü’min şahsiyetiyle bütünleşmiş bir karakter olarak görmek ister. İnanan insan bu ...
Yazar: Musa TEKTAŞ