EGOLARIM ÇOK YÜKSEK (!)
Bu ara kulağımı tırmalayan başka bir şey var: "Egolarım çok yüksek!" Birkaç ünlü kişinin röportajında üst üste bunu duyunca "hah" dedim¸ yeni bir şey daha uydurmuşlar. Hayır¸ kullanırken kendilerini kültürlü¸ entelektüel filan zannetmiyorlar mı? İşte orası çok acıklı.
Ego¸ Latince "ben" demek. Bilirsiniz¸ Freud'un kuramında da id ve süperego arasında denge unsurudur. Yani çocuksu¸ dürtüsel tarafımızla vicdanımız (toplumsal-ahlakî kurallar) arasında ortayı bulmaya çalışan¸ ikisini dengeli bir şekilde idare etmeye ça
"Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır." der Wittgenstein. Şu duyarlılığın onda biri bile bir kültürün kendini koruyabilmesi için sigorta görevi yapabilirdi. Kültürün taşıyıcısı olan¸ anlam dünyamızın işaretlerini taşıyan "dil" konusunda hassasiyetimiz¸ yerlerde sürünüyor.
Çocukluğumdan beri dil konusunda özel bir duyarlılığım oldu¸ ne kadar şükretsem azdır. Yanlış kullanılan kelimeyi fark etmek¸ doğrusunu aramak¸ öğrenmek¸ iki farklı telaffuz fark etmişsem (meyve-meyva gibi) hemen doğrusunu öğretmenime¸ bir bilene sormak gibi takıntılarım o zaman gelişti. Allah herkese nasip etsin. Ama bu duyarlılık bazen yorucu da olabiliyor. Mesela gazete okurken¸ televizyon izlerken bile içinizdeki "dil jandarması" boş durmuyor. "Aman Allah'ım¸ nasıl telaffuz ediyor¸ yok artık¸ bu kadarı da olmaz." diye sürekli yorum yapıp duruyor. "Kaale almak" yerine "kaileye almak"¸ "işten bile değil" (o kadar kolay ki iş bile sayılmaz¸ o derece) yerine "içten bile değil" denebiliyor göz göre göre. Hayır¸ söylerken de düşünmez mi insan? "İçten bile değil"miş. Dıştan mı peki¸ nedir yani?
Bu ara kulağımı tırmalayan başka bir şey var: "Egolarım çok yüksek!" Birkaç ünlü kişinin röportajında üst üste bunu duyunca "hah" dedim¸ yeni bir şey daha uydurmuşlar. Hayır¸ kullanırken kendilerini kültürlü¸ entelektüel filan zannetmiyorlar mı? İşte orası çok acıklı.
Ego¸ Latince "ben" demek. Bilirsiniz¸ Freud'un kuramında da id ve süperego arasında denge unsurudur. Yani çocuksu¸ dürtüsel tarafımızla vicdanımız (toplumsal-ahlakî kurallar) arasında ortayı bulmaya çalışan¸ ikisini dengeli bir şekilde idare etmeye çalışan yanımızdır. Yani her birimizin bir tane egosu var. İster "ben¸ kendim" anlamında kullanalım¸ ister "dengeyi sağlamaya çalışan tarafımız" anlamında. Ama el insaf¸ ego ne zaman çoğul hale geldi? Bundan hiç haberimiz olmadı. Üstelik ayıptır söylemesi¸ biraz da psikoloji okuduğumuz halde
"Egosu şişkin" diye de kullanılır günlük dilde¸ (megaloman anlamında) ama orada dahi tekildir. Ve böyle meziyet gibi kullanılmaz¸ zira olgunlaşmamışlık¸ çiğlik belirtisidir.
İlk duyduğumda bireysel bir cehalet olarak algılamıştım¸ yazık kimse de uyarmamış diye düşünerek. Ama aynı kullanımı başka başka kişilerde¸ üstelik Hürriyet¸ Habertürk gibi gazetelerde¸ röportajcıların ağzından da duyunca anladım ki redaktörler (düzeltmen¸ musahhih) uyuyor. Bakın birkaç örnek:
Genç şarkıcı: "Azimliyim¸ hırslıyım ve egolarım çok yüksek"
Genç Oyuncu: "Hiçbir zaman çok yüksek egolarım olmadı. İşimde de¸ kariyerimde de¸ tipimle ilgili de...
Genç sporcu: "Her oyuncunun egosu var. Egosu yüksek olmayan iyi basketbolcu azdır. Benim de egolarım yüksek."
Soru: "Egolarınız yüksek mi?"
Cevap: "Ben egolarımı törpülemem."
Bir röportajdan: "Sanat camiasında egolar yüksek olduğundan¸ grup olarak ayakta kalmak zor mu?"
Normalde dilimizde bu durumu ifade etmek için başka kalıplar var: "Kendini beğenmiş¸ burnu havada¸ ukala¸ kibirli¸ burnu Kaf Dağı'nda¸ küçük dağları o yaratmış" gibi
Nasıl¸ kulağa hoş geliyor mu? Çağrışımları hep olumsuz değil mi? Hep de üçüncü şahıs için kullanılır¸ kimse kendisi için bu ifadeleri kullanmaz. Zira kendini beğenmişlik¸ etraftakilere üstünlük taslamak¸ kasılmak hem ahlaken çirkindir¸ hem de psikolojik açıdan rahatsızlık belirtisidir. İleri boyutta narsisist kişilik bozukluğuna kadar yolu vardır. Kültürümüz de bu tutumu çirkin bulduğundan¸ dilimiz bunu hep olumsuz kavramlarla tanımlamış. Ama işte "egolarım yüksek" deyince bunu "özgüvenim¸ özsaygım yüksek" gibi bir anlama çekerek olumlu bir vasıf gibi kullanıyorlar. Hâlbuki özgüvenle narsisizm asla karıştırılmamalı. Narsisizm¸ "kendimi seviyorum¸ kendimle barışığım¸ ben var ya ben¸ aman da egolarım ne kadar yüksek" diye bas bas bağırır¸ ter ter tepinirken¸ özgüven sakindir¸ doğaldır¸ gözümüze sokmaz o barışıklığını¸ afişe de etmez.
Şimdilerde bütün o olumsuz çağrışımlı ifadelerin yerine gelen "egolarım çok yüksek" kavramı¸ aslında büyük bir yanılsamanın dile dökülmüş hali. Çağımız narsisizm çağıdır denir¸ dildeki bu yanlış kullanımı¸ narsisizmin marifet gibi algılanmasının sembolik bir ifadesi sayabiliriz. Dilimizden bir kelimeyi¸ kavramı¸ deyimi çıkarıp yerine yenisini koyduğumuzda¸ kaybolan kavramlarla beraber onlarla taşınan anlamlar da kayboluyor. Önceleri utanç verici ve küçültücü bulunan bir tutum¸ yalan yanlış ifadelerle yeniden tanımlanınca meziyete dönüşebiliyor. Bozulan sadece dil değil¸ dilin taşıyıcısı olduğu kültür¸ değer yargıları¸ benlik kavramı¸ iyi insan algısı vesaire
Bu insanlar popüler kültür vasıtasıyla bütün bunları tahrip ediyor ve bunu yaparken de övünüyorlar. "Merd-i kıptî şecaat arzederken sirkatin söyler." misali. Hiç değilse çocuklarımıza bu hassasiyeti aşılasak da bir sonraki kuşağı uyandırsak olmaz mı?
Rukiye KARAKÖSE
YazarBabalığın eleştirilen duruma düşmesinin sebebi¸ çocuk bakımıyla çocuk eğitimini aynı şey sayan zihniyettir. Biyolojik¸ duygusal ve kültürel faktörler sebebiyle belki bakımda öncelik anneni...
Yazar: Rukiye KARAKÖSE
"Ana-baba ve çocuk arasında karşılıklı bir bağımlılık örüntüsü söz konusudur. Bu bağımlılık örüntüsü zaman içinde değişen bir süreçtir."İnsanlığın sosyal¸ kültürel gelişmesinin her ba...
Yazar: Rukiye KARAKÖSE
Sağlıklı bir evlilikte her kişi sorumluluk ve sınırlarının farkındadır. Mutluluğu kendi içinde yaşayabilir. Kendisiyle barışıktır ve yalnız kalmaktan korkmaz. Böyle özelliklere sahip iki insan¸ ...
Yazar: Rukiye KARAKÖSE
Kanûnî’nin küçük oğlu Selim, 28 Mayıs 1524’te İstanbul’da dünyaya geldi. Annesi Hürrem Sultan, saray içinde sözü geçen, etkili bir kadındı. Saray kadınlarına ve hizmetkârlara, Şehzade Selim’in terbiye...
Yazar: İsmail ÇOLAK