EBRÛZEN HİKMET BARUTÇİGİL İLE EBRU SANATI ÜZERİNE
Özgeçmiş 1952′de Malatya’da dünyaya geldi. 1973′de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu’nda tekstil eğitimine başladı. Yükseköğreniminin ilk yılında tanıdığı ve öğrencisi olduğu Prof. Emin Barın’ın teşvikiyle hat sanatına ilgi duydu. Hat sanatı ile ilgili çalışmalarına başladığı sırada ebru sanatını fark eden ve içindeki dinamizmi keşfeden Barutçugil’in bu sanata duyduğu sevgi kısa zamanda tüm benliğini sardı. Öğrencilik yıllarında araştırmalarını tek başına sürdürüp kendisini geliştirdi. 1977’de Akademi’den tekstil desinatörü olarak mezun olduktan sonra çalışmalarını ebru üzerine yoğunlaştırdı. 1978-1981 yılları arasında ihtisas için gittiği Londra’da araştırma ve çalışmalarını aralıksız sürdürdü. Akademik eğitimden aldığı sanat altyapısını gelenekli sanatlarla birleştirerek yepyeni ufuklar açtı. Türk Ebru Sanatı’nı tanıtmak ve yaymak amacı ile yurtiçi ve yurtdışında (36 ülkede, A.B.D. Kanada, Almanya, Hollanda, vb.) 119 kişisel ve 122 karma sergi açtı. 195 kurs ve seminer, 126 konferans ve uygulamalı ebru gösterimi ile 6 sanat terapisi gerçekleştirdi. Gelecek yüzyılların sanatçılarına yön ve ilham verecek eserleri bugünden planlamak amacıyla 1830’lu yıllardan kalan tarihî bir konağı ‘Ebru Evi’ haline getirip yaşayan bir “müze galeri”ye dönüştürdü. “Ebristan” İstanbul Ebru Evi’nde hâlen ebruya geleneksel sanatları da uygulayarak sürdürmektedir. Ebru sanatını gelenekten geleceğe taşıyan çalışmaları nedeniyle, Üsküdar Üniversitesi Senatosu tarafından “Fahri Doktora” takdimi uygun görülmüştür. Su ile renklerin birleşmesi sonucu bulut misali oluşan güzel desenlerin Hakk’ın takdiri olarak değişik şekillerde yansımasıdır ebru. Suyun içindeki rahmetin suyun yüzüne motif motif düşmesi de sayılır bir bakıma. Kalem ve kâğıda büyük önem veren İslâm dini, güzel sanatların her alanıyla ilgilenmiştir. Türkistan topraklarından Anadolu’ya göçen Müslüman Türkler sanki yeşil dağların, ovaların, bozkırların, geçtikleri çöllerin, gördükleri göllerin, ırmakların resimlerini gönül teknesinden hayat defterine işledikleri gibi ebru teknesinden kâğıt üzerine düşürmeyi sanata dönüştürmüşlerdir. İmal etikleri ebruları kitap kapaklarında veya hanelerinin duvarlarında bir tablo güzelliğinde muhafaza etmişlerdir. Allah isminin sayısal tecellileriyle özdeşleştiği için lâlenin, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in sembolü olduğu için gülün, Hz. Ali’nin sevdiği koku olduğu için karanfilin resmini çiçek çiçek işlemişler. Ebru, tekke sanatlarında önemli bir mevkie sahip olmuştur. Türk Ebru Sanatı geçmişten geleceğe usta ellerde nesilden nesile aktarılmıştır. Günümüz ebru ustalarından Hikmet Barutçugil ile Salacak’taki hanesinde yani “Ebru Evi”nde sohbet ettik. Dergimiz şairlerinden Halil Gökkaya’nın da iştirak ettiği ebru sohbetini röportaj olarak sizlere sunmak istiyoruz. Ebru sanatı nedir? Ebru, sırlar âleminden bizlere gizli güzellikler sunan, gizemli bir sanattır. Bilinen ilk adı ‘ebre’ olan sanat İran’a geldiğinde, Farsça bulutumsu anlamına gelen ebri adını aldı. Yine Farsça bir isim tamlaması olan ab-ru (su yüzü) olarak da anıldı. Ebruyu kısaca ‘su yüzü resmi’ olarak tarif edebiliriz. Ebru, sadece bir boyalı kâğıt değil, ruha hitap eden duygusal bir ezgi veya nükteli bir şiirdir de. Sanatın gayesi ne olmalıdır? Sanat, dünya sanat tarihi içinde her zaman çok farklı anlamlar, gayeler ve farklı görüşlerle anlaşılmıştır. Sanatın tarifini yapın denildiğinde karşımıza binlerce farklı cevap çıkabilir. Aslında her tarif yapanına göre doğrudur. Çünkü Cenab-ı Allah her birimizde ayrı esmalarıyla tecelli ediyor. Ancak, bizim ebrudan ve İslâm sanatlarından anladığımız bambaşka bir açılımı vardır. Orta Asya’dan gelmiş, Müslüman olmuş bir toplum olarak kendi öz sanatlarımızın farklı temellere dayandığı aşikârdır. Batı sanatlarının temel ilkeleri ile çok farklıdır ve asla kıyaslanmamalıdır. Kalk, başka bir âlemi tasvir et. Aşkı zekâya karıştır. Batılıların şulesi nem kapmış. Gözleri görüyor ama gönülleri ölmüş… Muhammed İkbal İslâm sanatları; gözden gelen algıları, kendinden geçercesine gönülle birleştirerek ortaya çıkan ve tekâmülü arayan bir “letâfet” anlayışıdır. Gayesi para-pul, şan-şöhret, ilgi-itibar gibi bir gayesi yoktur. Sözün özünü, merhum üstat vitamin hapı gibi bir beyitle açıklamış. Anladım işi sanat Hakk’ı aramakmış, Marifet bu, gerisi çelik çomakmış. Necip Fazıl Kısakürek İlahi Güzellik Arayışı Kadim Türk sanatlarının amacı ve güzellik ilkelerinin özü: “Yaratılmış güzellikleri taklit ederek Yaratan’ı aramak, Yaratan’a yaklaşmak, O’nunla birleşmektir. “Vahdet-i vücut/tek vücut” olarak kısaca tarif edilebilir ki, bu da tasavvufun nihai/son gayesidir. Her olay, her düşünce, her hareket hedef olarak temelinde bu prensibi ihtiva eder. Tasavvuf ‘insan mühendisliği’ demektir, bir irfan mektebidir. Bu mektebin öğretmenleri vardır. Bu insan-ı kâmil olan maneviyat rehberlerin en önemli görevleri, kişiye nefsini, yaradılışının sırrını tanıtmak ve bir vicdan muhasebesi hassasiyetini kazandırmaktır. Böylece insan ilahi kudret karşısındaki acizliğini idrak ederek ve haddini bilerek kendini tanımaya başlar. İnsanlığını arayanlar için sanat da böyle değil midir? Sanat da aynen böyle, zanaatta olgunlaşan herkes kendi içindeki duyguları işleyerek açığa çıkarması, iç dünyasını yaptığı eserlerle dışa vurmasıdır. İnanmadığı, kendine ait olmayan duygularla yaşamak, ya da zorla başkalarını taklit etmek ne kadar acı verici olmalıdır. Bir hadis-i kutsi de “Allah; gizli bir hazine idi, bilinmeyi murat etti, bilinmek için de insanı yarattı.” Yaratan bize, sadece insana O'nu bilmek yeteneğini, kapasitesini ve yetkisini verdi. Allah kâinatı insan için yarattı. Her şeyin yokluktan varlık âlemine getirilmesi insanın hatırınadır. İnsan olma haysiyetine ulaşmak, irfan mektebinde yetişip başarı ile mezun olmaktır ta en zor zanaattır. Ebrunun Gizemi Ebru sanatı ile insanın yapısı nasıl bir benzerlik gösterir? İlk insan olan Âdem sudan ve topraktan (çamurdan) yaratıldı. Âdem, Allah olmadan bir çamur yığını olduğunu idrak etti. İşte biz de Allah olmadan, inanç ve his olmadan aynı hâldeyiz. Farsça kökeni Ab ru (su yüzü) olan ebrunun; ''tefekkür teknesi’nin (fikir üretme yeri) başında bu hâl aynen yaşanır. Renkli toprak (boyalar) su ile karıştırılır. Elde edilen bu çamur o hâli ile hiçbir işe yaramaz. Düşünerek fikir üreten sanatkârlar içine öd katar, suyun üstünde yüzdürür, desenler ve ebrunun nice güzelliklerine ulaşır, Allah’ın tecellilerini seyrederek kendinden geçerler… Sanattan murat görünene bakıp Görünmez’i okumaktır. O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar. Her sanatın bir duası olur. Ebru duası hakkında bilgi veriri misiniz? İslâm sanatlarının evrensel beyannamesi işte bu duanın içinde gizlidir. Bir atom (fizik) profesörü olan, aynı zamanda döneminin ebru ustalarının yakını olan, Merhum Prof. Ahmet Yüksel Özemre’den bizlere intikal eden bu dua tasavvuf kaynaklı İslâm sanatlarının temel ilkelerini özet olarak verilmiştir. Bir boy abdesti alarak ebrû teknesinin önüne oturan ebrûzenin, Âlem-i İmkân olarak idrak ettiği bu tekne karşısında: “Bismillâhirrahmânirrrahîm. İlâhî, yâ Rabbî! Ezel’deki Hükm’üne uygun olarak bu teknede zuhûr edecek olan nakışların, Hilkat’inin (yaradılışın) nakışlarında meknûz (saklı) olan Hikmet’ini (gizli sırlarını) idrâkden âciz olan bu fakîrin nefsini teshîr (büyüleyip aldatma) edip de enâniyyetini (benlik, ego) azdırmasına izin verme! Nefsimi, Senin gibi bir Hâlık (yaratıcı) olma vehminden de, bu vehmin tevlîd edeceği (doğuracağı) bir şirk-i hafîden de (gizli şirk), hubb-i riyâsetten (liderlik sevdası) de koru, yâ Hafîz! (koruyan) Fakîri “Lâ Fâile İllâllāh” (Allah’tan başka yapan yoktur) sırrının edebiyle teçhiz (donat) et! Bu tekne başındaki mesâiyi Senin zikrinle taltîf (iltifat, yumuşatma) ve sana olan kulluğumun bir nişânesi (göstergesi) olarak kabûl et! Destûr yâ Hakk!” Ebru bunu nasıl sağlar? Sudan çıkan desenlerin tabiattaki benzerlikleri ebru yapanı dehşete düşürerek yaradılışın esrarının şiddeti ile sarsıp acizliğinin farkına vararak yaratanının azameti karşısında O‘na teslim olmasını sağlamaktadır. Renklerin özel bir anlamı var mı? Ruha etkileri nasıl? Renkler tabii ki çok anlamlı ve ruha hitap ediyor. Ebruda kullandığımız boyalar tabiattan elde edilen, gözümüzün görmeye alışkın olduğu bir armoni içindeler. Bizi hiç rahatsız etmez aksine rahatlatır. Ebru sanatında karanfil, lale ve gül motiflerinin fazla kullanılması hangi sembolik anlamları ifade etmektedir? Ebru tarihimizde 17. yüzyıldan beri çiçekli ebruların kullanıldıklarını biliyoruz. Bazı çiçekler sembollerle ifade edilmiştir. Ebcet hesaplamasında Allah, lale ve hilal 66’ya tekabül etmektedir. Bu sebepten hilal, minarelerin ve cami kubbelerinin en üst noktası olarak kullanılmıştır. Gül Hz. Peygamber (s.a.v.)’i, karanfil Hz. Ali’yi hatırlatan semboller olarak bilinir. Ancak çiçeklere veya başka nesnelere ulûhiyet vermek, tevhid inancına göre sakıncalıdır. Yaratılmış her şey şüphesiz ki Cenab-ı Allah‘ın birer tecellisidir ve aralarında herhangi bir fark yoktur. Barut Ebrusu’nun doğuşu İnsanın ilerlediği yolda iz bırakması bir gelişim merhalesine ulaşması elbette ideal olandır. Siz bunu Barut Ebrusu ile yakalamışsınız. Barut Ebrusu’nun doğuşu ve gelişimi hakkında neler söylersiniz? Ebru sanatına 1973 yılında gönül verdiğimde öğrendiğim tek şey, su ve boya idi. Başka hiçbir şey bilmiyordum. Ebru ile ilgili ne bir kitap veya yazılı kaynak, ne de öğreten bir kimse maalesef yoktu. Bu gizemli güzellik kaybolmak üzereydi. Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenci olmanın avantajıyla edindiğim boya ve malzeme bilgileriyle deneme-yanılma yöntemiyle ne olduklarını bilmediğim bir şeyler çıkarıyor, eski ebruların nasıl yapıldıklarını arıyordum. 1974 yılında Bilim ve Teknik dergisinin (mayıs sayısı) kapağında ‘Denizler Kirleniyor’ diye bir başlık altında fotoğraflar gördüm. 3-4 milimlik deniz suyunu elektro-mikroskopla büyütmüş görsellerini yayınlamışlardı. Orada beni son derece etkileyen dalgalı, damarlı gibi görüntüler elde ettiğim ebrulara çok benziyordu. Su var, akışkanlık var, türbülanslar, yumuşacık doğal kıvrımlar var. Demek ki tabiatta zaten doğal olarak bu güzellikler birçok farklı alanlarda oluşuyor. Benzer görüntüleri nasıl elde ederim diyerek denemelerime hız verdim. Önceleri çok sıkıntılı, üzüntülü, ümitsiz anlar oldu. Fakat hamdolsun, Allah o aşkımı, şevkimi, ilhamlarımı eksiltmedi. Aradıkça yeni, farklı şeyler çıktı. Her eser ortaya çıkınca hayretim ve Cenab-ı Hakk‘ın karşısındaki acziyetimi dehşetle seyrettim. Mikro ve makro âlemlerde karşılaştığımız görüntülerle acaba, Allah bize yaratışı ile ilgili ipuçları, sırlar mı veriyor? Barut Ebrusu’nun eski tarz ebru ile farkları nelerdir? Barut Ebru’da ve klasik ebrularda boyarmadde olarak hemen hemen aynıdır. Klasik yöntemde renkler suda birbirine karışmıyor, Barut Ebrularında karışarak ara renkler, dolayısıyla da sonsuz renk tonları çıkıyor. Kaos teorisinde, fraktal geometride olduğu gibi hayal edilen görüntüler. Çizgiler, boşluklar, dalgalanmalar var. Ebruda daha önce hiç denenmemiş yeni desenlerin ve yöntemlerin yanı sıra birçok başka sanatlarla (resim, minyatür, gravür, seramik, fotoğraf vb. gibi) da birleştirildi. Tarihi içinde hep bir kâğıt sanatı olarak varlığını gösteren ebru, Barut Ebrularıyla birlikte kumaş, ahşap, deri, seramik gibi iki veya üç boyutlu ürünler de yapılmaya başlandı. Yaygın olarak iç mimaride ve hediyelik alanında kullanıldı. Yıllar önce Somuncu Baba Dergisi’nin arka kapaklarında sizin ebrularınız izninizle yayınlandı. Neler hissetiniz? Somuncu Baba Dergisi’nde yayınlanması lütfedilen eserlerim için teşekkür derim. Çok basılan ve okunan bir dergide yer almak ebrunun tanıtılması, yaygınlaştırılması ve tekâmülü bakımından son derece önemlidir. Somuncu Baba Külliyesi ve Hulûsi Efendi Vakfı Malatyalı olmanız hasebiyle Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi Hazretleri hakkında bir şeyler söylemek ister misiniz? Malatya’da ki çocukluk yıllarımda (50’li yılar) İstanbul’a yaptığımız yolculuklara Darende ilk mola yeriydi. O zamanlar Ankara’ya burunlu otobüslerle ulaşmak 14-15 saat sürerdi. Darende, sebebini bilmediğim hoş ve cazibeli bir yer olarak hep hatırımdadır. Uzun yıllar sonra Somuncu Baba’yı tanıyıp ziyaretine gittiğimde kaynağının ne olduğunu fark ettim. Birkaç sene önce Darende’ye yaptığım bir ziyarette ‘Hulûsi Efendi Vakfı’ tarafından yaptırılan muhteşem bir külliyenin ihtişamını hayretler içinde müşahede ettim. Mimarî mükemmelliğin yanı sıra verilen (eğitim başta olmak üzere) hizmetlerde her türlü takdirin üzerindedir. Bir ülkenin, bir devletin, bir milletin istikbali eğitime bağlıdır. Eğitim iyi ise gelecek parlaktır, eğitim kötü ise gelecek karanlıktır. Türkiye eğitimi millî kimlik, millî kültür, evrensel değerler üzerine kurulu olmalıdır. Bilgi ve kültür yanında ahlak, karakter terbiyesi ve güzellik, sanat, estetik boyutunun verilmesi son derece önemlidir. Öz değerlerine bağlı olmayan ahlak, sanat boyutu kazanamayan nesiller, ülkelerini çirkinleştirir. Eğitim meselesini çözemezsek ülkemizin, devletimizin, halkımızın geleceği parlak olmaz. Hatta ayakta bile duramayız. İşte, Türkiye’nin bir numaralı meselesi olan bu duruma merhem olmuş bir külliyenin varlığı fakiri pek mutlu etmektedir. Hulûsi Efendi Vakfı’nın eğitime destek, burslar, yurt hizmetleri, iftar sofraları, sadaka taşı gibi faaliyetleri ile kütüphane, müze, Hamidiye Çarşısı gibi hizmetleriyle örnek alınacak bir külliyedir. Cenab-ı Allah sayılarını ziyade etsin, vesile olanların, hizmeti geçenlerinde ahir ve akıbetleri hayrolsun inşallah.
Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Yazar“TOPLUMLAR ADÂLETLE ÂBÂD, ZULÜMLE BERBAT OLURLAR”Bu sayımızda Necmettin Erbakan Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Dergimizin yazarı Prof. Dr. Ali Akpınar Hoca’mızla yaptığımız adâlet ile ilgili söyleşimiz...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Dindeki Sarsılmaz Yeri HakkındaProf. Dr. Enbiya Yıldırım ile RöportajSahâbenin Rasûlullah (s.a.v.)'la ilişkisi nasıldı?Hepimizin mantığı kendi anlayabileceği üzere ashâb-ı kir...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
İslâm’ın Kadına Bakışı Üzerine Prof. Dr. Ramazan Altıntaş ile Bir Mülâkat- Değerli Hocam, İslâm gelişiyle birlikte kadınlara ne gibi haklar vermiştir, örnekler vererek açıklayabilir misiniz?Teşe...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ
Hocam sizi böylesi bir eser yazmaya sevk eden etken nedir?Bu eserin kaleme alınış sebebi, günümüz insanının rol model arayışına cevap verebilmek arzusudur. Osman Hulûsi Efendi aramızdan biridir. Konuş...
Yazar: Şerif Hamideddin TEKTAŞ