EĞİTİMDE SEVGİNİN ÖNEMİ
Eğitimin ve hayatın olmazsa olmazı, her şeyin başı sevgi değil mi? Sevgiye dair şimdiye dek o kadar çok şey yazılmıştır ki, belki de sebebi; sözlerin onu anlamlandırmaya yetmemesi, manası en zengin kelime olmasıdır. Sevgi; her şeye mana kazandıran, içinde sevginin olduğu kimseyi ve ortamı başkalaştıran, varlığın en masum halidir. Saflık, paklık, temizliktir. Sevgi öyle güzel, öyle büyülü bir kelimedir ki onun olduğu yerin gülistandan farkı yoktur. Orada hoşgörü, anlayış ve adalet vardır. Orada kötülük, zulüm barınamaz. Sevgi, dayanışmadır, samimiyettir, özverili olmaktır. Sevgi dolu kalp daima yaraları sarar. Durmadan boynu bükük kalpler arar. Herkesi kucaklar, herkese huzur verir. Bu kelimeyi eğitime bakan yönüyle düşünecek olursak; sevgi, eğitimde olması gereken ilk aşamadır; zira sevgi ile açılır ilmin kapısı, sevgi ile çözülür bilmeceler ve sevgi ile kırılır kilitli, sürmeli katılaşmış kalplerin inadı. Öfkeli ruhlardan kimse bir şey öğrenmek istemez. Bir ihtimal öğrenildiyse de tesiri az ve süreksizdir. Genellikle boş bir birikimden ibarettir öğrenilenler. Oysa biz, bize teslim edilmiş ruhlara geçim kaynağı ve görev olarak değil de; yarının sahipleri gözüyle bakacak olursak her şey nasıl da değişecektir. İlk aşama budur: yani ben mesleğimi görev icabı değil de sevdiğim için, benim var olma sebebim olduğu için yapıyorum demektir. Her eğitimci de bu düşünceyi eline kanun olarak alıp öylece düşmelidir yola. Sevmek... Mesleğini sevmek, öğrencilerini, doğayı, taşı, toprağı, vatanı, kendini... Küçük şeylerin içinde derinlikler, manalar saklıdır deyip her şeye, herkese değer vermek, hiçbir şeyi ve kimseyi küçümsememek. Sevmeyi bilen eğitimci coşkuludur, fırtınalı bir denizdir daima. Vermek için, eğitmek için durmadan hırpalar kendini. Gönül sahillerine bilgi kumlarının, tecrübe taşlarının biriktiğini gördükçe daha da artar heyecanı, gücü kuvveti. Hiç acımaz kendine. O; tek vermek, fark ettirmek ister bilinmezleri sesiyle, nefesiyle, gücü yettiğince. Sevmeyi bilen eğitimci emek verendir. Sevgi olunca beraberinde emek de olur zaten. Kuşlar misali küçüklüğüne aldırmadan ince ince, gergef gergef işlediği bilgi yuvasında hiçbir eksik yoktur. Sapasağlamdır, güvenlidir, itinalıdır. Adamıştır kendini öğrencilerine, gözü başka şeyleri görmemektedir. Umudu, hayali, mutluluğu, sevinci, her şeyidir yuvasının sakinleri. Onları kâh eliyle besler, kâh uçup kanatlanmalarını sağlayacak fırsatlar oluşturur. Önünü açar yavrularının. Gelişmelerini izledikçe bazen sevinçten, bazen telaştan öylece heyecanla atar yüreği. Sevmeyi bilen eğitimci çalışkandır, sabredendir. Azmi ona yeni tatlar aramasını, meraklı olmasını sağlar. Bir arı gibi çalışır. Bir alır, bin verir. Hiç karşılık beklemez, durmadan çalışır, didinir. Hedefi ve hedefine ulaşmadaki gayreti öyle büyüktür ki... Her nefes üflediği ruha, kendinden iz bırakır. Bıraktığı izleri kendine şevk olur. Daha başka izler bırakacak taze ruhlar arar durur. İzini bırakıp da gitmez. Ardında bıraktığını hiçbir zaman terk etmez. Oysa kötü ruhlar da çıkmıştır yoluna. Kırsalar da üzseler de şevki sönmez. O her sabah ayrı bir heyecanla koyulur hayata. Sevmeyi bilen eğitimci asil, zarif, ince, ululardan da uludur. Bir gül misali girdiği her ortamda fark ettirir kendini. Herkese, ilminin kendini terbiye ettiği halinden söz ettirir. Onda ayrı bir duruş, vakar ve endam vardır. Hem mütevazıdır hem de ilminin olgunluğuyla dik... Gül letafettir, mükemmelliktir, nezaketliliktir. Gülde dikenin varlığı da manidardır hani. Sevmeyi bilen eğitimci örtendir, arındırandır. Kar gibi, yağmur gibi yağar aç ve susamış gönüllere. Onları doyurur, şefkatle besler, sever ve korur. Onlara gıda, rahmet ve can olur. Ve onunla arınır sineler; onunla yeniden can bulur bedenler. Sevmeyi bilen eğitimci bağlıdır, vefalıdır. Günebakanın güneşe bağlılığı gibidir hali. Güneşi ise talebeleri. Yani kendisine talip olanları. Talip olunmak ne kadar da önemlidir. Çok büyük sorumluluklar yükler talip olunana. O da hep bunun derinliği ve uyanıklığı ile yaşar. Kendini durmadan geliştirir, yetiştirir. Onlar güneşidir onun. Onlar varsa kendini var sayar. Onlar ki yarının güneşleri aydınlatıcıları kahramanları. Bu bilinçle hiç sıkılmadan, yorulmadan, bıkmadan olgunlaşmalarını seyreder. Aslında onları eğittikçe olgunlaşır kendi de. Sonunda o da ücretini almıştır; zira kemâle ulaşmıştır onlarla. Aslında hayat bize sevgiye dair o kadar çok şeyi öğretiyor ki... Sıradan gibi gelen hadiseler bize aynı hakikati anlatmıyor mu? İnsan gökkuşağına baktığında sadece o yedi rengi değil de, o rengârenk duruşun bize ne anlattığını da azıcık anlamaya çalışsa, merak etse sorgulasa... Sonra öğrendiklerini hayatına mihenk taşı yapıp uygulasa, kendinde olacak değişime ne kadar da hayret edecektir. Şimdi kâinata çevirelim yüzümüzü. İlk var oluştan bu yana isimler koyduğumuz eşyalara, harflere ve kelimelere çevirelim. Bir kere de asıl göstermek istedikleri, gönlümüze fısıldadıkları sevgiye dair hakikatleri görmeye çalışalım. Zaten ezelden beri ipucu vermiyor mu Yaratan; kâinata ibretle bakanlar için? “Sevginin ya da sevgisizliğin resmini çizebilir misin?” soruları karşısında nasıl cevap verebilirdik? Sevgisizliğin resmini çizmek belki zordur ama fotoğrafını çekmek zor değil. Sağımız, solumuz kuşatılmışsa savaşlarla ve nefret insanı baştan ayağa sarmışsa, sevgisizliğin fotoğrafını çekmek çok kolaydır. Sevgi, insanı yaşatan en büyük, en yoğun ve en derin enerjidir. Sevgisizlik ise insanı insan dışı yapan en kara enerji türüdür. İnsanın doğuşu sevginin bir başka anlatımıdır. Sevgi yaşanılan, sevgisizlik ise öğrenilebilir bir olgudur. İnsanı, doğal yaşam gerçekliğinden uzaklaştırmasaydı hiç kuşkumuz olmasın ki insan gezegenin en canavar canlısına dönüşmezdi. Ve eğitim denen dünyanın en güçlü silahı olmasaydı eğer, yine hiç kuşkunuz olmasın ki insan bu kadar insan dışı yapılamazdı! Sevgi insanı üretmeye, üretmek ise insanı bilgilenmeye iter. Wilhelm Reich , "Sevgi, çalışma ve bilgi yaşamamızın kaynaklarındandır, dolayısıyla, yaşamı onların yönetmesi gerekir.” derken sevginin olmadığı yerde güçlü bir üretkenliğin ve üretkenliğin olmadığı yerde de bilgilenme isteğinin zor oluşacağını anlatıyor. Gerçekten de insan ne kadar çok üretiyorsa o kadar çok öğrenme isteğine kavuşuyor. Sevgi konusunda Erich Fromm diyor ki: “Sevgi, sevgi üreten bir güçtür. Güçsüzlük sevgi üretememektir.” Evet! Sevgi güçsüzlüğün panzehirdir. Güçsüzler sevmekten korktukları için güçsüzdür. Sevmekten korkanlar doğaldır ki paylaşma güdüsü zayıf olanlardır. Sevmek emekle orantılı bir kavram. Ne kadar çok emek vermişsek o kadar çok severiz. Bir annenin gözünde çocuğu daima güzeldir. Çünkü Erich Fromm’un dediği gibi insan neye çok emek harcarsa onu daha çok sever. Demek oluyor ki sevgi, yoğunlaşmış emektir.Yani emek harcamayan yaşamın değerini de anlayamaz. Yaşam kendini yeniden ürettiği için yaşamdır. Kendisini yeniden üretebilen, yaşama anlam katmasını bilendir. Yaşama anlam katanlar, yaşamı değiştirme ve dönüştürme gücünü kazanma şansını yakalarlar. Demek ki insanın gücü, güçsüzlüğü kendine sunulan toplumsal yaşam içindeki konumlanışı; yani duruşu ile tanımlanabilir. Sevginin olduğu yerde saygı vardır. “Saygı, korkmak ve çekinmek değildir. Sözcüğün kökenine göre bir insanı, olduğu gibi görebilme yetisini, onu özgün bireyselliği içinde fark edebilmeyi belirtmektedir. Saygı, diğer kişinin dilediğince büyüyüp gelişmesine duyulan ilgi anlamına gelir.” diyen Fromm ne kadar da haklı. Sevgiyi ve sonuçlarını Paracelsus çok güzel ve etkili olarak şöyle tanımlamış: “Hiçbir şey bilmeyen, hiçbir şeyi sevemez. Hiçbir şey yapamayan, hiçbir şey anlamaz. Hiçbir şey anlamayan, değersizdir. Oysaki anlayan kişi aynı zamanda sever, farkına varır, görür. Bir şeyin aslında, ne kadar bilgi varsa daha fazla sevgi vardır. Tüm yemişlerin böğürtlenlerle aynı zamanda olgunlaştığını düşleyen kişi, üzümlere ilişkin bir şey bilmiyor demektir.” Sonuç olarak; seviyorsak, biliyoruz demektir. Anlıyorsak üretiyoruz, değiştiriyoruz demektir. Üretiyorsak görüyoruz ve farkına varıyoruz demektir. Anlayıp farkına varıyorsak değerliyiz demektir. Öte yandan sevgi, arıtılmış bilgi demektir. Bilgi yoksa sevgi de yoktur. Sevgi dolu gül yüreklere selâm olsun.
Ali ÖZKANLI
Yazar15 Nisan 1642’de İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Sultan İbrahim, annesi Saliha Dilâşub Sultan’dır. Annesi dindar, temiz, dürüst ve akıllı bir kadındı. Oğluna gerekli bilgileri bir yandan kendisi ver...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Yeni bir eğitim ve öğretim yılının değerli öğretmenlerimize, sevgili öğrencilerimize, kıymetli velilerimize ve eğitim camiasına hayırlar getirmesini Rabb’imden niyaz ediyorum. Millî ve manevî değerler...
Yazar: Ali ÖZKANLI
Değerli okuyucularım. Ömrü eğitim ve öğretimle geçmiş, kırk yıldır yazan ve konuşan bir eğitimci olarak yeni bir eğitim-öğretim yılına başlarken bilgi, birikim ve tecrübelerimiz ışığında değerli anne ...
Yazar: Ali ÖZKANLI
Müslüman her zaman nefsini hesaba çekendir. Özellikle Ramazan-ı Şerif nefis muhâsebesi yapmak için en uygun aydır. Bilindiği üzere on bir ayın sultanı bu ayda Peygamberimiz’e nâzil olmuştur. Yüce kita...
Yazar: Ali ÖZKANLI