EBUSSUÛD EFENDİ
On üçüncü Osmanlı Şeyhülislâmı olan büyük âlimin ismi Ahmed bin Muhammed’dir. Ebussuûd el İmadî ismiyle de meşhûr olup, Hoca Çelebi adıyla da tanınmıştır. 1491 senesinde İskilip’te doğdu. 1574’te İstanbul’da vefat etti. Kabri Eyüp Camii karşısındadır. Dedesi Ali Kuşçu’nun kardeşi Mustafa İmadî’dir. Semerkand’dan Anadolu’ya gelip yerleşmiştir. Babası, evliyanın meşhurlarından İbrahim Tennurî’nin sohbetinde yetişmiş âlim ve kemale ermiş bir zat idi. İkinci Bâyezîd onu çok sever, sohbetinde bulunurdu. Bu sebeple kendisine Hünkâr Şeyhi denmiştir. Ebussuûd Efendi, önce babasından, babasından sonra Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi’den kayın babası Mevlâna Seyyid-i Kahraman’dan ve İbn-i Kemâl Paşa’dan ilim öğrendi. Tahsilini tamamladıktan sonra, yirmi altı yaşında müderris oldu. 1532’de Bursa kadılığına, bir sene sonra da İstanbul kadılığına tayin edildi. Üç sene İstanbul kadılığı yaptı. 1537’de Rumeli Kadıaskerliği’ne tayin edildi. Ebussuûd Efendi, Kadıasker tayin edilmeden önce, gördüğü bir rüyayı şöyle anlatmıştır: “Kadıasker olmadan bir hafta önce Fatih Sultan Mehmet Camii’nin mihrabında benim için bir seccade serilmiş olduğunu gördüm. Halka imam oldum ve sekiz rekât namaz kıldım. Bu rüyadan sonra Kadıasker (Kazasker) oldum. Meğer bu rüya Kadıaskerlikte sekiz sene kalacağıma işaretmiş. Keşke kıldığım o sekiz rekâtlık ikindi yerine yatsı namazı kılmış olsaydım.” Cihan Sultanı Kanûnî, kıymetini ve ilimdeki üstünlüğünü anladığı ve takdir ettiği Ebussuûd Efendi’yi çok sever ve değer verirdi. Onu bütün seferlerinde yanında bulundururdu. 1541 yılında Budin’in fethinde, şükran alameti olarak şehrin en büyük kilisesini camiye çevirten Kanûnî burada ilk Cuma namazını Ebussuûd Efendi’ye kıldırttı. Bunun yanında Budin’in ve Orta Macaristan’ın tapu ve tahrir (yazım) işlerini yaptı. 1545 yılında Fenarizâde Muhyiddin Efendi’nin ihtiyarlığı ve rahatsızlığı sebebiyle Şeyhülislâmlıktan ayrılması üzerine bu göreve getirildi. Ebussuûd Efendi, Kanunî ve oğlu İkinci Selim’in saltanatları zamanında 30 sene Şeyhülislâmlık yaptı. Osmanlı Şeyhülislâmları arasında en çok makamda kalması ile de bir rekorunda sahibi oldu. Ebussuûd Efendi’yi çok seven Koca Hünkâr Kanûnî her önemli işinde ona danışır ve fetvasına müracaat ederdi. Süleymaniye Camii’nin temel atma merasiminde, mihrabın temel taşını Ebussuûd Efendi’ye koydurtmuştur. Ebussuûd Efendi, dinine bağlı, haramlardan ve şüpheli şeylerden sakınan, Allah korkusu çok olan bir âlimdi. Güler ve nurani yüzlü, tatlı dilli, aksakallı, vakur, gösterişten uzak bir şekilde giyinirdi. Etrafında bulunanlara yumuşaklıkla muamele ederdi. Ebussuûd Efendi, Yavuz Sultan Selim ile oğlu Kanûnî Sultan Süleyman’ın fevkalade sevgi ve iltifatını kazandı, Cihan Sultanı Kanûnî’nin kendisine gönderdiği şu mektubu, onu nasıl sevip, sayıp, takdir ettiğini göstermesi bakımından ne kadar güzeldir: “Halde haldaşım, sinde sindaşım (yaşta yaşdaşım) ahiret karındaşım. Molla Ebussuûd Efendi Hazretleri’ne, sonsuz dualarımı bildirdikten sonra hâl ve hatırını sual ederim. Yüce Yaradan gizli hazinelerden tam bir kuvvet ve daimi selamet müyesser eylesin. Allahu Teâlâ’nın bağışlaması ve lütfuyla yardım ve insan severliğinizden istenir ki mübarek zamanlarda gönülden olan sevginizi şerefli kalbinizden çıkarmayınız. Bizim için dua buyurunuz ki yere batasıca kâfirler hezimete uğrayıp bütün İslâm orduları Allah’ın yardımı ile muzaffer olup, Yüce Yaradan’ın rızasına kavuşalar. Dualarımızı, yine dualarınızı bekleyen Hak Teâlâ’nın kulu bî-riya (riyasız) özü sözü bir olan Süleyman (Kanûnî).” Kanûnî devri her bakımdan Osmanlı Devleti’nin en parlak dönemidir. İlimde, sanatta, denizcilikte en meşhur kimseler bu devirde bir araya gelmiştir. Osmanlı Devleti, o devirde dünyanın yarısına hükmeden muazzam bir devlet idi. Devletin bu hale gelmesinde bu muazzam kadro içindeki Ebussuûd’un da büyük emeği geçti. Ömrü boyunca Osmanlı Devleti’nde adaletin yerleşmesinde ve yaygınlaşmasında her türlü çalışmayı yapmış ve pek üstün gayretler göstermiştir. Ebussuûd Efendi, bütün bu meziyet ve üstünlükleri yanında, edebiyat ve şiir sahasında da kalıcı eserler bırakmıştır. Kendisinin Türkçe, Arapça ve Farsça şiirleri vardır. Sorulan bazı suallere şiirle cevap verdiği de olurdu. Şiirlerinde daha ziyade fikir hâkim olup, âlimâne ve hakimâne yazardı. Cihan Padişahı Kanûnî’nin ölümüne duyduğu büyük üzüntü ve acıyı da hakimâne (hikmet sahibi) bir şekilde ifade ediyordu: Yıldırım gürültüsü mü, yoksa İsrâfil sur’u mu? Ki böyle doldu kıyamet sayhalarıyla yeryüzü Bundan her tarafa büyük korku isabet etti Bundan bütün insanlar Tur’daki helâk hadisesini tattı Kanunî 1566 yılında Zigetvar’da vefat edince, cenaze namazını Ebussuûd Efendi kıldırdı. Kılınan cenaze namazından sonra Kanûnî’nin yaptırdığı Süleymaniye Camii bahçesindeki türbesine gelindi. Cenaze kabre konuldu. Bu sırada bir çekmece getirilip kabre konulmak istendi. Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi müdahale etti. Çekmecenin niçin konulduğunu, dinimizde kıymetli bir şeyin cenazeyle gömülmesinin mümkün olmadığını söyledi. Kanûnî’nin, vefatından bir gün önce vasiyet edip bu çekmecenin kendisi ile gömülmesini istediğini bildirdiler. Ebussuûd Efendi, mutlaka içindekilerin görülmesi gerektiğini, kıymetli bir şey varsa gömülemeyeceğini söyledi. Çekmece Ebussuûd Efendi’ye verilirken, elden kayıp düştü ve içindekiler döküldü. Kâğıtların her birinde bir fetva ve altında Şeyhülislâm’ın imzası vardı. Ebussuûd Efendi, yazıların altında kendi imzasını görünce; “Ey Süleyman sen kendini kurtardın ama biz ne yapacağız?” diyerek ağlamaya başladı. Kanûnî, yapacağı her işi Şeyhülislâm’a sormuş ve aldığı fetvaya göre hareket etmişti. Delil olarak da, aldığı fetvaların yanında gömülmesini vasiyet etmişti. Ebussuûd Efendi, sekiz sene de İkinci Selim zamanında Şeyhülislâmlık yaptı. Padişah kendisine çok hürmet eder, kendisini incitecek hareketlerden sakınırdı. Bu dönemde en mühim hizmetlerinden birisi de, Kıbrıs’ın fethi için fetva vermesi ve Kıbrıs’ın fethini sağlamasıdır. Ebussuûd Efendi İbn-i Kemâl Paşa’dan sonra “Muallim-i Sani” (Fârâbî) lakabıyla tanınmıştı. Bütün ilimlerde mahir olup bilhassa tefsir, fıkıh ve Arabî ilimlerde mütehassıs idi. Bu sahada pek çok eser yazmıştır. 25 Ağustos 1574 tarihinde 84 yaşında iken vefat etti.
Muammer YILMAZ
Yazarİstanbul’da bir sohbette Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri askerlik hatıralarını anlatırken şöyle buyurur: “Diyarbakır’da askerdik. Bir pazar günü arkadaşlarla beraber Dicle Nehrinin kenarınd...
Yazar: Resul KESENCELİ
Emevi halifelerinin sekizincisi olan Ömer bin Abdülaziz; daha hayatta iken “İkinci Ömer” diye ün salan İslâm’ın bu büyük halifesi, tam bir hak, adalet ve takva abidesidir. Hazret-i Ömer’in torunu o...
Yazar: Muammer YILMAZ
Osmanlı Devleti’nin ilk Şeyhülislâmı olan Molla Fenarî, 1350 yılında Fener köyünde doğdu. Babası zamanın velilerinden Muhammed Hamza’dır. Fener köyünde doğması yanında, babasının da fenercilik sanatıy...
Yazar: Muammer YILMAZ
İslâmiyet dini akla büyük önem vermiştir. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim, pek çok ayetinde, insanı göklerin ve yerin yaratılışını düşünmeye davet ederek şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz göklerin ve yerin yarat...
Yazar: Aydın BAŞAR