ES-SEYYİD OSMAN HULÛSİ EFENDİ (K.S) VE İNSAN
Bir İslâm büyüğüne¸ mutasavvıf şairine¸ insanı böyle açıklatan¸ onu kâinatın süzülmüş özü¸ varlık ve oluşların gözbebeği olarak tarif ettiren İslâm'ın bizatihi kendisidir. Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerdir.
Dinin bu iki temel kaynağına göre Allahu Teâlâ insanı yapı ve oluşların en güzeli¸ en mükemmeli içinde yaratmıştır.
Bu noktada âlemleri düşünelim. Âlem-i kebîr¸ âlem-i sağîr ve âlem-i ervâh gibi.
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
(Ey insan kendine hoşlukla saygıyla bak. Çünkü âlemin özü sensin. Sen kâinatın¸ âlemlerin¸ kevn ü mekânların gözbebeği olan insansın.)
Bir İslâm büyüğüne¸ mutasavvıf şairine¸ insanı böyle açıklatan¸ onu kâinatın süzülmüş özü¸ varlık ve oluşların gözbebeği olarak tarif ettiren İslâm'ın bizatihi kendisidir. Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerdir.
Dinin bu iki temel kaynağına göre Allahu Teâlâ insanı yapı ve oluşların en güzeli¸ en mükemmeli içinde yaratmıştır.
Bu noktada âlemleri düşünelim. Âlem-i kebîr¸ âlem-i sağîr ve âlem-i ervâh gibi.
Âlem-i kebîr büyük âlemdir. İnsandan başka bütün mahlûkattır. Büyük âlim İmam-ı Rabbanî Hazretleri:
"Âlem-i kebîrdeki mahlûkların en şereflisi ve en büyüğü arştır. Cenâb-ı Hakk'ın arşa olan tecellîsi başka mahlûklarda olan tecellîlerden üstündür. Çünkü arşa olan tecellî öteki tecellîlerin toplamıdır. Arşa olan tecellî Allahu Teâlâ'nın bütün isimleri ve sıfatları iledir. Daimî ve kesintisiz bir tecellîdir.
Kâmil bir insanın kalbi de birçok bakımdan arş gibidir. Bunun için öyle kalbe arşullah denir. Bu kalp arşa olan tecellîye yakın bir tecellîye kavuşur. Arşa olan tecellî tamdır. Ârifin kalbine ise bundan bir parçadır.
Fakat kalpte arşın mâlik olmadığı başka bir üstünlük vardır. Bu üstünlük tecellî edene şuurdur. Onu tanımaktır. Kalp tecellî edene tutulur onu sever. Arşta ise böyle bir sevgi yoktur.
Kalpte böyle bir sevgi ve şuur bulunduğu için kalp ilerleyebilir ve yükselebilir. Nitekim evliyâ zatlar böyledir. "Kişi sevdiği ile beraberdir." hadis-i şerîfi de bu yükselmeyi işaret etmektedir.
Âlem-i sağîr ise yaratılmışların hepsinden kendisinde bir numune bulunduğu için insana verilen addır. İnsan âlem-i kebîrdeki yani kendisinin dışında bulunan âlemdeki her şeyi kendisinde topladığından mahlûkların en kıymetlisi olduğu gibi kalp de âlem-i sağîrde bulunan her şeyi kendisinde bulundurduğundan çok kıymetlidir."
Nitekim Osman Hulûsi Efendi bu hususu veciz bir biçimde ifade eder.
Âlem âdem olamaz
Âdem on sekiz bin âlemi câmi'dir
İşte bu kadar kıymetli ve itibarlı¸ eşref-i mahlûkat olan insana diğer varlıkların ötesinde bir emanet bahşedilmiştir. Bu emanet akıl ve iradedir. Diğer varlıkların hiç birisinde bu yoktur.
Akıl ve irade insana bir yandan hür karar verme ve iş görme alanı diğer yandan çeşitli yükümlülük ve sorumluluklar getirmiştir.
İnsan akıl ve iradesi ile doğru işler de yanlış işler de yapar. Günah da sevap da kazanır. Kimisi Rabbine kul olurken kimisi şehvetine¸ gadabına¸ hırsına kul ve köle olabilir. İşte bütün bunların sonunda insan ya meleklerden yukarı üstün bir hâle gelir veya hayvanlardan aşağı olur.
İşte insanın yükselebilmesi için en temel esas kişinin kendisini tanıması olarak bildirilmiştir. Büyük dîvân şairimiz Şeyh Galib¸ "Hoşca bak zâtına" derken bir anlamda bu durumu kastetmektedir.
NiyâzîMısrî de:
Nefsini terk etmeden Rabbini arzularsın
Hayvanı sen geçmeden insanı arzularsın
"Men arefenefsehüfekadarefeRabbeh"
Kendini sen bilmeden Sübhanı arzularsın
demiştir. Gerçekten insan genelde dışı ile meşgul olur. Hâlbuki önce kendine yol aramalı kendi içinde yolculuklar yapmalıdır.
İnsan dış dünyası ile ilgilendiği kadar iç dünyasına¸ tefekkür dünyasına bakıyor mu?
Başkalarının eksiklikleri ile ilgilendiği kadar¸ kendi hata ve kusurlarını biliyor mu?
Başkalarının zenginliklerini müşâhede ettiği kadar¸ kendi içinde bulunduğu nimetlerin zenginliklerin farkına varıyor mu?
İşte bunun için kendimizi tanımalıyız.
Zira kendisini fark edemeyen tanıyamayan başkasına kul ve köle olur. Maddeye¸ paraya ve mevkie tapınmaya başlar.
Kendisini bilen ve tanıyan ise yaratanının kendisine bahşettiği üstünlüklerin ve nimetleri farkına varacak¸ neticede onu hakkıyla bilmeye ve asıl ona kulluk etmeye başlayacaktır.
Osman Hulûsi Efendi¸ bu hususu dîvânında şu beyitleri ile ortaya koyar.
Hulûsi "men aref" sırrın bilenler kim bilir Rabbin
Bu sırrı bilmeyen ilm-i İlâhîye âlim olmaz
Kendi özün bilmeden Hakk'ı bilirim sanır
Hak varlığın bilmeyen kendi varlığın sanır
Fakat bu nokta öyle sanıldığı kadar kolay da değildir. İnsanın nefsine galebe çalıp iyiliklere ve güzelliklere ulaşabilmesi için her zaman bir rehbere ihtiyacı vardır.
O rehber Peygamber Efendimiz ve onun vârisleri olan âlimlerdir. Hulûsi Efendi rehberin önemini şu ifadeleri ile belirtir:
Bir kâmilin eteğin tutup da murâda yet
Kâmil eteğin tutan ehl-i kemâl olur
Devlet o ki olmaya zevâl ana
Devlet sanma anı ki anda zevâl olur
Pîrin kapısında hâk et Hulûsi yüzün
Tahkîkan anı bil ki makbûl-i zü'l-celâl olur.
Bu rehber ayna gibi olmalıdır. Kendinden konuşmamalı hep Peygamber Efendimizden ve ondan alanlardan ayna gibi yansıtmalı¸ nakletmelidir. Yoksa zaman içinde hep kendinden bahseden¸ kendisinden nakleden¸ kendisini Peygamber yerine koyan yol kesiciler gelecek ve bunlar insanları Hak'tan ve hak yoldan uzaklaştıracaklardır. Hulûsi Efendi rehberi seçerken bu hususu özellikle vurgulamakta ve bir anlamda insanları uyarmaktadır. Şöyle ki:
Eskiler yenilenir hep yeni âdetler gelir
Şer'-i pâke uymayan bin türlü bid'atler gelir
Nice kuttâ'-ı tarîkmürşidlik eyler iddiâ
Müddeîler çoğalıp hep resm ü âdetler gelir
Hükm-i Kur'an'a uyup sünnete kalmaz ittibâ
Kendi butlânından uydurma dalâletler gelir
Gerçekten de günümüzde mürşidlikiddiâsı ile doğru yola pusu kurmuş¸ insanları hak yoldan uzaklaştıran¸ kat'-ı tarîk-i ilâhî denilen nice insanların varlığı bilinmektedir. Bunların temel bir özelliği de insanlara doğru yolu anlatan din büyüklerine tasavvuf âlimlerine düşmanlıktır.
Oysa o büyükleri tanıyanlar kendisini de Rabbini de en güzel bir biçimde tanımakta saâdetin zirvesine ulaşmaktadır.
Anadolu'da Somuncu Baba namıyla meşhur olan Şeyh Hamîd-i Velî Hazretleri nice diyarları gezdi¸ ilimleri tahsil etti ve nice âlimleri yetiştirdi. Gün geldi halk içinde Hak'la beraber yaşadı. Gün geldi şöhretin âfet olduğuna sonsuz dikkatleri çekti. Hâlbuki kapısında sultanlar kul olmaya hazırdı. Çağının en büyük âlimi Molla Fenarî ona talebe olmak sevdasıyla tutuşuyordu. Hacı Bayram-ı Velî ve AkşemseddinHazretleri aynı hizmetin takipçisi olmuşlardır.
Bugün de onun ahfadından Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi kurduğu vakıf ve bıraktığı güzîde eserlerle eğitim¸ kültür ve sağlık alanlarında eşsiz hizmetlere imza atmaktadır.
Ahmet ŞİMŞİRGİL
YazarDaha çok küçükken rahmetli dedem beni sık sık sevindirirdi. Yattığım odadan salona kadar geçeceğim yola aralıklarla bir bir bozuk ve kâğıt para koyardı. Sonra da seslenerek beni çağırırdı. "Tarık, ge...
Yazar: Erdal KARASU
Dinî-tasavvufî eserlerde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in beden özelliklerini ve manevî şahsiyetini ifade için çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Bunlardan Nûr-ı Muhammedî veya Hakîkat-i Muhammediye konulu e...
Yazar: Musa TEKTAŞ
“Sâde” yazmak, “basit” yazmak değildir. Çoğu kimse sâde kelimesini basit kelimesiyle aynı anlamda kullanır. Oysa sâde, içinde derinlik barındıran bir kavram… Fakat basit, sathîdir; yüzeysel, üstünkörü...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Hümâ Hatun, II. Murad Han'ın hanımı ve Fatih Sultan Mehmed'in validesidir. Fatih Sultan Mehmed'in annesinin kimliği konusunda birbirini tutmayan iddialar ortaya atılmıştır. Bazı Osmanlı tarihçileri İs...
Yazar: Ahmet ŞİMŞİRGİL