EMİR SULTAN HAZRETLERİ
Tarihimizde İslâm’ın yayılmasına¸ sultanların yetişmesine¸ tarihin akışının değiştirilmesine ve asırlarca insanlara rûhaniyetleriyle yön verdiğine inanılan büyük insanlar ve velîler vardır. İşte bu büyük insanlardan birisi de Emir Sultan Hazretleridir.
Tarihimizde İslâm’ın yayılmasına¸ sultanların yetişmesine¸ tarihin akışının değiştirilmesine ve asırlarca insanlara rûhaniyetleriyle yön verdiğine inanılan büyük insanlar ve velîler vardır. İşte bu büyük insanlardan birisi de Emir Sultan Hazretleridir.
Asıl adı Seyyid Muhammed Buhârî olan ve 1367 senesinde Buhara’da doğan Emir Sultan Hazretleri¸ ilk tahsilini her şeyiyle Müslümanlığın yaşandığı aile ocağında görmüştür. Onun ilk hocası Allah Resûlü’nü kendisine rehber edinmiş bulunan babası¸ Seyyid Emir Külâl Hazretleridir.
Hac farizasını yerine getirmek için mübarek topraklara giden Seyyid Muhammed Buhârî¸ Medine’ye yerleşmeye niyetlidir¸ ancak bir gece rüyasında Resûlullah Efendimiz’le¸ Hazret-i Ali’yi görür. Ona¸ Anadolu’ya gitmesi emredilir. Üç nûrdan kandili takip edecek¸ kandillerin söndüğü yerde yerleşecektir.
Seyyid Muhammed uyandığında¸ kandilleri karşısında bulur. Hemen o gün hazırlanır¸ yola çıkar. Seyahat haftalar sürer ve bir gün kandiller söner. Uludağ eteklerinde yemyeşil bir beldededir şimdi... Bursa halkı onu keşfetmekte gecikmez. Etrafında halka olur sohbetine katılırlar.
O günlerde Yıldırım Bâyezid Macarlar’la savaşmaktadır. İki taraf da güçlü¸ haliyle kayıplar büyüktür. Yaralılar öylesine çoktur ki çadırlardan taşar. Üstelik cerrah sıkıntıları vardır. Ancak¸ revirde o güne kadar tanımadıkları bir genç peydahlanır. Görünüşe bakılırsa son derece mâhir bir hekimdir. Hatta günün birinde sultanın kolundaki yarayı sarar. Yıldırım Bâyezid sargıyı çözerken hayretler içinde kalır. Zîra bu hanımının nişanlıyken kendisine verdiği mendilin yarısıdır. Sırrı bilmek ister. Ama esrarengiz genç yoktur ortalıkta.
Niğbolu zorlu bir kaledir. Osmanlı ordusu büyük kayıplar vermesine rağmen tek taş sökemez. Ama Yıldırım kolay pes etmez. Büyük bir azimle yürür surların üstüne. Tam ümidini yitirmek üzeredir ki¸ kale kapısı açılır. Osmanlı ordusunu âdeta içeri buyur eden genç kolundaki yarayı saran hekimin tâ kendisidir.
Yıldırım o yıl Edirne’de konaklar. Ailesi Bursa’dadır. Bayezid’in Hundi Fâtıma adında hayâ ve takva sahibi bir kızı vardır. Bu kızcağız bir gece rüyasında Efendimiz’i görür. Ondan Muhammed Buhârî ile evlenmesi istenir. Ama kızcağız edebinden kimseye bir şey söyleyemez. Ertesi gün Server-i Kâinat yine rüyasını şereflendirir ve “Ahirette şefaatime kavuşmak istiyorsan dinle beni!” buyururlar. Hundi Fâtıma Sultan’ın tâlibi çoktur. Görünüşte Emir Sultan gibi fakir ve garip biri onlarla aşık atamaz. Ancak Hundi Sultan kararlıdır. Ama sırrını kimselere açamaz. Çok geçmez. Bir gün Emir Sultan dünür yollar saraya. Vâlide Sultan dudak büker. Açıktan açığa “Olmaz!” demez; ama öyle demeye getirir. “Söyleyin ona kırk deve yükü altın getirsin¸ alsın kızımı!” der.
Emir Sultan sakindir¸ “Öyleyse göndersin develeri!” der.
Mübarek¸ devecibaşını karanlıkta karşılar¸ onları hiç dolandırmadan Nilüfer Çayı’na götürür. Su yatağındaki çakılları göstererek “Doldurun!” der¸ “Hatta kendi keselerinizi de.”
Devecilerden bazıları “Bunda bir hikmet olmalı” der¸ bazısı güler geçer..
Muhammed Buhârî Hazretleri Vâlide Sultan’ın huzuruna çıkar. Heybeler ters yüz edilir. Zemini kıpkızıl altın kaplar. Vâlide Sultan şaşırmanın ötesinde korkar. Şimdi diyecek tek sözü kalmaz.
Nikah haberi Edirne’ye ulaştığında Yıldırım çok bozulur. Kızını cezalandırmak üzere Süleyman Paşa’yı Bursa’ya yollar. Vâlide Sultan kızına ve damadına siper olur. Büyük âlim Molla Fenârî araya girer¸ askeri iknâ eder. Hatta padişaha bir mektup yazar. Yıldırım Bâyezid’in Molla Fenârî’ye olan hürmetini bilen Süleyman Paşa boyun büker¸ geri döner.
Aradan aylar geçer. Yıldırım Bayezid Bursa’ya döner. Halk yollara çıkar¸ Sultan’ı karşılar. Yıldırım bir an kalabalığın içinde esrarengiz hekimi görür. Derhal atından iner. Ellerinden tutup sorar: “Söyle yiğidim o maharet neydi öyle?” Emir Sultan Hazretleri Fetih suresinden bir âyet okur. Bâyezid tekrar sorar: “Ya mendilin öbür yarısı?” Emir Sultan cebinden çıkarıp uzatır. Sultan meraklıdır: -Adını bağışlar mısın?
-Muhammed!
-Yanında Buhârî’si de var mı?
-Var! Elinizi öpebilir miyim baba.
-Hayır. Öpülecek el seninki¸ der ve kucaklaşırlar.
Yıldırım Bâyezıd Niğbolu zaferinde kazanılan ganimetlerle muhteşem bir mescid yaptırmak ister. Mimarlar bugün Ulu Cami’nin bulunduğu mevkide karar kılarlar. Söz konusu arsa üzerinde evi¸ bahçesi olanlara başka yerden yer verilir. Hatta ceplerine birkaç kese altın sıkıştırılır gönülleri hoş edilir. Ancak yaşlı bir kadıncağız evini vermek istemez. Değerinin fevkinde ücretlere omuz silker¸ bütün tekliflere “olmaz” der. Önce vezirler¸ sonra bizzat Sultan¸ kadının ayağına gider¸ iknâya çalışırlar. Ama nâfile. Sultan Bâyezid caminin yerini sevmiştir. Hiç hesapta olmayan pürüz canını sıkar. Hatta divanı toplar¸ çözüm yolu arar. Kadılar “mal onun değil mi” derler¸ “satarsa satar¸ satmazsa satmaz!” Meclis çaresizlik içinde dağılırken Bâyezid’in aklına damadı gelir. Emir Sultan’ı bulur meseleyi anlatır. Mübarek sadece tebessüm eder. “Acele etme!” der¸ “Bir gecede neler değişmez?”
İhtiyar kadın o gece rüyasında mahşer meydanını görür. Kalabalıkta korkunç bir azab endişesi vardır. O arada bir dalgalanma olur. İnsanlar âlemlere rahmet olarak yaratılan Efendimiz’in yanına koşarlar. Şefaate kavuşan kavuşana. Kadıncağız da niyetlenir¸ ama bırakın yürümeye¸ kıpırdamaya mecâli yoktur. Ayakları vücudunu taşıyamaz¸ ıstırapla yerleri tırmalar. Elinden kaçan büyük fırsat ciğerini dağlar. Feryad figan ağlamaya başlar. İşte tam o sırada Emir Sultan’ı görür¸ “Herkes cennete gitti ben bir başıma kaldım burada!” der¸ Mübarek o gönül ferahlatan tatlı sesiyle sorar¸ “Kurtulmak istiyor musun?” Kadın nefes nefese cevap verir:
-Hiç istemez miyim?
-Öyleyse Sultanımızı üzme!
Ertesi gün kadın ayağı ile gelir¸ evini verir. Üstelik önüne konulan ücreti de camiye bağışlar.
Caminin ilk açılış hutbesini okuma vazifesi kendine verildiği halde “Zamanın büyüğü Somuncu Baba aramızdadır¸ hutbe okumaya o daha layıktır” diyerek nezaketle bir başka Allah dostunu işaret edecek derecede kemâl sahibidir.
Buhara’dan Mekke-Medine’ye¸ oradan da yüklenmiş olduğu manevî bir görevle¸ günlerce süren yolculuktan sonra Bursa’ya yerleşen Emir Sultan Hazretleri 1429 senesinde Bursa’da vefat eder. |