ELMALARIN HİKÂYESİ
Eve geç kalmıştım. Okuldan çıktığımdan beri titreyen dudaklarıma bir çare bulamıyordum. Çünkü bu soğukta yapılacak pek de bir şey yoktu. Adımlarımı hızlandırdım. Düşmemek için de epey çaba sarf ediyordum. Onu gördüm. Çıkmaz sokağın başında, olabildiğince yavaş, yürüyordu. Cami cemaatinden olduğunu biliyordum, daha önce de aynı saatlerde görmüştüm onu, namaz sonrasıydı yine. Yerler kaygandı, korktum buz tutmuş kaldırımda düşüverir diye. Uzaktan baktım, yardıma ihtiyacı var gibiydi hâli. Henüz beni görmemişti. Dayandığı işlemeli bastonu ve başındaki yıllanmış kasketiyle aylar önce hayata veda eden dedemdi sanki gelen. Hızlı adımlarımı yavaşlattım, aramızdaki mesafe azaldı. Poşetindeki elmalara göz ucuyla baktım. En sevdiğimdi; küçük küçük, çıtır çıtır, yarısı kırmızı yarısı sarı olanlardan. Poşet çok ağır görünmüyordu belki, ama zor geliyordu taşımak, yüktü ona besbelli. Fark edince beni, o ağır adımlar durdu birden, gülümseyen gözlerini dikti gözlerime: “İster misin evladım, memleket elması.” dedi. “Amca yardım ister misin?” dedim. “Al bir tane.” dedi. Tuttum kendimi, çekindim, diyemedim “Çok severim, ver de şuracıkta yiyeyim.” “Yok, amca sağolasın, yardım edeyim mi taşımana.” dedim. “Yok, yok yavrum şuracıkta oturuyorum zaten.” dedi iki bina ötesini göstererek. Peki, amca, dedim. Hüzünlendi, "Allah razı olsun yavrum.” dedi. “Allah razı olsun!” Arkamı döndüm yürümeye devam ettim. Fakat içim rahat etmemişti, dayanamadım döndüm geri “Amca şey, ben vazgeçtim hadi bana anlat nereden geldi bu elmalar, hikâyesini dinlerken yiyivereyim bir tane.” dedim. Nasıl bir gülümseyişti gördüğüm. Sanki o buz gibi havada ısındı kalbim. Çıkardı poşetinden en güzel elmasını, koydu avucuma titreyen elleriyle. Bir yandan yürüyorduk, bir yandan da kokusuna dayanamayıp bir ısırık aldığım elmanın tadını çıkarıyordum. Sami Dede ise elmaların hikâyesini anlatmaya başlamıştı bile. Bembeyaz yağıyordu kar. O eşsiz taneler sanki hikâyemize eşlik edercesine iniyordu yeryüzüne. Her biri birbirinden farklı güzellikte olan mucizevî kar taneleri, o buz gibi havada sanki ısıtmıştı beni, kalbimi. O günden sonra daha sık görüşür olduk Sami Dede’yle. Bana her görüşmemizde farklı şehirlerin hikâyelerini anlatıyordu. Ayrıca yarım kalan cüz eğitimimi tamamlamam için yardımcı oluyordu. Annemin her gün artan sevincini fark etmemem mümkün değildi. Fakat bu sevincin ne kadar büyük olduğunu “Ali biliyor musun, günlüğüme seni ve Sami Dede’yi yazdım bugün.” demesiyle anladım. Kim bilir belki bir gün ben de, günlüğüme o mis kokulu elmaları yazardım...
Seda BAYRAK DURGUT
YazarÇocuk kutuyu yavaşça açtı. İçindeki kartonları tek tek önüne dizdi. Dört büyük karton ve onlarca minik pulu da kartonlardan büyük olanın üzerine koydu. Arkadaşlarını çağırmadan önce son kontrollerini ...
Yazar: Seda BAYRAK DURGUT
Annesinin yanağına bir öpücük kondurdu. Uyandırmaya kıyamadı. Odadan çıktı.Mutfağa girdiğinde mis gibi kokularla karşılaşmak isterdi ama annesi uyuduğu için bu mümkün olamazdı. Öğle vakti daha yeni ge...
Yazar: Seda BAYRAK DURGUT
Kanatlarını açtığında utanıyordu kumru. Gözlerinin küçüklüğünden, kuyruğunun kısalığından. Kendinden utanıyordu...Aslında bulutların sonsuz huzuru arasında süzülmeyi seviyordu. Etrafı seyretmek eşsizd...
Yazar: Seda BAYRAK DURGUT
Caddede yürüyorlardı. İki dost... Çaldığı şarkıyı yarıda bırakan kemancıyla göz göze geldiler. “Çalmayı neden bıraktı acaba?” dedi biri. “Bilmiyorum ama keşke bırakmasaydı.” dedi diğeri...Okula giderk...
Yazar: Seda BAYRAK DURGUT