EBRU’NUN SIRRINI KEŞFEDEN SANATKÂR: MUSTAFA ESAT DÜZGÜNMAN
Mehmet Nuri Yardım Cumhuriyet dönemi Türk sanatında bazı şahsiyetler vardır ki, onların manevi alt yapısını ve beslendikleri şahsiyet ve ocakları bilemezsek üstün sanatlarının da sırlarını da kavrayamayız ve en acısı da o yüksek sanatları vücuda getiren hakikatlerden mahrum kalırız. İşte mimaride Ekrem Hakkı Ayverdi sanat semasında böyle bir yıldızdır, tezhip ve minyatürde Süheyl Ünver keza bu sanatkârlar silsilesindendir. Hüsnühat sanatında da Hamid Aytaç bu ışıklı sanat erbabındandır. Konumuz olan ve rahmetle yâd ettiğimiz Mustafa Esat Düzgünman da sözünü ettiğim “irfan sahibi sanatkârlar” kafilesindendir. Bugün başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin hemen hemen her yerinde ananevi Türk İslam sanatlarından olan ebruya, özellikle gençler tarafından büyük bir ilgi gösteriliyor. Bu olumlu gelişmede en fazla emeği geçen sanatkârın, rahmetli ebru üstadı Mustafa Düzgünman olduğunu unutamayız. Düzgünman’ı en iyi anlatanların başında ise merhum Ahmed Yüksel Özemre gelmektedir. Düzgünman’ın yakınlarından olan Özemre, Kubbealtı’ndan çıkan Üsküdar’da Bir Aktar Dükkânı kitabı ile diğer hatıratında üstada geniş yer ayırır. Düzgünman’ı ve ailesini en iyi şekilde buradan tanımak, anlamak mümkündür. 112 sayfalık eser, bize hem Mustafa Düzgünman’ı ve sanatını hem ailesini ve çevresini hem de malum ve meşhur attar dükkânını anlatmakta ve bütün boyutlarıyla tarif etmektedir. Bu eserin takdiminde merhum müellifimiz, renkli üslûbuyla şöyle demektedir. “Üsküdar’da, sâhipleriyle âilem arasında hasbî bir dostluk ve derin bir muhabbetin mevcûd olduğu bir ‘Attar Dükkânı’ vardı. Bu dükkân sâdece ihtivâ ettiği envâ’ı çeşit metâ ve sâhiplerinin müstesnâ şahsiyetleri bakımından değil, fakat pek çok ehl-i irfân ve ehl-i san’atın da bir toplantı ve sohbet mahalli olması bakımından ilgi çekerdi. Üsküdar’a has bâzı meczûbîn dahi, uğradıklarında, hüsn-i kabûl gördükleri bu dükkâna nev’i şahsına münhasır bir başka hava verirlerdi. Üç yaşımdan îtibaren tam 53 sene bu ‘Attar Dükkânı’nın sâdık bir müdâvimi, sâhiplerinin ise üç nesil boyunca dostu oldum. Bu dükkân nice mânevî sohbetlerin, nice dostlukların, nice himmetlerin, nice hayırların, nice tefekküre şâyân ibretlerin, nice rahmânî füyûzâtın, nice irşâdların sebebi ve mihveri, benim de mânevî eğitimimin ve kültürümün en mühim kaynaklarından biri olmuştur.” Klâsik sanatlarımızın günümüz otoritesi olan Prof. Uğur Derman da Mustafa Düzgünman’ın ebru sanatına getirdiği yenilikler ve katkılar hakkında şöyle demektedir: “Çeşitli konularda yeniliğe açık olduğu hâlde ebru sanatında klasik anlayışa sımsıkı bağlı kalan ve bu hususta modern uygulamalara iltifat etmeyen Düzgünman, ebruculukta kendisini geçtiğini söyleyen hocası Necmeddin Okyay’ın bu sanata kazandırdığı çiçekli ebru çeşitlerine papatyayı eklemiş, ayrıca çiçek şekillerini de ıslah etmiştir. 1940’ta başlayıp ölümüne kadar elli yıl süren ebruculuğu sırasında, 1967’den itibaren çeşitli sergiler açan ve bazı sergilere katılan Düzgünman, hem eserleriyle hem de yetiştirdiği öğrencileriyle bu sanatın tanınmasına ve yayılmasına hizmet ederek son otuzbeş yılın ebruculuğuna âdeta damgasını vurmuş bir sanatkârdır.” Sanatkârımızın takipçilerinden ebru sanatçısı Sabri Mandıracı ise, Mustafa Düzgünman’ı kendi âleminden şu şekilde tasvir ediyor: “Merhum üstadımın hayatı ve yaşayışı hep mânâ eksenli olmuştur. Gençliğinden itibaren arkadaş çevresi, dostları, ilgilendiği konular, feyiz aldığı san’atlar ve insanlar ona hep manevi haz veren ve gönlündeki güzellikleri ortaya çıkaran bir seyir izlemiştir. Bu iklim içinde büyüyüp yetişen Mustafa Esat Düzgünman için suretteki her şeyin bir sîreti vardı ve o mânâ bilinmeden görünüşteki varlıklar ve olaylar anlaşılamazdı. Varlığa ve hayata bu bakış açısıyla bakmak gerekliydi. Ona göre ebrûnun da mânâsı vardı. O mânâ, mutlak güzelin tezahürüdür. Aslında san’atın kendisi gerçeği bulmada bir araçtır. Değişmeyen ezeli hakikati bulmada bir araçtır.” Çok maharetli olan ve hezarfen diyebileceğimiz özelliklere sahip bulunan Mustafa Düzgünman sadece ebru değil, cilt ve beste de yapmış, şiirler yazmıştır. Talebeliği yıllarında klâsik cilt sanatında “Şemse” denilen tarzın güzel örneklerini vermiştir. Sabri Mandıracı, Düzgünman’ın ortaya koyduğu bütün bu güzel eserlerin, bilhassa Âl- Abâ’nın himmeti ve Hazret-i Aziz Mahmud Hüdayi’nin yardımıyla olduğunu belirtmektedir. Tasavvufun inceliklerini bilen ve bu yolda gönül huzuruyla ilerleyen Düzgünman, ortaya koyduğu sanatın sahipleri olarak kendilerinden feyz aldığı, istifade ettiği manevi önderlerini işaret eder. Dolayısıyla sanatkâr olarak benlik ve enâniyet davası gütmez, kibirlenmez, gururlanmaz. Müslüman bir sanatkâr olarak elinden gelen bütün hünerlerin, maharetlerin asıl sahibinin Cenabı Allah olduğu idrakindedir. Bunu “Ebrûnamesi”nde de “Zannetme ki bu eşkâlin Halıkıyız senle ben / Gafil olup şirke dalma bir faildir iş gören” beytiyle ifade eder. EBRU İLE BEZENMİŞ HAYAT Ebru, minyatür, tezhip, hat, oyma ve kakma gibi geleneksel klasik sanatlarımızdan biridir. Diğerleri gibi bu sanat dalı da asırlar boyu Türk milletinin duygu, zevk ve estetiğinin ifade araçlarından biri olagelmiştir. Batılılaşma çabalarının bir sonucu olarak, ebru da uzun yıllar diğer millî sanatlarımız gibi ihmal edilmiş, unutulmaya yüz tutmuştur. Ne var ki, bu sanatlarımızı elinden tutup günümüze getiren ve gözkamaştırıcı çalışmalarıyla önce Batıda, daha sonra da bizde tanınıp takdir edilen sanatkârlarımız çıkmıştır şükür. Bu hüner, hizmet ve himmet sahiplerinden biri de Mustafa Düzgünman’dı. Bundan 31 yıl önce sonsuzluk âlemine uğurladığımız Düzgünman, Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatkâr ebru üstadı Necmeddin Okyay’ın müstesna talebesiydi. Kendisinden izin alınarak Avrupa ve Amerika’da sergileri açılıyor, ebruları sanat çevrelerinin büyük ilgisini çekiyordu. Üstadın önce hayat hikâyesine bakalım. 9 Şubat 1920 tarihinde İstanbul Üsküdar’ın Sultantepe semtinde doğan Düzgünman, aynı şehir ve mahallede 12 Eylül 1990 tarihinde vefat etti. Temel eğitimini bitirdikten sonra Güzel Sanatlar Akademisi Türk Tezyini Sanatları Bölümü cilt ve ebru şubesine devam etti, ebru sanatını annesinin dayısı olan Necmeddin Okyay’dan öğrendi. Dinî mûsikî ile de ilgilenen ve değişik makamlarda bestelediği yirmi kadar ilahisi bulunan Mustafa Düzgünman, mızıkalı Hâfız Muhiddin Bey ve Çarşamba Tekkesi Şeyhi Hayrullah Efendi’den birçok eser geçti. Üsküdar Rifâî Âsitânesi şeyhi Hüsnü Sarıer gibi kıymetli hocalardan da istifade etti. 1953 yılından 1979 senesine kadar Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdaî Hazretleri’nin türbedarlığını yapan Mustafa Düzgünman, tasavvuf âdâbını ise Hâfız Eşref Ede’den aldı. Aziz Mahmud Hüdâyî Camii’nde uzun yıllar iç ezan ve teravih namazı aralarında ilahiler okudu. Üsküdar’da baba mesleği olan attârlığı devam ettiren Düzgünman, 1941 yılından vefatına kadar ebru teknesi açtı. Gelenekli Türk ebrusunun büyük ustası merhum Mustafa Düzgünman’ın birçok öğrencisi bulunuyor. BİR ZİYARETİN ARDINDAN Merhum Mustafa Düzgünman, tanıma bahtiyarlığına erdiğim müstesna bir sanatkârdı. Eserleriyle yurtiçinde ve yurtdışında tanınan ve büyük ilgi gören, ebru deyince akla ilk gelen şahsiyet olan Mustafa Düzgünman’la 1985 yılında Doğuş gazetesi adına bir mülâkat yapmıştım. Teknesinin olduğu mekânda yaptığım ziyarette sorularıma büyük bir nezaketle cevap vermişti. Dikkâtimi çekmişti, apartmanın adı da Ebru’ydu. İkramda bulunduktan sonra hayat hikâyesini anlatmış, daha sonra ebru sanatının inceliklerine ve derinliklerine dalmıştık. Meselâ, Necmeddin Okyay Hoca’dan ebru ve cilt sanatını öğrenmişti. O gün Türk sanatı olarak tanımladığı ebru ile 40 yıldan fazla bir zaman uğraştığını anlatmıştı. Düzgünman, büyük bir hürmet ve muhabbetle bağlı olduğu hocası Necmeddin Okyay’ı rahmet ve minnetle anıyordu. Ebrunun tarihimiz boyunca hattatlar ve mücellidler tarafından kullanıldığını belirten Düzgünman, klâsik tarzda cilt yapan mücellitlerin azalmış olmasının beraberinde ebruya ilgiyi getirdiğini söylemişti. Ebru artık kitapların dış veya iç kapaklarında kullanılmakla kalmıyor, motifleri, renkleri, desenleri ile ayrı özellikler taşıyor ve bir tablo gibi görülüyordu. Düzgünman’a, “Bu, sizin ebruya getirmiş olduğunuz bir yenilik mi?” diye sormuştum. Şöyle cevap vermişti: “Bir parça da öyle oldu. Biraz da geliştirmiş olduk. Sonra bu ebruda garip bir tecelli var. İyi yapılmış bir ebruyu kim görse hayran oluyor. Yani kimse yadırgamıyor. Herkes beğeniyor. Ne bileyim, meselâ bir resim sanatına bakılıp, ‘Pek olmamış’ falan derler, ama bizim ebruda böyle bir şeye rastlamadım. Herkes beğenir. Ruha mı hitap ediyor nedir, ebru böyle beğeniliyor. Sempatik bir sanat.” Düzgünman Hoca daha sonra dünyanın değişik ülkelerinde ebrumuzu yapan ve bu sanata hayran olanları anmış, ardından yine bir sorum üzerine ebru sanatkârının karşılaştığı güçlükler hakkında ve malzemelerin nasıl bulunacağına dair bilgiler vermişti. “Bu sanatın geleceği hakkında iyimser misiniz?” şeklindeki soruma da üstat şöyle karşılık veriyordu: “İyimser olmamız lâzım. Benim işe başladığım zaman kimse ebruyu bilmiyordu. Rahmetli üstadımız Necmeddin Hoca yaşlıydı, fazla meşgul olmuyordu. Biz yetiştikten sonra çalışmaya başlayınca tabiî bende bir üretim oldu, yığılıyor. Ee, ne yapalım. Öteye beriye ucuz pahalı veriyoruz, satıyoruz. Yazı yazanlar, ciltte yan kâğıda yapmak isteyenler, böyle böyle bu sanat tanınmış oldu. Sergi yaptım. Galatasaray’da 1967 senesinde zannederim. Yapı Kredi Galerisi’nde. O zaman ebrunun ne olduğu anlaşıldı. Basın ilgilendi. Sanat müşaviri Vedat Nedim Tör şaştı kaldı, ‘Nasıl iş bu böyle?’ diye. Bir İtalyan şirketi o zamanın parasıyla 100.000 lira verdi, bu ebruların filmi çekildi. Kültür hizmeti diye Yapı Kredi, sinemalarda 15 dakikalık bu filmi oynattı. Her sinemada oynattı. Ondan sonra ebru hoşa gitti, tanındı, beğenildi. Çocukların ismine ‘Ebru’ konmaya başlandı. Kimse bu adı bilmiyordu. Bazı işyerlerine Ebru Galerisi falan denilmeye başlandı. Son zamanlarda duymaya başladık Ebru Reklam falan... Böylece bu şekilde bu isim de tutundu. Ümitliyiz tabiî. Bu sanat devam eder. Kanaatim budur. Çünkü hiç bilinmezken bugün biliniyor artık.” Mustafa Düzgünman, ebru, hat ve tezyinat gibi millî sanatlarımızın daha geniş çevrelere tanıtılabilmesi için TRT’ye büyük görev düştüğünü hatırlatıyor, (Mülakatı yaptığım sırada başka kanal yoktu. M.N.Y.) devlet kurumları ile birlikte herkesin bu konuya sahip çıkması gerektiğini belirterek şu talebini dile getiriyordu: “Büyük bir zümrenin bu eski sanatlardan haberi yok. Olsa da anlamıyor. TRT, en büyük tanıtıcıdır. Zaman zaman bu klasik sanatlarımız TRT’de tanıtılabilir. Türk millî sanatlarının bilinmesi icab eder. Bizim iftihar edeceğimiz şey el sanatlarımızdır. Avrupa’dan gelen turist bunlar için geliyor. Camilerimize bakıyorlar, tezhiplere, yazılara bunlara ilgi gösteriyorlar. Bunları bizim canlandırmamız gerekir ki hem turizme ve memlekete katkı olsun, hem de ecdad tanıtılmış olsun.” Ebru bugün ülkemizde en çok ilgi gören ve yayılan klâsik sanatlarımız arasında bulunuyor. Üniversitelerimizde de tezhip ve hat sanatıyla birlikte bu sanatın benimsendiğini ve geliştirildiğini görmek elbette sevindirici. Neredeyse her okulda, her kursta ve her teknede suya yapılan nakış olan ebru’nun çok iyi örnekleri çıkmıyor olabilir. Ancak düne kadar çok az bilinen, toplumun büyük bir kısmı tarafından tanınmayan, unutulmuş olan bu nâdide sanatımıza bugün gösterilen geniş alaka sevindiricidir. Zamanla sanatın daha rafine hale geleceğini ve iyi üstatların elinden çıkmış çok güzel ebruların birçok mekânı süsleyeceğini düşünüyorum. Dün Necmeddin Okyay ve Mustafa Düzgünman vardı, yaptıkları sırlı ebrular gözümüzü ve gönlümüzü handan etti, bugün de o ekolden gelen ve sanatı liyâkatla temsil eden nice ebru sanatkârımız vardır. Karacaahmet Mezarlığı’nda istirahat eden Mustafa Düzgünman’ı vefatının 31. senesinde rahmetle, minnet ve şükran hisleriyle yâd ediyorum. Ruhu şad, kabri nur, mekânı cennet, menzili mübarek, makamı âli olsun. İnşallah aziz ve mübarek ruhu, ömrü boyunca yaptığı rengârenk ebrular gibi her daim ışıldamakta, nurlar ve feyizler içinde yüzmektedir.
Mehmet Nuri YARDIM
YazarMilletlerin kültür hayatında büyük yazarlar, romancılar ve şairler kolay yetişmiyor. Peyami Safa, edebiyat tarihçilerimizin büyük çoğunluğuna göre Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatının en büyük romancıs...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Yıllardan beri Filistinlileri soykırıma tabi tutan İsrail, Gazze’yi haftalardır acımasızca bombalıyor. Dünyanın gözü önünde evlerini, camilerini, hastanelerini hedef alarak çocukları, kadınları, yaşlı...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Hadis "Benden sonra erkeklere, kadınlardan daha tehlikeli bir imtihan bırakmadım."[1] Somuncu Baba Diyor ki: “Nefsini nikâhla koru ki şehevî fitnelerden kurtulasın. Kalbini de murâkabe i...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Bazı şahsiyetler vardır ki ebedî âleme göç etseler de yaptıkları hizmetlerle, yazdıkları eserlerle, yetiştirdikleri talebelerle her zaman gönül tahtına kurulur, aramızda yaşarlar. Şeyhülmuharrirîn Ahm...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM